Nurcan Kaya
Aşırı kısa bir Kars seyahatnamesi
Ne yalan söyleyeyim, Kars hakkında çok az şey biliyordum gitmeden önce. Yıllar önce okuduğum, Orhan Pamuk’un Kar isimli romanında şehri tasvir edişi zihnimde imgeler oluşturmuştu. Reha Erdem’in Kosmos filmi ise Kars’ta çekildiği için şehirden bazı görüntüleri doğrudan hafızama nakşetmişti. ‘Kars aslında bir Rus şehri’ iddiasını duymuş, tarihini de biraz okumuştum ama Kars’ın bu kadar etkileyici, bu kadar açık hava müzesi özelliğinde bir şehir olduğunu bilmiyordum doğrusu.
Bu yaz Diyarbakır sıcağından kaçmak için bir süre Van’da kaldım. Sağ olsunlar, Diyarbakır’dan bazı arkadaşlarım iş için Kars’a da gitmek istediğimi bildiklerinden, arabalarıyla Kars’a giderken Van’a uğrayıp beni de aldılar. Bol muhabbetli ve keyifli yolculuğumuz güzel, öğretici ve verimli de geçti.
Van’dan Kars’a varıncaya kadar türlü güzellikte ilçeden, şehirden, köyden geçiyorsunuz. Kimileri yemyeşil, kimilerinin dağları dumanlı, kiminin çevresindeki arazilerin üzeri volkanik taşlarla örtülü. Manzara şahane, hele benim gibi bir ovalı için. Yol aldıkça bir iklimden diğerine geçebiliyor, tabiatın sürprizleriyle karşılaşabiliyorsunuz. Ağustos ayının ortalarında bir anda sağanak yağmura tutulurken, sonra sımsıcak bir bölgeye geçebiliyorsunuz.
Arkadaşlarım bana bir güzellik daha yapıp giderken yolu biraz uzatıp İshak Paşa Sarayı’nı görmemi sağladılar. Tarife gerek yok. Muhteşem bir yapı. Yalnız şunu söylemem gerekir ki, fotoğraf çektirmek isteyen gelin ve damatlar orayı da mesken tutmuşlar ve sarayı ziyaretçilerin rahatça dolaşması neredeyse imkânsız hale gelmiş. Bizim de acelemiz olduğu için bir göz atıp çıktık saraydan.
Kars’a yol alırken bir noktada sağ tarafta hiç farkında olmadan Ermenistan topraklarını görebiliyorsunuz. Hiç farkında olmadan diyorum, zira bulunduğunuz yerden hiçbir farkı olmayan Ermenistan topraklarıyla Türkiye arasında narin narin akan Aras nehri var sadece. Bu kadar yakın olan bir komşu ülkeden bu kadar uzak bırakılışımızın resmini kendi gözlerimizle görmek sessizliğe ve kedere yol açıyor insanda.
Aras Nehri (Nehrin karşı tarafı Ermenistan)
Kars’a varır varmaz ‘başka bir dünya’ya geldiğinizi hemen fark ediyorsunuz. Uzun geniş bulvarları, birbirlerini 90 derece açıyla kesen caddeleri, yatay mimari yapısı, nefes kesici taş binaları, Rusların arkalarında bıraktıkları izler hemen dikkatinizi çekiyor. Evet, Anadolu’nun en uzak köşelerinden birinde, tipik bir Anadolu şehri olmayan bir yer Kars. Rus, Ermeni ve Osmanlı mimarisinden yapıların bulunduğu şehir, bundan çok daha fazlası.
Şehir 93 Harbi olarak bilinen Osman-Rus savaşından sonra kırk yıl kadar Ruslar tarafından yönetilmiş. İşte Kars’a bugünkü şeklini ve kimliğini veren, kadim tarihinin yanında demografik çeşitliliği ve Ruslarla geçirdiği bu kırk yıl. Ekim Devrimi’nden sonra Rusya’nın Osmanlılara bıraktığı Kars’ı Ermeniler ve Ezidiler maruz kaldıkları saldırılar ve yağmalardan sonra terk etmek zorunda kalmışlar. Şehrin o kadim halkları artık orada yaşamıyorlar ama izleri arkalarında duruyor. Bir camiye dönüştürülmüş olan On İki Havariler (Surp Arakelots) Kilisesi şehrin bir açık hava müzesini andıran tarihi meydanında bütün ihtişamıyla duruyor; gökle bütünleşerek şehrin geçmişini haykırıyor.
Ve o enfes taş binalar… Baltacı Mehmet Paşa’yı ziyaret ettiği söylenen Kraliçe Katerina’nın bir dönem kaldığı minik saray restore edilmiş, bir otel olarak kullanılıyor şimdi. Kalenin dibinde, nehrin kenarındaki otelin içi de, bahçesi de enfes. Yalnız epey kirli olan, lağımın doğrudan aktığı nehrin kötü kokusunu varır varmaz almanız mümkün. Bu da Kars’ın makus talihini iliklerinizde hissetmenize sebep oluyor. Hotel Cheltikov da Ruslar döneminde Kars’a yerleşen Cheltikov ailesinin yaptığı bir konak. Bina bütün ihtişamıyla duruyor. Yürürken karşılaştığınız birtakım kamu binaları, okullar hep o dönemin izlerini ve güzelliğini taşıyor. Camiye çevrilmiş olan Rus kiliseleri de keza öyle…
Tarihi kent aynı zamanda hüzün kokuyor. Yıkılmaya yüz tutmuş o kadar çok tarihi yapı var ki, şehir, yakın bir zamanda burada bir savaşın ya da afetin yaşandığı duygusu yaratıyor insanda. Belli ki uzun yıllar ihmal edilmiş Kars, tarihinin üzeri örtülmüş, yıkıma terk edilmiş. Kalenin dibinde epey bir restorasyon çalışması var şimdi. İyi restorasyonlarla şehrin güzelliği daha fazla ortaya çıkar umarım.
Savaşların, katliamların ve göçlerin yaşandığı Kars, bugün dahi oldukça kozmopolit bir nüfusa sahip. Kars’ta Kürtler, Türkmenler, Terekemeler, Azeriler, Malakanlar ve hatta Almanlar yaşıyor. Kafkas Üniversitesi’ne ev sahipliği yapan Kars aynı zamanda bir öğrenci şehri. Farklı şehirlerden gelen öğrencilere de ev sahipliği yapıyor.
Herhalde bilmeyen yoktur. Kars’ın şu anki belediye başkanı Ayhan Bilgen. Kayyım atanmayan, ama neredeyse hiçbir iş yapmasın diye türlü ayrımcı muameleye, haksızlığa maruz bırakılan HDP’li belediyenin başkanı. Kars’ın ve belediye meclisinin demografik çeşitliliğine rağmen birleştirici bir rol oynamayı başarabiliyor başkan. Görüşme yaptığımız herkes ondan iyilikle bahsetti. Çöp toplama araçları bile haczedilen, borca batmış bir şekilde HDP’ye teslim edilen, çalışanların imza atacak kâğıt bile bulamadığı belediye çok çalışmış, insanlara hizmet vermek için çok direnmiş belli ki. Kars’ın caddeleri pırıl pırıl. Konu şehri korumak olunca, bin bir güçlükle hizmet götüren belediyeyle insanlar bir çeşit gönüllü işbirliği içindeler. Ayhan Bilgen yalnızca belediye başkanlığı yapmıyor, şehirde sivil toplumun, bağımsız gazeteciliğin, yerel ekonominin güçlenmesi için de çalışmalar yürütüyor, insanları teşvik ediyor. İnsan hakları aktivizminden gelen biri olduğunu bir hayli hissettiriyor kanımca. Kent Konseyi’nin belediye bünyesinde faaliyet gösteren bir kurum olmaktan çıkmasını, tamamen bağımsız olarak çalışmalar yürütmesini ve belediyenin çalışmalarını izlemesini teşvik etmiş mesela. Kent Konseyi de dernekleşmiş ve bir sivil toplum kuruluşu olarak çalışmalarına devam ediyor şu anda. Oldukça ayrıksı bir deneyim, değil mi?
İlhan KOÇULU
Kars’ı Kars yapan özelliklerden biri, biliyorsunuz, Kars kaşarı. Biz de hem peynir üretimini görmek hem de kadınların emeğinin görünür kılınması ve kazanca dönüşmesi üzerine çalışmalar yürüten Boğatepe Çevre ve Yaşam Derneği’ni ziyaret etmek üzere Zavot Köyü’ne, bugünkü adıyla Boğatepe Köyü’ne gittik ve orada İlhan Koçulu’ya konuk olduk. Mandırasında bizimle paylaştığı enfes kahvaltı, o, kendi hikâyesini, köyün tarihini, mandıracılığı, dernek olarak yaptıkları işleri anlatırken bitmesin istedik. Rusların hâkimiyeti döneminde köye yerleşen Malakanlarla beraber peynirciliği Alman ve İsviçreli ustalardan öğrenen bir ailenin üçüncü kuşak peynir ustası İlhan Bey. Bir dönem yaşadığı İtalya’da, Fransa’da ve Yunanistan’da da mandıralarda çalışmış, oradaki peynircilik hakkında çok şey öğrenip dönmüş memleketine. İlhan Bey peynir üretiyor, köylülerin peynirini mandırasında yapıyor, onların kendi evlerinde ziyaretçi/turist ağırlamaları için aracı oluyor, yerel tohumların bulunup ekilmesini sağlıyor ve de köylünün ürettiği peyniri internet üzerinden satmalarına yardımcı oluyor. Peynir üretimi de turizm de endüstrileşmeden gelişsin diye çabalıyor. Kahvaltıda ve sonrasında bize rehberlik ettiği gezi sırasında ekolojiden, doğanın dengesinden öyle bir bahsedişi var ki, onu hep dinlemek istiyorsunuz. Köye inen tilkinin, farenin dahi hakkını gözetiyor, dünyaya, emeğe, doğaya olan saygısını, sevgisini nakış işler gibi anlatıyor.
Peynir Müzesi - Boğatepe (Zavot) Köyü
İlhan Bey ve köylüler köyde kendi olanaklarıyla bir peynir müzesi kurmuşlar. Müzede köyün peynircilik tarihine ilişkin bilgileri, peynircilik yapan ailelerin fotoğraflarını ve hikâyelerini, peynircilikte kullanılan eski aletleri görmeniz ve köyden ayrılmadan eski kaşar, taze kaşar, gravyer, malakan gibi peynirlerden satın almanız mümkün. Biz hem İlhan Bey’in hediye ettiği peynirlerle, hem yolluk olarak kahvaltıdan aşırdığımız peynirlerle, hem de eşe dosta hediye etmek için satın aldığımız peynirlerle epey mutlu bir şekilde ayrıldık Zavot’tan.
Evet, orada Kars diye bir şehir var uzakta. Gitmemiz, görmemiz gereken.
Kars’ı küllerinden yaratmaya çalışan tüm insanlara destek olmamız, Kars’ı komşusu Ermenistan’la buluşturmak için bir şeyler yapmamız gerekiyor. Bunu yaptıkça ve başardıkça kendimizi daha iyi hissedeceğimizden, Kars’ın da bu ülkenin de daha güzel yerlere dönüşeceklerinden hiç şüphem yok.