İrfan Aktan
Ateşkes
Medyada pek görünür olmuyor ama seçimler yaklaştıkça Türkiye hemen her gün sınır ötesinde, Kandil ve civarında, Kuzey Suriye’de operasyonlar gerçekleştiriyor. Uzun zamandır ilan edilmemiş bir ateşkes pozisyonunda görünen PKK ise 26 Eylül gecesi Mersin’in Mezitli ilçesindeki polisevine yaptığı saldırıyı bu bağlama yerleştiriyor. Gerek Selahattin Demirtaş’ın, gerekse HDP’nin bu olaya gösterdiği tepki ise, mevcut sürecin çatışma ortamını kaldıramayacak kadar hassas ve kritik olduğu bilgisine, bu bilgi de 7 Haziran-1 Kasım 2015 deneyimine dayanıyor.
Fakat öyle anlaşılıyor ki her iki kesim de şu anda kendi sahalarında yaşadıkları deneyim ve pratikleri birbirlerine anlatmakta zorlanırken 7 Haziran-1 Kasım 2015 sürecindeki deneyim gözden kaçırılıyor.
Her şeyden önce bugün, 3 Ekim 2015’in, yani Şırnak’ta Hacı Lokman Birlik isimli gencin özel hareket timleri tarafından infaz edilip bedeninin zırhlı araca bağlanarak sokaklarda dolaştırılmasının yıldönümü.
Sokağa çıkma yasaklarının uygulandığı o günlerin kilometretaşları 7 Haziran seçimlerinden iki gün önce HDP’nin Diyarbakır mitingine yapılan IŞİD saldırısıyla döşenmiş, 20 Temmuz’da yine IŞİD’in Suruç katliamıyla süreç başka bir safhaya taşınmıştı.
22 Temmuz’da Ceylanpınar’da iki polis memurunun faili meçhul bir cinayetle katledilmesi ise çözüm sürecinin mutlak bir biçimde sonlandırılıp savaşın resmen başlamasına vesile yapılmıştı.
Bu süreçte Türkiye toplumu birbiri ardına yaşanan bombalı saldırılarla, katliamlarla, cinayetlerle şoka uğratılırken 7 Haziran seçimleri hükümsüz kılınmış, Erdoğan 20 Ağustos günü yaptığı açıklamada 1 Kasım’da erken seçim yapılacağını ilan etmişti.
7 Haziran-1 Kasım arasında çok sayıda felaket yaşandı ama Türkiye toplumunu, muhalefetini her açıdan zincirleyen, söylenecek her sözü hükümsüz kılan felaketlerin zirvesine 10 Ekim 2015 günü IŞİD eliyle Ankara’da gerçekleştirilen katliamla çıkıldı.
10 Ekim gününü katliamla anıyoruz ama o gün başka bir şey daha oldu ve PKK tek taraflı ateşkes ilan etti. Öncelikle, katliamın etkisiyle duyulmaz olan bu ilanın evvelinde, sadece bir hafta içinde yaşanan, Kürtleri tahkir ve tahrik eden olayları hatırlayalım.
3 Ekim günü Hacı Lokman Birlik’in bedeninin zırhlı araçla sürüklendiği görüntüler servis edildi. Aynı gün Sokağa çıkma yasağının devam ettiği Nusaybin’de 27 yaşındaki Şahin Turan motosikletiyle seyir halindeyken, 50 yaşındaki Ahmet Sönmez ise evinin önünde öldürüldü. Yine 3 Ekim günü İstanbul’da gözaltına alınan HDP’liler "Ne mutlu Türküm diyene" sloganı atmaya zorlandı.
4 Ekim günü, geçici hükümetin başbakanı Ahmet Davutoğlu, AKP’nin 1 Kasım seçim beyannamesini açıkladı. "Çok net bir ayrımla teröristleri masum vatandaşlarımızdan ayırarak hak ettikleri cevabı verdik. Kimse başladığımız işi yarım bırakacağımız vehmine kapılmasın" diyen Davutoğlu, seçim çalışmaları kapsamında ilk mitingini Samsun'da yapacağını belirterek "Yarın İstiklal Harbi'miz gibi startı Samsun'dan vereceğiz" dedi.
5 Ekim günü yine Davutoğlu, Hacı Lokman Birlik’in cenazesine yapılanların "görüntüleri" hakkında soruşturma talimatı verdi.
Aynı gün, Türkiye’nin mülteci sopasıyla hizaya getirilen Avrupa Birliği, 14 Ekim’de yayınlanması beklenen Türkiye İlerleme Raporu’nu erteledi.
Yine 5 Ekim günü KESK; DİSK, TMMOB ve TTB, hemen öncesinde SES Ankara Şubesi, Ankara Tabip Odası, 10 Ekim’de yapılacak "barış mitingine" katılım çağrısı yaptı. Sokağa çıkma yasaklarının uygulandığı bölgelerde 6 Ekim günü de ölüm haberleri gelirken STK’ların Ankara’daki barış mitingi için çağrıları devam etti.
7 Ekim günü, Diyarbakır’da sokak ortasında öldürülen 16 yaşındaki Ömer Koç ile 20 yaşındaki Rezan Kaya için kurulan taziyeleri ziyaret eden HDP Eş Genel Başkanı Selahattin Demirtaş, sivillere yönelik infazların Ankara'dan istihbarat ve devlet yetkilileri tarafından gönderilen özel bir ekip tarafından yapıldığını söyledi. Silvan, Bismil, Şırnak gibi merkezlerde gerçekleşen infazların bu özel ekibin işi olduğunu söyleyen Demirtaş, "Hepsinin özel plakasız araçları var. Hepsi aynı marka. Küçük operasyon ekipleri ve nereye bağlı oldukları belli değil. O şehirde ne vali, ne kaymakam ne de emniyet müdürünü takmıyorlar" dedi.
Aynı gün, sokağa çıkma yasağının uygulandığı Cizre’den 6 çocuk annesi Mülkiye Geçgel’in ölüm haberi geldi.
Günde onlarca ölüm ve yıkım haberleri gelirken, 8 Ekim’de gazeteci Celal Başlangıç, PKK’nin 11 Ekim’de "tek taraflı ateşkes" ilan edeceğini yazdı.
Bu haberle birlikte DİSK, KESK, TMMOB ve TTB öncülüğünde 10 Ekim günü Ankara’da yapılacak barış mitingi çok daha kritik hale geldi ve 7 Haziran seçimlerinden beri devam eden felaketler silsilesinin kısmen de olsa durması umudu ortaya çıktı.
9 Ekim günü aralarında Rutkay Aziz, Tarık Akan, Orhan Aydın gibi isimlerin bulunduğu çok sayıda sanatçı, 10 Ekim mitingine destek verdiklerini açıkladı.
İnsan Hakları Derneği ise yayınladığı raporda 24 Temmuz-8 Ekim 2015 tarihleri arasında 113 kişinin yaşamını yitirdiğini, sivil ölümlerin önemli bir kısmının sokağa çıkma yasağı ilan edilen ilçelerde meydana geldiğini açıkladı. Raporu açıklayan İHD Genel Başkanı Öztürk Türkdoğan, "Ateşkes olacaksa bir an önce olsun. PKK ateşkes ilan edecekse bir an önce etsin ve devlet de ateşkese resmen uysun" diyordu.
HDP Grup Başkanvekili İdris Baluken PKK’nin ateşkes ilanını büyük bir memnuniyetle karşılayacaklarını söylerken, dönemin Başbakan Yardımcısı Yalçın Akdoğan şöyle diyordu: "Terör örgütü büyük bir bozgun yaşıyor. Bundan dolayı, onların ateşkes dediği, bizim eylemsizlik dediğimiz böyle bir çağrı... 'Çatışmalar olmasın, seçim güvenliği etkilenmesin...' Bu tamamen kandırmaca ve numara. Bunlar, bu örgüt sıkıştıkları zaman hep bu yola başvuruyor. Ya bir bozguna uğradılar ve sıkıştılarsa, kış üslenmesine geçiyorlarsa veya siyaseten HDP'nin işine yarasın diye, bu tür taktik açıklamalar geçmişten bu yana yapıyorlar ama bunların kıymeti harbiyesi, inandırıcılığı yok. Buna karnımız tok. Devlet, operasyonlara netice alıncaya kadar devam edecek, yaz, kış fark etmez, devam edecek."
Aynı gün, yani 9 Ekim günü, o dönem iktidara yakın olan Sedat Peker, Erdoğan’ın memleketi Rize’de yaptığı "teröre hayır" mitinginde Tayyip Erdoğan’a oy isteyerek şöyle konuştu: "Erdoğan’ı seviyorum. Ama hemşerim olduğu için değil. Recep Tayyip Erdoğan giderse Türkiye gider. Diz çökerse Türkiye diz çöker. Onun için biz Recep Tayyip Erdoğan’a sahip çıkıyoruz. Siz de sahip çıkın."
Peker aynı konuşmasında "Biz kimseyi vurmayacağız, kimseye kurşun sıkmayacağız, kimseyi öldürmeyeceğiz ancak meşru savunma hakkımız hasıl olduğu zaman oluk oluk kan akacak. O zaman bizim kim olduğumuzu görecekler, bizi tanıyacaklar" dedi.
Öte yandan Celal Başlangıç’ın ateşkes ilan edileceğine dair haberi Remzi Kartal tarafından da teyit edildi. Kartal, PKK’nin 11 Ekim günü eylemsizlik kararı ilan edeceğini söyledi.
Ne var ki ertesi gün Ankara’da yapılan barış mitingi, Peker’in de sözlerini hatırlatırcasına oluk oluk kanların akıtıldığı gün oldu. Tren garının önünde IŞİD’li iki canlı bomba tarafından yapılan katliamda 103 kişi hayatını kaybetti, 400 kişi yaralandı. Böylece ilan edilen ateşkesin hükmü de ortadan kaldırıldı.
Katliamdan sadece dokuz gün sonra, 19 Ekim günü, katıldığı A Haber’de konuşan dönemin başbakanı Ahmet Davutoğlu şu soğukkanlı açıklamayı yapmıştı: "Şimdi, anketler geliyor… Öncesinde, beyanname sonrasında anket yaptık. Şimdi Ankara'daki terör saldırısı sonrasında anket yaptık ve kamuoyunun nabzını tutuyoruz oylarımızda bir yükseliş trendi var."
Aslında 10 Ekim’in öncesini de, sonrasını da herkes biliyor ama bu katliamın ateşkesi hükümsüz bırakmak için yapıldığı gerçeği de, bugün Selahattin Demirtaş ve HDP’nin PKK’nin Mersin saldırısına yönelik tepkilerinin arkasında bu hafızanın yattığı da konuşulmuyor, konuşulamıyor.
Oysa bugün HDP ve diğer muhalefetin ortaklaştığı tek düşünce, AKP’nin tıpkı 1 Kasım seçimleri öncesinde yaptığı gibi kaotik bir ortamda ülkeyi seçime götürmek istediği. Sadece HDP, Demirtaş değil, Emek ve Özgürlük İttifakı’nın bileşenlerinden tutun da CHP’ye ve sağ muhalefete kadar tüm kesimler aynı tehlikeyi görüyor ve sıklıkla bu konuda beyanatlar da veriyorlar.
Öyle ki, bazen sol bir partinin veya siyasetçinin sert çıkışı bile iktidara propaganda alanı yaratır denilerek yadırganıyor, eleştiriliyor. İktidar öylesine hassas bir toplumsal ve siyasal anksiyete ortamı ve egemen propaganda medyası oluşturdu ki, muhalefetin bir mimiğinden bile söylem alanı yaratabiliyor.
Seçim günü yaklaştıkça gerilimin, hatta toplumu şoke edecek olayların tırmandırılacağına, somut hiçbir vaatte bulunamayacak duruma düşmüş iktidarın yine milliyetçi-militarist hamasete sarılmak üzere araçlar geliştireceğine dair geniş bir kabul olduğu halde, HDP ve Demirtaş dışındaki muhalifler kollarını kavuşturmuş, bekliyor.
Seçim sürecinin göreli bir çatışmasızlık ortamında ilerlemesi konusunda hiçbir muhalefet odağının elle tutulur bir çalışmaya girişmemesi, CHP ve 6’lı masanın çatışmasızlık sözünü bile dillendirmemesi hem iktidarın yarattığı söylemsel hegemonyanın etkisini gösteriyor hem de iktidara bu süreci dilediği gibi yönetme kabiliyeti tanıyor. Demirtaş’ın, HDP’nin tek başına elini taşın altına koyması ise yeterli olmayacağa benziyor.
Bununla birlikte, söze başlarken vurguladığımız gibi, Demirtaş ve HDP’nin Mersin saldırısı sonrası yaptıkları çıkışın arkaplanında güncel bir gerilimden ziyade 7 Haziran-1 Kasım sürecinden çıkarılmış deneyimler olduğu anlaşılıyor. Aynı deneyimi tüm Türkiye yaşadığına göre, o süreçten herkesin ders çıkarması gerekmez mi?