Enver Topaloğlu

Enver Topaloğlu

Şiirlerde şehirler -4-

Gülten Akın “Seyran Destanı"nda Ankara’ya göçle gelenlerin kurdukları gecekondu mahallesini yakın plana alır. Şehrin çeperlerinde kurulan Seyranbağları destana adını verir. Şair, Seyranbağları üzerinden iç göçü seyran eder.

Geçen bölümün sonunda başka hangi şairlerde, hangi şiirlerde, hangi şehirler var diye sormuştuk… Merakın arkasında, soruların yanında ilerliyoruz.

Yüzyılın başında James Joyce, Dublin şehrini ve bir gününü romanlaştırır. Anlatım biçimiyle, diliyle, tekniğiyle yepyeni bir çığır açar. Joyce, amacını “Dublin’in, bu kentin görüntüsü bir gün yeryüzünden silindiğinde bir rehber kitap gibi, Ulysses’e bakarak, yeniden, eksiksiz bir biçimde kurulsun istiyorum” diyerek dile getirmiştir.

Ancak şairlerin, yazarların şehirlere yönelik anlatısı James Joyce’la başlamış değildir. Joyce’tan daha önce, on dokuzuncu yüzyılda modern şiirin kurucu isimlerinden biri olan Charles Baudelaire de benzer bir girişimde bulunmuştur. Şair olarak yaşadığı, rasat ettiği, duyumsadığı, sıkıntısını çektiği Paris’i şiire aktarmış ya da daha doğru söyleyişle “on dokuzuncu yüzyılın başkenti Paris”i şiirin diliyle kayıt altına almıştır. Konumuz şiirle sınırlı. Yoksa, örneğin Italo Calvino’nun “Görünmez Kentler”i, Ahmet Hamdi Tanpınar’ın “Beş Şehir”i es geçilebilir mi?

İLHAN BERK’İN GİRİŞİMİ

Modern Türkçe şiirde de İlhan Berk’in Charles Baudelaire, James Joyce benzeri girişimleri dikkati çeker.

Berk’in 1947’de yayımlanan “İstanbul Kitabı”nın konusu adından da anlaşılacağı gibi İstanbul’dur. İstanbul’un kanlı canlı sokakları ve yaşantısı şair gözüyle şiir olarak kaydedilir. Berk anlatımıyla bir yandan da çağdaş bir “şehir Evliya Çelebisi” izlenimi uyandırır. Kendini amaçsız ve hedefsiz biçimde şehrin akıntısına bırakmış bir gezgin olarak dolaşır şehrin nabzının attığı yerlerde. Gözler, izler, notlar alır. Biriktirilenler şehir gezgini ya da bir flaneur gözüyle şiir olarak aktarılır okura. Tanıklık ve deneyim şiir olarak kaydedilir. “İşte kurşun kubbeler şehri İstanbul’dasın” dizeleriyle başlayan kitapta İstanbul’un günlük hayatının panoraması çıkarılır. Modern Türkçe şiirde İstanbul ilk defa dekor olmaktan ya da semt, mahalle anlatısına sıkışıp kalmış olmaktan, “komşu komşuya sohbet” havasından kurtulmuş olur. Şehir bir metropol olarak kişileşir ve metropol kimliğiyle gösterilir… Şiiri başlangıç bölümünden bir parçayla anımsayalım:

İşte kurşun kubbeler şehri İstanbul’dasın
Havada kaçan bulutların hışırtısı
Karaköy çarşısından geçen tramvayların camlarına yağmur
yağıyor
Yenicami Süleymaniye arkalarını kirli bir göğe vermişler

Hiç kımıldamıyorlar
Ayasofya elleriyle yüzünü kapamış bütün iştahıyla ağlıyor


İnsanlar sokak sokak çarşı çarşı ev ev
İnsanlar sırt sırta omuz omuza verip durmuşlar

Boyunları bükük
Yorgun asabi kederli kindar
Yığın yığın olmuşlar hepsi köprünün açılmasını bekliyor

Bir anda şehrin dört bucağına akacaklar
Bir anda iki ayrı kıtadaki insanlar gibi
Fatihliyle Beşiktaşlı sarmaş dolaş olacak


Sarı uzun yüzlü cesur işçiler
Dört köşe halinde veya dağınık bir şekilde durmuşlar
Hiç konuşmuyorlar
Benim onları birer birer çalıştıkları yerlere götürüp bıraktığım
olmuştur
Hepsi dar kapanık yerlerde, sıkıntılı işlerde çalışırlar

Hepsi deli gibi severler yaşamayı
Bu en önde gidenler
Tophane’de Dikimevi’nde çalışır
Sekiz kızdır ancak üçü evlenmiştir
Bu saçları darmadağın asık suratlı delikanlılar
Kömür işçisidir

İlhan Berk’in bundan başka benzer iki girişimi daha söz konusudur. Şairin şiiri biçim, biçem, konu, tema, izlek yönünden de uçlara taşıyan; deneyin, deneyselin sınırlarını zorlayan poetik tavrı bilinmektedir. “Pera” ve “Galata” da aynı poetik tavrın ürünleri ve son derece önemli yapıtlar olarak yerini almıştır modern Türkçe şiirin belleğinde.

Berk, “İstanbul Kitabı”nda şehrin nabzını ve halkın günlük yaşantısını ön plana çıkarırken ekonomik, sosyal, tarihsel, kültürel boyutu da göz ardı etmez. Gezgin olarak şehrin kozmopolit semtlerindeki gezilerine dayanan söz konusu yapıtlarda sokaklar, caddeler, bazı kimlik mekânları, ortam, atmosfer tarihsel bir derinlik katılarak şiirsel metne aktarılır. Modern Türkçe şiirin biçimselliğiyle de dikkati çeken ve şiirsel metinler olarak tanımlanabilecek “Galata” 1985’te, “Pera” 1990’da yayımlanır. İlk alıntımız “Galata”dan:

Minyatürde İsa’ya benziyor Galata Kulesi.

Uzun, mavi gözlü İsa’ya… Bir koni, köşksü

cumbalı ve dönüp duran olduğu yerde ve öyle düşen…

-Fatih’in- Elindeki Galata’nın anahtarlarıyla oynadığı,

hızla çıktığı sonra taş merdivenleri. Ve onuncu kattan

uzun uzun baktığı İstanbul’a, sonra hızla indiği yine…

Kitapta Galata Kulesi adeta nişan taşı rolünü üstlenir. Berk, kuleyi kerteriz alarak semtin bütün sokaklarına ve tarihine girer çıkar. Arada kuleyle ilgili ilginç anekdotlar da paylaşır. Örneğin IV. Murat’ın çocukluğunda gördüğü bir resimde Galata Kulesi’nin erkeklik organına benzetilmesine kızdığı için kuleye hiç çıkmadığı kaydedilir.

“Pera” kurgu olarak da, anlatım tekniği açısından da “Galata”ya benzer. Hatta ikincisi birincisinin devamı olarak da okunabilir. Şairin, Galata Kulesi’nin çevresinde turunu tamamladıktan sonra, arada kulenin şiire 1940’lardan itibaren girdiğini de belirtip, istikameti İstiklal Caddesi ve çevresine, yani Pera’ya çevirdiği söylenebilir.

Yahya Kemal mi (ki yerinden kımıldamayı sevmez

ve dış yolculuklarında yanın Hafız Burhan’ın taş plaklarını

almayı unutmazdı)? O şimdi Tokatlıyan’dan dönmüş,

Park Otel’de yemeğini yiyor ve fakir Üsküdar’a bakıyor

-İstanbul’a hep uzaktan bakmayı sevmedi mi?-

(…)

Birazdan da odasına çekilecektir, açıp en eski tarihleri,

Fatih’e çalışacaktır, çok sevdiği Fatih’e.

Hem elbette çok sevdiği fatih’e çalışacaktır. Bundan daha

doğal ne olabilir? Şiirinin ortadireği istanbul’u ona borçlu

değil midir? Pes İstanbulsuz ne yapardı?

Modern Türkçe şiirde şehirlerin izini sürerken İstanbul’dan çıkmanın zor olduğunu daha önce söylemiştik. Şunu ekleyebiliriz: Aslında modern Türkçe şiir birçok yönden İstanbul’dur desek yeridir. Ama kaideyi bozan istisnalar da vardır. Gülten Akın’ın “Seyran Destanı” örneğin.

SORUNUN KAYNAĞINA İLİŞKİN DESTAN

“Seyran Destanı” Gülten Akın’ın yedinci şiir kitabı olarak 1979’da yayımlanır.

Kitapta yer alan ve Abidin Dino’nun desenlerinin eşlik ettiği şiirlerin 1972-75 yıllarında yazıldığını da kaydedelim. Şairin bu, okurla buluşan ilk destanı değildir. Daha önce de “Maraş’ın ve Ökkeş’in Destanı” yayımlanmıştır.

Gülten Akın, İkinciyeni dalgasının içinden geçerek altmışlı yıllarda toplumcu duyarlılığın ve farkındalığın ağırlık kazandığı bir çizgide sürdürür arayışını. Şiirsel kaynaklarının yelpazesini modernden geleneksele doğru genişletir. “Kırmızı Karanfil” adlı dördüncü kitabı, bu anlamda önemli bir eşik oluşturur. Yetmişlerden itibaren folklorik öğelerden daha çok yararlanır, halk şiirinin imkânlarına daha çok yönelir. Adından da anlaşılacağı üzere “Seyran Destanı”na da yansır bu arayışın izleri. Ama “Seyran Destanı”nın önemli olan bir başka boyutu daha vardır.

Destan, ellili yıllarda başlayan ve yetmişli yılların başından itibaren yoğunlaşan küçük yerleşim yerlerinden; köylerden, kasabalardan, kentlerden büyük şehirlere göçe ve göçmene odaklanır. Akın, kitabın “Sunuş” yazısında göçün tarihsel arka planına değinerek destanında irdelediği sorunun zeminine ilişkin düşüncelerini paylaşır. Şair, Anadolu’da Celali İsyanları’nın 1603’ten 1610’a kadar süren dönemindeki “büyük kaçgunluk” (halk böyle adlandırmaktadır) denilen yoğun göçe dikkat çekerek başlayan cümlesini şöyle sürdürür: “Bu dönemde çok kişi çiftlerini bozarak, köylerini bırakarak, göçmüşlerdir. Kentlere, kasabalara göçmüşlerdir. Ka­lelere, palankalara sığınmışlardır. Ulaşılması güç, sarp, orman­lık yerlerde kurdukları yeni köylere taşınmışlardır. Doğuya, sınır illerine göçmüşlerdir. Genç olanlar, güçleri yerinde olanlar, levent bölüklerine karışmışlardır.” Bir zamanlar savaş nedeniyle göçen halklar, bu defa büyük ölçüde yoksulluk ve yoksunluk nedeniyle “kırlardan geliyorlar”dır. Büyük şehirlerin çeperlerine geliyorlar, gecekondular kuruyorlardır. Aslında halkların göç nedenleri de göçüp yerleştikleri yeni yerler de genellikle değişmemektedir: Çeperler.

ANKARA, SEYRAN VE BİR ‘BABİL KULESİ’

İç göçün istikameti büyük ölçüde İstanbul’dur, ama diğer büyük şehirler de paylarına düşeni alır. Elbette Ankara da onlardan biridir. Gülten Akın, destanında Ankara’ya göçü ve göçle gelenlerin kurdukları gecekondu mahallesini yakın plana alır. Göçle, göçmenlerle birlikte aslında bir şey daha okuruz “Seyran Destanı”nda.

“Seyran Destanı” adını, Ankara’nın çeperinde kırdan gelenlerin kurdukları gecekondu mahallesi Seyranbağları’ndan alır. Şair Seyranbağları üzerinden iç göçü seyran eder. Rasat eder. Okuru “göçü vuran davullar”ın sesinin etrafında toplanmaya davet eder. Şu dizeler birinci bölümden:

Ayakta bir halkız

Kentlerde simgemiz kondularımız

Bin duran uygarlık eskittik

“Göçtür göç”ü vuran davulumuz

Eskimemiştir.

Gülten Akın’ın destanı, ait oldukları yerlerden köylerden, kasabalardan, kentlerden koparak geldikleri büyük şehirde gecekondular kurarak yaşama mücadelesini sürdürenlere dairdir. Ama aynı zamanda kurulmuş yeni bir “Babil Kulesi”nin de destanıdır. Şöyle dile getirilir:

Seyran

Yok eden ve yoklukta var olan

Duran ve yürüyen

Uyuyan ve koşan

Uzlaşmalı, başkaldıran

Son Babil Kulesi dünyanın

Seyran

GÖÇ VEREN ŞEHİRLERİN DE DESTANI

“Seyran Destanı"nda göçmenlerin göç neticesinde yerleştikleri, ev kurdukları büyükşehir kadar koptukları kopmak zorunda kaldıkları köyler, kasabalar, kentler de yer alır. Öyle ya gelenin bir de geldiği yer vardır. Önemlidir de.

Gülten Akın, göç alan şehre ve göçenlerin zorlu yaşam koşullarına olduğu gibi göç veren kentlere de dikkat çeker destanında. Şiirin dilinden, şairin gözünden terk edilen kentleri de okuruz. “Sivas’dan Gelirik” başlıklı şiirin son dört dizesini aktaralım:

İnsan hakları

Ve anayasa

Dürüldü kaldı kâğıtlarda

Kalktık göç eyledik

Toprak yok, su yok. Köylünün anayasada güvence altına alınan hakları pratikte yok. Netice ise yansıdığı gibi. “Seyran Destanı”ndan devam edeceğiz…


Enver Topaloğlu: Türk dili ve edebiyatı öğrenimi gördü. Birçok sanat edebiyat dergisinde şiirleri yayımlandı. Altı şiir kitabı bulunuyor. Cumhuriyet gazetesinde 1993 – 2015 yılları arasında düzeltmen olarak çalıştı. Emekli oldu. Gazete Duvar’de yazarlığa başladı. Beş yıl süreyle cumartesi günleri modern Türkçe şiiri odak alan yazılar yazdı. 10 Eyül 2022 tarihinde Artı Gerçek’te başladığı köşe yazarlığını sürdürüyor. Topaloğlu 2017’den bu yana İzmir’de yaşıyor.

Önceki ve Sonraki Yazılar
Enver Topaloğlu Arşivi