Alp Altınörs
Belirsizliğin sisi
Belirsizliğin sisi tüm ülkenin üzerine çökmüş durumda. ABD seçimlerinde AKP iktidarının açıktan taraf olarak desteklediği Donald Trump'ın yenilgisinden bu yana Türk egemen sınıflarının bir türbülans yaşadığı söylenebilir. İktidar partisinin söylemindeki tutarsızlıklar dün ak dediğine bugün kara deme halleri bu durumdan kaynaklanıyor.
Dün Libya çöllerine Mısır tanklarını gömmekten bahsedenler bugün Mısır Dışişleri'nden randevu almaya çalışıyor. Dün Gazze'ye gidip Hamas'a destek vermekten söz edenler bugün İsrail ile arayı nasıl düzelteceklerini düşünüyor. Dün faizleri düşük tutmak uğruna Merkez Bankası'nın 128 milyar dolarlık rezervini eritenler bugün döviz rezervlerini nasıl yerine koyacaklarını bilemiyor. Dün ‘Eyy Avrupa!’ diye düzensiz göçmenleri Edirne sınırına yığanlar bugün ‘Geleceğimizi Avrupa'da görüyoruz.’ diyorlar. Dün ‘idam’ sloganları atanlar bugün ‘İnsan hakları reformundan’ bahsediyor.
Akut hale gelen döviz krizi Türkiye siyasetini belirleyen temel etkenlerden birisi konumunda. Türkiye bir Alman turiste muhtaç halde. Turizmden geleceği umulan döviz girdisi uğuruna ‘çeyrek kapanma’ biter bitmez hızlı ‘normalleşme’ adımları atılması bekleniyor. Uluslararası Finans Enstitüsü (IIF) dolar TL kuru için ‘ acil fiyat’ beklentisini Naci Ağbal görevdeyken 7.5 TL'ye kadar indirmişken, şimdi 9.5 TL'ye çıkardı.
ABD ve AB'ye ekonomik-mali bağımlılığın en çarpıcı görünümü Türkiye ekonomisinin yılda 40-50 milyar dolarlık sermaye girişi olmaksızın işlememesidir. Çarkları döndürecek bu döviz esasen ithalata harcanır. Ara malı, makine, teçhizat ve hammadde ithal edilir. sonra bunları işleyen sanayici ihracat yapar. diğer ana döviz harcama kalemi ise enerjidir (petrol-doğal gaz). Dolayısıyla dolar karşısında TL değer kaybettikçe ihracatçı da avantaj elde etmiyor. Zira her ihracatçı aynı zamanda ithalatçıdır. Üretilen artı değerin büyük kısmı böylece yurt dışına gider. Bu yüzden de dolar kuru yükseldikçe sanayide artı değer sömürüsü de vahşileşmektedir. Kod-29’la işçi kıyımı, sendikaları tasfiye amacıyla ‘ücretsiz izin’ silahının patronlarca kullanılması, iş saatlerinin artırılması, grevlerin hükümet tarafından ertelenmesi, 1 Mayıs'ın yasaklanması vb. bununla ilgilidir.
Hem iktidar hem de genel olarak egemen sınıflar haziranda yapılacak NATO zirvesine ve Biden-Erdoğan görüşmesini beklerken belirsizliğin sisi kalınlaşıyor. Yöneticiler eskisi gibi yönetemiyorlar. Trump döneminde içerideki çelişkileri ‘ yeni-Osmanlıcı’ bölge politikalarıyla bir ölçüde dışarıya ‘ihraç’ edebiliyorlardı. Hatta bu yönde epeyce de ‘açıldılar ‘, fakat artık bu sürecin önü kapalı görünüyor. Rusya-ABD dengesine dayanmak da eskisi kadar mümkün değil.
Bu kapsamlı sorunların Biden-Erdoğan görüşmesi ile bir kalemde çözülmesi de pek olanaklı görünmüyor. Biden'ın parmağının işaret ettiği yönde ise bir askeri dev olan Rusya duruyor. Ukrayna krizinde Rusya bu tür olası yönelimlerin önünü kesen bir güç gösterisi de yaptı.
Toplumsal muhalefetin varlığı tüm baskı politikalarına rağmen ortadan kaldırılamıyor. Boğaziçi bir yandan, İstanbul sözleşmesi üzerinden demokratik kadın hareketi diğer yandan, Kanal İstanbul'a muhalefet ayrı bir kanalda, esnafın sosyal itirazı ayrı bir kanalda, baroların adalet talebi, insan hakları mücadelesi, Kürt halkının Newroz'da sergilediği özgürlük talebi, işçi sınıfının pek çok direnişleri tüm bunlar ve daha fazlası şimdilik ayrı kanallardan da olsa akmaya devam ediyor. Ki taşı delen damlaların sürekliliğidir. Toplumsal muhalefetin birleşeceğiz günlerde çok uzak görünmüyor