Deniz Durukan
Belki azdım belki çoktum
Hakan Kurşun’u 1996 yılında çıkardığı “Kaos” albümüyle tanımıştık. Saykodelik öğelerin baskın olduğu albümde yer yer caz-funk unsurlarını da duymuştuk. O yıllar için pek de alışkın olmadığımız seslerle tanıştırmıştı bizi Hakan Kurşun. Sonra, 2003 yılında “Kütle”yi, 2016 yılındaysa “Kuark”ı çıkaran Hakan Kurşun’un bu üç çalışması, adlarından da anlaşılacağı gibi, maddenin varoluşuna dair bir izlek oluşturuyor. Meselesini buradan kuruyor Hakan Kurşun. “Kuark”la, en küçük temel parçacığa iniyor. Bu şarkıda varoluşun temel parçacıklarını çağrıştıran bir metafor olarak kullanılıyor “Kuark”.
Bunun ardında, insanı ya da en küçük evreni, en küçük gerçeği görme çabası yatıyor olabilir. Bu albümlerden sonraki çalışmalarda Hakan Kurşun’un meselesi daha da genişliyor. Hakan Kurşun’un ikinci dönemi diyebileceğimiz “Pearl Bracelet”le (2017) başlayan süreç müzikal anlamda başka bir yapılanmanın izlerini taşıyor. Daha deneysel, elektro akustik kompozisyonlar, yer yer atonal bir yaklaşımın kendini gösterdiği çalışmalar bunlar. Hakan Kurşun’un deyimiyle geniş zamanlı denemelerin olduğu bir dönem bu. Aynı zamanda yapımcı ve ses mühendisi olan Kurşun’un ses dalgasının peşine düşmesi, dalganın mekaniğini bilmesiyle yarattığı atmosfer en baştan itibaren o parçacıklarla ilgilenmesinin diğer sebebi olabilir.
Tematik çalışmalar, bu ikinci dönemde ağırlığını daha çok hissettiriyor. Mesela, geçtiğimiz eylül ayında çıkardığı 44 dakikalık, tek parçalık “Regenaration” (Yenilenme) adlı albüm, sesleri biriktirmenin ve dinlemenin bir yansıması. Onun geniş zamanlı denemeler dediği şey, aslında sonsuz genişleme arzusunu işaret ediyor. Hem doğayı hem kendini dinlemenin, sessizliğin, uyumanın, sonra uyanmanın, bilinci temizlemenin, ardından tekrar yenilenmenin titreşimlerini bırakıyor bize. Belki de, yarattığı seslerle nereye kadar gidebileceğini, hangi sınırlara ulaşabileceğini görmek istemek, denebilir buna. Aynı zamanda, müziğin ve insanın nereye kadar gidebileceğini sesler yoluyla anlama çabası da diyebiliriz.
“Trilogie” adlı çalışmada, “İçimdeki bütün sesler, içimdeki nefesler senin yanında” demesi de bundan Yakın zamanda çıkan, Petra Nachtmanova ile beraber yazdıkları bu kısaçalar üç dilli bir çalışma: Lehçe, Türkçe ve Almanca yorumlanan “Trilogie” oldukça sarsıcı. Aynı şarkıyı üç değişik düzenlemeyle dinliyorsunuz. Şarkının duygusunu değiştirmeden, dilin yapısına göre de şekillenen bu düzenlemelerin içinde özellikle Almanca olarak seslendirilen “Feuer Uberall” şarkısı diğer iki şarkıdan daha farklı tınlıyor. Petra Nachtmanova’nın muhteşem vokali, üç farklı sesi tek bir nefeste birleştirmesi bu çalışmanın tavrını da gösteriyor. Elbette iki müzisyenin Petra Nachtmanova ve Hakan Kurşun’un buluşmasında önce seslerle sonra bu üç dille kurdukları bağın önemi büyük.
Hakan Kurşun’un Almanya’da doğması, Almancayı iyi düzeyde öğrenecek kadar orada kalması, sonrasında, 1989-1994 yılları arasında Polonya’da bir müzik firmasında çalışması ve Lehçeyi öğrenmesi bu buluşmanın fitilini ateşlemiş. Petra Nachtmanova ise çok kültürlü, çok dilli bir müzisyen. Onun için bir dünya vatandaşı demek yanlış olmaz. Viyana doğumlu olan Nachtmanova’nın annesi Polonyalı, babası Çek. 2008 yılından beri Berlin’de yaşayan Nachtmanova’nın çalışma alanlarında Anadolu, Doğu Avrupa ve Orta Asya halk müziklerinin olması, bu kültürlerle yakınlaşmasını sağlamış. Türkçe’yi çok iyi konuşan, çok iyi bağlama çalan Nachtmanova, Parisli “Telli Turnalar” topluluğuyla Anadolu müziğini uluslararası festivallerde yorumlamış.
Nachtmanova, bu üçlü çalışmada “Moje Slowa”yı Lehçe, ikinci şarkı “İçimdeki Ateş”i Türkçe ve diğer şarkı “Feuer Uberall”ı Almanca seslendiriliyor. Bu üçlemede dillerin birleşmesi, anlamda ve insanda buluşmayı ifade ediyor. Çağrılan kuşun allı turna olmasının da bir anlamı var. Göçmen bir kuş olan turna, türkülerimizde haber getiren bir kuş olarak geçtiği gibi birçok duygunun dile getirilmesinin sembolü olarak da yer alır. Bu üçlemede geçen turna motifi ya da allı turnanın çağrılması, tüm seslerin habercisi ve o seslerin yayılmasına aracılık edecek bir metafor olarak yer alıyor.
“İçimdeki Ateş” şarkısında geçen “içimdeki bütün sesler, içimdeki nefesler senin yanında, belki vardın belki yoktun, belki azdın belki çoktun…Sanki zaman beni koydu senin yanına” sözleri ve şarkıda tekrarlanan “içimdeki ateş” ifadesi, çoklu okuma yapabilmemize olanak sağlıyor. Tüm seslerin ve nefeslerin senin yanında olması, insan neslinin tarihteki yolculuğuna veya bugüne kadar aktarılan tüm seslere bir gönderme olarak yorumlanabilir. Elbette insanı ve içindeki ateşi anlama, evreni anlamaya çalışmanın bir yansıması. İnsanın içindeki ateş de, bu bilinci, gördüklerini yanında taşıyarak aktarmasından kaynaklanıyor. Ses, maddenin taneciklerini titreştiriyor ve bu şekilde yayılıyorsa, insan da buna dahil değil midir? Nihayetinde insan da bir titreşim, evrenin içindeki atom parçacıklarından biri değil mi?