Celal Başlangıç

Celal Başlangıç

Bindik bir alamete, gidiyoruz kıyamete

Bindiğimiz ‘alamet’le gittiğimiz ‘kıyamet’, ‘Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi’yle üçüncü sınıf bir Ortadoğu diktatörlüğüne doğru çıkılan yolculuktur.

Sultan ll. Mahmud tahta oturmuştur.

Mısır Valisi Kavalalı Mehmet Ali Paşa, tahta oturması nedeniyle bir armağan gönderir padişa.

1823 yılında İstanbul Limanı’na yanaşan bir gemiyle gelir ll. Mahmud’un armağanı.

Bu Habeşistan’da yakalanmış bir zürafadır.

İstanbullular, ilk kez karşılaşacakları bu hayvanı görmek için can atmaktadırlar.

Limanda zürafayı büyük bir kalabalık karşılar.

"Enderun ağaları, tantanalı bir biçimde padişahın huzuruna çıkartılan zürafayı seyretmek üzere Beşiktaş sahilindeki Çinili Meydan’da toplanırlar. Zürafayı şaşkın gözlerle seyretmekte, bir yandan da Allah’ın kudretine şaşmaktadırlar. Başı öküze, boyu deveye, gövdesi ise kaplana benzeyen bu ‘beygir’in kimliği, ağalar arasında ciddi tartışmalara yol açmıştır."

İstanbullular ilk kez gördükleri bu hayvanı hayranlıkla izlemektedirler.

Habeş Mehmet Ağa, "tanışma töreni"ni başlatır:

"Zürafa müteyemmen (uğurlu) ve mübarek bir hayvan olup onu eliyle tutarak, bir kere gezdiren Müslüman, yeryüzünde hiçbir zarar ve ziyan görmez."

Hazırladığı komplo gereği hayvandan çok korkan Abdi Bey’e doğru bakarak seslenir:

"Haydi, Müslüman olan gelsin, zürafayı şöyle bir gezdirelim. Kim bu hayvanı gezdirirse cennete gidecektir."

Padişahın "Memuldür" (cesaretlidir) sözü üzerine kendini eller üstünde bulan Abdi Bey, zürafanın üzerine oturtulur.

Abdi Bey’in paniğinden, bağırmasından, yakarmasından korkan zürafa huysuzlanarak İshakiye Köşkü’ne doğru koşmaya başlar.

Bu telaşe arasında Abdi Bey’in padişaha seslenişi duyulur:

"Ahret hakkını helal eyle efendimiz. İlk menzilimiz ecel beşiğidir. İşte bindim, gidiyorum. Elvada." (Kaynak: Yusuf Çağlar, 1453 İstanbul Kültür Sanat Dergisi)

İşte rivayet odur ki "Bindim bir alamete, gidiyorum kıyamete" sözü "Padişahın Küpeli Çavuşu" Abdi Bey tarafından İstanbul’a ilk kez gelen bu zürafanın üzerinde söylenmiştir.

Şimdi Türkiye de tam olarak hayatında ilk kez gördüğü zürafanın üzerine binen Abdi Bey durumundadır.

Nereye gittiği belli değildir ama kesin olarak "alamet" belirmiştir.

Bu "alamet" ne olduğu, nereye varacağı belli olmayan Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi’dir.

Zaten baştan sistemin başına geçen Erdoğan’ın ilk "öngörüleri" tam tersini göstermiştir.

16 Nisan referandumundan beri Erdoğan’ın anlattığı bir sistem vardı.

"Yeni sistemde koalisyona fırsat olmayacak."

Özellikle 1990-2000 yılları arasında Türkiye’nin koalisyonlardan gördüğü zararları anlatıp artık koalisyonsuz bir döneme geçileceğini "müjdeliyor"du Erdoğan.

Birincisi, Erdoğan’ın "istikrarsız" dediği 1990-2000 arasındaki 10 yıllık süreçte Türkiye, ikisi yerel, ikisi genel olmak üzere toplam dört seçim görmüştü.

Oysa "tek parti iktidarı" denilen 2010-2018 yılları arasında Türkiye referandumlarıyla, yerel, genel ve cumhurbaşkanlığıyla tam dokuz seçim gördü.

2019 yerel seçimleri erkene alınırsa, Türkiye sekiz yılda 10 seçim görmüş olacak. İşte AKP "istikrarı" bu!

Aslında "kıyametin alameti" buydu Türkiye için; "tek parti istikrarsızlığı".

Çünkü Erdoğan; sistemi, kurumları zorlaya zorlaya, toplum mühendisliği yapa yapa kendi üzerine uygun bir rejim diktiriyordu acemi terzilere.

Sonunda ilk acemilik meyvesini verdi ve ne idüğü belirsiz Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi’nin ilk dayanak noktası çöktü.

"Koalisyonsuz Türkiye" Erdoğan sayesinde hayal oldu.

Bırakın seçim sonrasında yapılacak bir koalisyon, seçim öncesinde "ittifak" adı altında koalisyon yapmak zorunda kaldı Erdoğan.

Bundan sonrasında da, seçim öncesi MHP ile yaptığı koalisyonu sürdürüp sürdürmeyeceği, yoksa hafiften "yeşillenen" İYİ Parti ile yoluna devam edip etmeyeceği bile belli değil.

Kesin olan şu ki, Erdoğan’ın "Bu sistemle koalisyonlara son veriyoruz" tesbiti çökmüş, yeni sisteme ilişkin öngörüsü tamamen yanlış çıkmıştır.

Başka bir "öngörüsü" de yanlış çıkmıştır Erdoğan’ın.

Seçimden önce "Bunda iddialıyım, enflasyon birilerinin dediği gibi domates-salatalık işi değildir" diyordu.

Haklıymış, enflasyon "soğan ve patates" işiymiş. Bunu da görememiş Erdoğan.

"Başkan" seçilince enflasyonu da, faizi de indireceğini söylüyordu ekonomi biliminin kurallarını altüst ederek:

"Enflasyonun bir numaralı sebebi faizdir. Faizi düşürdünüz, enflasyon da düşer!.."

Ancak görünen o ki dövizle birlikte faiz, faizle birlikte enflasyon tavan yaptı.

Yani şu ana kadar Erdoğan’ın hiçbir "öngörüsü" tutmadı.

Aslında gittiğimiz "kıyamet"in, yani "Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi"nin ilk "alametleri"ydi bunlar.

Şimdi giderek "alamet" artıyor, "kıyamet" büyüyor.

Şimdi yeni sistemin yapı taşları döşeniyor.

24 Haziran seçimleri ile başlayan yeni dönemin yapılanmasına ilişin ilk KHK yayınlandı.

Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluşundan bu yana çıkartılan çok sayıda kanunda yer alan "İcra Vekilleri Heyeti", "Bakanlar Kurulu ve "Başbakanlık" sözcükleri "Cumhurbaşkanı" ve "Cumhurbaşkanlığı’nca" olarak değiştirildi.

Bu zamana kadar bütün "öngörüleri" yanlış çıkan tek bir adam Türkiye’nin her şeyiyle ilgilenecek.

Mesela bazıları...

Tıbbı müstehzaratlardan...

Ecnebi memleketlere gönderilecek talebelerden...

Hapishane ve tevkifhanelerden...

İcra ve iflastan...

Çeltik ekiminden...

Radiyoloji, radiyom ve elektrikle tedavi ve diğer fizyoterapi müesselerinden...

Bazı maden hurdalarının dışarı çıkarılmasının yasal edilmesinden ve satın alınmasından...

Zeytinciliğin ıslahı ve yabanilerinin aşılattırılmasından...

Denizde zabt ve müsadereden...

İspirto ve ispirtolu içkiler inhisarından...

Sıtmanın imhasından...

Devlet mezarlığından...

Madalya ve nişanlardan...

Tütün, tütün mamulleri ve alkol piyasasının düzenlenmesinden...

Böyle bir durumda hakikaten zürafa üzerine binmiş Abdi Bey’in çığlığını duymamak mümkün değil:

"Bindim bir alamete, gidiyorum kıyamete."

Böyle durumlarda da aklıma Niyazi Bey geliyor.

Resneli Niyazi Bey...

Dağa çıkarak ihtilalin ilk kıvılcımını çakmıştı.

Partisi İttihat ve Terakki iktidara gelince hiçbir ikbal talebinde bulunmadı, köşesine çekilmek istedi.

Ama yine de kendi iktidarları için engel olarak gördü onu İttihat ve Terakki’nin şefleri.

Bu nedenle de kendi korumalarına öldürttüler Resneli Niyazi Bey’i.

İşte o yüzden de Niyazi Bey’in durumu için üretilmiştir bu söz:

"Ne şehit oldu, ne de gazi; bok yoluna gitti Niyazi."

Şimdi iki sözü bir araya getirmenin zamanı.

Bindiğimiz "alamet"le gittiğimiz "kıyamet" Türkiye’yi tek adam rejimine teslim etme projesi olan "Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi"yle üçüncü sınıf bir Ortadoğu diktatörlüğüne doğru çıkılan yolculuktur.

"Ne şehit ne de gazi" olacak da Niyazi Bey değil, daha demokratik olması için çabaladığımız Türkiye Cumhuriyeti’dir.

Önceki ve Sonraki Yazılar
Celal Başlangıç Arşivi