Erol Köroğlu
Bir kötülük hikâyesi: Zücaciye dükkânında filler
Bu hafta, Kemal Yalçın’ın Hayatta Kalanlar’ı aracılığıyla “kötülükle yüzleşmenin yolları” üzerinde duracak, başkahraman Agop Yalçın ve çevresiyle yapılan söyleşilere dayanarak yazılan bu belge-romanın yüzleşme konusunda bize nasıl olanaklar sunduğunu tartışacaktım. Bu konuyu haftaya bırakmak zorundayım. Yine bir kötülükten söz ediyor olacağım ama bu tam da şu anda olmakta olan bir kötülük olacak. Türkiye’de bu konudaki gündem elbette çok yoğun ama ben bunlardan bir tanesi, çalıştığım üniversite olan Boğaziçi’ndeki bir örnek üzerinde duracağım.
Bu kötülüğü tam olarak açıklamadan önce, oldukça karmaşık geçmişini anlatmak istiyorum. Çok ilginç bir geçmiş bu. 11 yıl önceye, 2011’e uzanıyor. Nobel ödüllü araştırmacılar çıkartmakla kalmayıp bizatihi Nobel Tıp ödüllerini veren ve dünyanın ünlü araştırma merkezlerinden biri olan İsveç’teki Karolinska Enstitüsü, Paolo Macchiarini adlı yıldız bir sentetik organ nakli profesörünü kadrosuna ilave ediyor. Macchiarini, bu son derece gelişmiş akademideki uzmanlarla takım çalışmasına girerek bir soluk borusu ameliyatı gerçekleştiriyor. Kanserli bir Afrikalı hastanın soluk borusunun sorunlu kısmı alınıp onun yerine kendi kök hücresinden geliştirilmiş hücrelerle kaplanan sentetik bir parça takılıyor.
Macchiarini, izleyen dönemde Karolinska Enstitüsü’nün farklı kadrolarıyla buna benzer iki ameliyat daha yapacak. Hatta bunlardan üçüncüsü Türkiye’den genç bir kadın. Macchiarini, ilk ameliyatının hemen ardından da, sürece katılan pek çok uzmanın yazar olarak katkıda bulunacağı bilimsel makaleler hazırlanıp yayımlanması işine girişiyor. Akademik alanda bu çok önemli bir iştir ve özellikle temel bilimler, tıp ve mühendislik alanlarında yüzlerce yazarlı makaleleler üretilir. Bunlar zorlu hakem süreçlerinden geçerek bilimsel alana ulaşır ve sonraki araştırmalar için okunup kullanılmaya başlanırlar.
Macchiarini’nin ilk ameliyatının önce çalışma ve sonra ilk makale için yazarlar takımına katılan araştırmacılar arasında, o sırada enstitüde çalışan bir Türk hocanın doktora öğrencisi olan Tolga Sütlü de var. Tolga Sütlü ve doktora danışmanı Evren Alıcı, tıp doktorları tarafından alınan hücre örneklerinin teknolojik bir araç aracılığıyla “karakterizasyon” denen bir işlemini yürütüyorlar. Soluk borusunun sorunlu parçasının sentetik kopyası İngiltere’de üretilmiş mesela. Bunu kaplayacak hücrelerin, hastanın kök hücresi üzerinden çoğaltılması başka bir uzman grubu tarafından yapılmış. Tolga Sütlü’nün dahil olduğu grup bu aşamalara laboratuvar desteği veriyor. Ve tüm bunların ardından, nakledilecek sentetik organ hazır olunca ameliyat yapılıyor ve başarılı oluyor.
Macchiarini, ameliyattan beş ay sonrasında, onlarca yazarı dahil ettiği ve bu ameliyatı anlattığı makaleyi hazırlayıp önde gelen bir dergiye yolluyor. Dergi makaleyi sorunlu buluyor ve yayımlamayı reddediyor. Bunun üzerine hemen bir diğer ünlü dergi, Lancet’e başvuru yapılıyor. Makale bir iki ay sonra orada yayımlanıyor. Tolga Sütlü bu makalenin yazarlarından biri. Bir doktora öğrencisi için o kadar inanılmaz bir şey ki bu! Doktora çalışmanız ve danışmanınız aracılığıyla, belki Nobel’e kadar gidebilecek bir araştırmaya dahil oluyor ve bunun hakkındaki önde gelen bir bilimsel dergi yayınına, sizi ilgilendiren kısım üzerinden yazar olarak katılıyorsunuz.
Macchiarini, özellikle bu ameliyata dayanan ama farklı yazarlar içeren beş makale daha yayımlayacak. Tolga Sütlü bunların hiçbirisinde yok. Fakat hemen 2012’den itibaren kara bulutlar belirecek ve bizzat ilk makalenin birincil yazarlarından birkaç isim araştırma, ameliyatlar ve sonrasıyla ilgili ihlal ve sorunlar tespit ederek şikayetlerde bulunmaya başlayacaklar. Karolinska Enstitüsü, ilk olarak 2014’te bu şikayetlerle ilgili bir araştırma yaptıracak ve o araştırma 2015’te Macchiarini’yi hatalı bulacak. Fakat enstitü yönetimi o sırada eleştirilebilecek yönleri olmakla birlikte Macchiarini’yi suçsuz bulduğunu ilan ediyor.
2016’da bir İsveç televizyon kanalında yayımlanan bir belgesel üzerine, 2017’de enstitü yeni bir araştırma süreci başlatıyor. O araştırma 2018’te tamamlanıyor ve Macchiarini liderliğinde üretilen altı makale hakkında ayrıntılı bir değerlendirme hazırlıyor. Ancak bu değerlendirmenin aslan payının birinci makaleye ait olduğunu belirtmek lazım. Refik Halit Karay’ın Mütareke Dönemi anılarının başlığı Arapça bir tamlamadır: “Minelbap İlelmihrap.” Caminin kapısından mihraba kadar demek. Yani baştan sona ve hiçbir parçasını dışarıda bırakmadan demek oluyor. Bu rapor tam olarak böyle ve İngilizce raporun tamamına buradan erişebilirsiniz.
Rapor gerçekten bir sanat eseri. Olayın her aşamasını ve tüm aktörlerini, ulaşılan sonuçları ve bunlarla ilgili dayanakları 38 sayfa içerisinde anlatıyor. Günümüzdeki ileri teknolojiye dayalı, çok disiplinli ve çok aktörlü araştırmanın her tür ayrıntısı ile buradaki her bir unsurun etik uygunluğu konusunda bir ders metni olarak okunması, çalışılması gereken bir metin bu. Olayı anlamamıza dönük ilerideki romanların ya da filmlerin temelini de oluşturacak bu çalışma. Bu çalışma ne yapıyor sonuçta? Altı makaleyi de sorunlu buluyor ve yayımlandıkları dergilerden geri çekilmesine karar veriyor. O makalelerin aldığı tüm yüksek etkili atıflar Karolinska Enstitüsü’ne yazılmıştı ve enstitü bunlardan gönüllü olarak vazgeçiyor. Buraya dikkat etmek lazım. Ayrıca tüm makale yazarları hakkında üç yargı grubu oluşturuyor.
Macchiarini ve diğer ameliyat yürütücü tıp doktorları “scientific misconduct”a yol açmakla suçlanıyorlar. Bunu “bilimsel (açıdan) kötü/uygunsuz davranış ya da suiistimal” olarak çevirebiliriz. Son derece ağır bir suçlama bu ama tanımlamakta zorlandıklarını raporu yazanlar da teslim ediyorlar. Özellikle Macchiarini verileri çarpıtmak, diğerlerini yanlış yönlendirmek ve belli biçimlerde davranmaya zorlamak gibi noktalar üzerinden ağır suçlar işlemiş durumda. Rapor da bunların ağırlığını hiç gizlemiyor. Hatta makale yazarlarından olan bir köstebeği, her şeyin ortaya çıkmasına yol açtığı halde bu şekilde yargılamaktan yine de kaçınmıyor.
İlk makaleyle ilgili ve aralarında doktora öğrencisi Tolga Sütlü’nün de olduğu 31 yazar “blameworthy” olarak niteleniyorlar. Bunu “kabahatli ya da kusurlu” olarak çevirmek mümkün. Bu geniş gruptakiler, araştırma ve makaleye kendi kısıtlı işlevleri üzerinden katkı koymuşlar. Bilgiyi çarpıtmak gibi bir suçlama yok bunlara karşı. Kusurlu bulundukları yön, makaleyle ilgili hakem eleştirileri geldiğinde ve sorunlar ortaya çıktığında lider yazarları sorgulamamaları ve en sonunda başka az sayıdaki geri çekilen yazarın davranışını örnek alıp isimlerini geri çekmemeleri. Üçüncü grup ise her iki suçtan da uzak buldukları az sayıdaki yazarı kapsamakta.
Macchiarini ve bu süreçle ilgili diğerlerine neler olduğunu okumak için şu geniş arşive bakabilirsiniz. Fakat ben kusurlu bulunan yazarlardan, Tolga Sütlü’nün hocası Evren Alıcı’nın bugün hâlâ aynı enstitüde çalışmaya devam ettiğinin altını çizeyim. Bu süreçte genç doktora adayı Tolga Sütlü’ye ne oluyor peki? Doktorasını tamamlayıp Türkiye’ye dönüyor ve lisans eğitimini aldığı Sabancı Üniversitesi’nde öğretim üyesi olarak çalışmaya başlıyor. 2018’de burada ayrıntılarını ele aldığım rapor ilan edilince de, durumu Sabancı Üniversitesi yönetimine bildiriyor. Onlar da bunun bir sorun oluşturmadığını kendisine bildiriyorlar. Sütlü, bir süre sonra, bu kurumdaki yöneticisiyle anlaşamadığı için, oradan ayrılıp Boğaziçi Üniversitesi Moleküler Biyoloji Bölümü’ne başvuruyor.
Sütlü, Boğaziçi’ne başvurusunda, söz konusu geri çekilen o ilk makaleyi özgeçmişinden çıkartıyor ama durumu da Boğaziçi Üniversitesi’nin demokratik ve anayasayla güvence altına alınmış özerk, şeffaf ve denetlenebilir yönetim anlayışıyla oluşturulmuş işe alım jürisine aktarıyor. Okul dışından üyelerin de yer aldığı jüri durumu değerlendirdikten sonra ortada bir sorun görmüyor ve Sütlü’yü açılan kadroya uygun görüyorlar.
Sütlü, 21 Eylül 2022 tarihli bir karar yazısıyla, Boğaziçi Üniversitesi atanmış rektörü Naci İnci tarafından işinden çıkartıldı. Bu işten çıkartmanın ayrıntılarını bizzat Sütlü’nün dilinden dinleyebilirsiniz
Tam da dönemin başında “Türk Edebiyatında Modernleşme” dersinde 19. yüzyıla bakarken işe 1839 tarihli “Tanzimat Fermanı”nı okuyarak başlıyoruz. Henüz modern yazı dilinin geliştirilmediği bu dönemde yazılan fermanın ilk cümlesi bir buçuk, ikinci cümlesi bir sayfaya yakın ve üçüncü cümlesi bir paragraf. Ondan sonrakiler normal uzunluklarda. Sütlü’nün sözleşmesini uzatmayan rektörlük yazısı bana fermanın bu durumunu hatırlattı.
Gerçi ferman kompozisyon açısından çok daha başarılı. Çünkü rektörün yazısı akış sırasına göre önce Sütlü’nün makalesini 2019’daki iş başvuru dosyasına koymadığını söylüyor. Ayrıca bu makalenin geri çekilip kendisinin kabahatli, başka yazarların bilimsel suiistimalden sorumlu bulunduğu bilgisini gizlediğini ekliyor. Bu durumun, konu basın yayın organlarında yer alınca açılan bir soruşturma üzerinden tespit edildiğini de belirtiyor. Rektörün yazısı, Sütlü tüm bunları maksatlı olarak gizlediği için ilk atama sürecinin sakatlandığını belirtip, ondan sonra harika bir geçişle, geri çekilen makalenin insan sağlığı ve yaşamı üzerine olumsuz sonuçları ve hatta makaleye konu edilen hastalar öldükleri halde sağlıklıymış gibi gösterildiklerini söylüyor.
Aslında Sütlü’nün makalesinde tek hasta var. Rektörlük yazısının tüm süreçle ilgili kafası karışık. Yukarıda söylediğim rapor konuyu çok daha dikkatli ve rektörlük yazısından farklı yazmakta. Fakat rektörün, Sütlü’nün sözleşmesinin yenilenmemesiyle ilgili son gerekçesi en çarpıcı olanı: Yurt içi ve yurt dışı basındaki iddialara dayanarak…
Bu müthiş. Çünkü yurtiçinde bu konu geçen Haziran’da yandaş medyada çeşitli çarpıtma ve yalanlarla ele alındı. Sütlü bunların tümünü yargıya taşımış durumda. Fakat biz de bu noktada işin bam teline varmış oluyoruz. Bir yanda Sütlü’nün de sayısız ders çıkardığı, hepimizin dikkatle inceleyip yararlanacağımız bir süreç var ortada.
Akademik araştırmayla ilgili çok şey öğreniyor ve bol bol düşünüyoruz. Yukarıda anlatılan Karolinska Enstitüsü raporu bunu mükemmelen yapıyor. Öte yanda, bunu siyasal mücadelede kalleşçe bir lekeleme aracı olarak kullanmaktan, çamur at izi kalsın lafını şiar edinmekten kaçınmayan algı bükücülerin abuk sabuk bir yalanlar zincirine dönüştürmesi… Boğaziçi Üniversitesi’nin atanmış rektörü yazdığı metinde, raporu okumadığını, sürecin ayrıntılarına hâkim olmadığını ve verdiği kararda temel dayanağının yalan üreticisi yandaş medya olduğunu ortaya koymuş oluyor.
Zücaciye dükkanına girmiş filler benzetmesi bana hep sevimli gelmiştir. O koca kulaklı, uzun hortumlu, iri ve sevimli devler güzelim narin cam işlerini bilmeden, istemeden tuzla buz ediyorlar. Çok eğlenceli. Ama sadece çizgi filmlerde. Gerçek hayatta oluyorsa, bunun adı kötülüktür ve söylenecek daha pek çok laf var. Bu lafları söylemeye devam edeceğiz tabii. Üniversiteyi bir yıkım projesinin bir parçası, bir ideolojik savaş alanına çeviren anlayışla mücadele edeceğiz.
Tolga Sütlü’yle ve işinden ettikleri, ders vermesini engelledikleri ve sürekli lekelemeye çalıştıkları tüm hocalarımızla birlikte. Biz Boğaziçi Üniversitesi’nde bir kez daha kabul etmiyoruz, vazgeçmiyoruz. Kötülüğe rağmen. Arz ederim.