Bitlis Hadisesi ve Gerçekler

'Bitlis Hadisesi' ismiyle anılan ve Şeyh Selim, Şeyh Şehabeddin, Seyyid Ali’nin öncülük ettiği hareket, 1914 Mart'ında Bitlis'te cerayen etti.

Mele Selim ya da Melekânlı Selim; aslen Genç Zazalarından olup sonradan Bitlis Hizan'a yerleşmiş alim bir zattır.

Hizan'daki Nakşi tarikat lideri Seyyid Sıbğatullah'ın halifelik verdiği az sayıda bir kaç kişiden biri de torunu Şeyh Şahabettin'di. Küçüklüğünden beri Şeyh Şahabeddin'i kollayan ve O'ndan halifelik alan Mele Selim de kısaca Halife Selim olarak tanındı.

Seyyid Sıbğatullah (Arvasi) ise halifeliğini Mevlana Halid'in halifelerinden Seyyid Taha-yi Nehri'den (ö.1853) almış, 1870'de vefat etmiştir. Hizan Gayda'da medfundur.

Hizan yöresinde "Ğaws-ı Hizan" olarak hürmetle yad edilen bu Nakşi-Halidi şeyhin Celâleddin, Bahaüddin, Hasan ve Nur Muhammed adlarında oğulları vardır.

Şeyh Şahabettin; Seyyid Nur Muhammed’in büyük oğludur.

Seyyid Ali, Seyyid Celaleddin’in oğludur. Zeynelabidin ve Kamran İnan'ın dedeleridir.

Tarih tekerrür mü ediyordu?

Aralarında Fransa ve İngiltere'nin de bulunduğu ama Rusya’nın başını çektiği "Düvel–i Muazzama"nın baskıları sonuç vermiş. 8 Şubat 1914’te İttihatçı Sadrâzam Said Halim Paşa hükümetiyle "Yeniköy Mukavelesi" imzalanmıştı. Kürtlerin yine görmezlikten gelindiği bu anlaşmaya göre Osmanlı; "Vilâyât–ı Şarkiye Islahatı" adı altında Kürdistan coğrafyasında sadece Ermeni Milleti için ulusal hakları da içeren bazı reformlar yapacaktır.

Vaktiyle 93 Harbi'nden sonra imzalanan ve Ermeniler lehine maddeler içeren 13 Temmuz 1878 Berlin Antlaşması'nın da kattığı huzursuzlukla Şeyh Ubeydullah önderliğindeki Kürdler isyan etmişti.

36 yıl sonra imzalanan Yeniköy reform mukavelesi; yine Kürtlerin ihmal edilip sadece Ermeni Toplumunun dikkate alındığı yeni bir antlaşmaydı. Bu defa da Hizanlı Kürd liderler tepkiliydiler.

Üstüne; İttihatçıların vergilerde ciddi artışa gitmek, bazı medreselere müdahale etmek gibi yersiz uygulamaları da var olan huzursuzlukları pekiştirdi. Kürdler, devlete özellikle hayvan vergisini vermek istemiyor, silahlarını teslim etmek istemiyorlardı. Hizan'da tekkesi bulunan Seyyid Ali, kendisinden birikmiş vergilerini ödemelerini isteyen Bitlis valisine verdiği biraz da uyarı tonlu cevabında;

Nüfuzlu bir tekkenin lideri olduğunu, her yıl binlerce fakir, seyyah, yolcu, hacı ve müritleri keselerinden ağırladıklarını ve atalarından bu yana vergiden muaf tutulduklarını hatırlatarak usulünce "Hayır!" diyordu.

Bitlis valisi ile vergi vermeyen Hizan Şeyhlerinin araları böylece soğuktu.

Şêx Ubeydullah'ın aksine

Şêx (şeyh) Selim'in hadiseden önce kurduğu diplomatik ilişkiler sonuçsuz kalmış, isyan sırasında ciddi anlamda ne Ruslardan destek görmüş ne de yerli Ermenilerden. Kürd önderlerinin hatta, isyanın üç liderinin bile ortak bir mutabakata vardıkları söylenemez.

Jîn Dergisinde Bitlis Hadisesi

İsyandan sadece 5 yıl sonra yayımlanan

Jîn Dergisinin 10 Nisan 1919 yılı 16. Sayısında Hizanlı yazar, doktor Law Reşid (25 serhildanı nedeniyle idam edilen Kürd entelektüeli Kemal Fevzi-Fewzî'nin ağabeyi) olayı tüm çıplaklığıyla aktarmıştır:

"Sorunun fena bir renk ve şekil alacağını anlayan Bitlis Valisi Mazhar Bey, Mela’nın il merkezine getirtilmesi ve bir uzlaşma sağlanarak sorunun çözülmesi için, hükümet adına Mela’nın kayınbabası olan Kadiri şeyhlerinden Şeyh Nasreddin’i, halk adına da Küfrevizade Şeyh Abdülhalık Efendi, Müftü Efendi ve tekkelerin yönetimiyle görevli Nakîb Efendi ile yörenin eşraf ve ileri gelenlerinden oluşan 10 kişilik bir özel heyet gönderiyor.

Heyet Xumaç’a varınca Seyyid Ali’yi de orada bulur. O gece heyet onuruna bir çay ziyafeti yapılır ve sorun tartışılır, Heyet üyeleri, Mela’ya, başvurduğu harekattan vazgeçip hükümete boyun eğmesini, eğer kalkışmayı ve anlaşmazlığa düşmeyi zorunlu kılan nedenler var ise, bu nedenleri belirli istekler şeklinde hükümete bildirmesini anlatarak, kendilerinin de bundan yana olduklarını eklerler. Seyyid Ali de heyetin görüşünü destekleyerek, Mela Selim’e, fikrinden vazgeçmesini ve girişimlerinin temelsiz, boş olduğunu söyler ve daha da ileri giderek memnunsuzluğunu şu sözlerle belirtir:

Hoca, ne yapıyorsun! İp benim boğazıma girer!

Ne var ki bütün bu açıklamalar ve sözler, Hoca’nın sabit fikri üzerinde hiç bir etki bırakmaz. Mela Selim, arzusundan hiç bir şekilde vazgeçmeyeceğini anlatmak için şu karşılığı verir:

– Vali Bitlis’te ne duruyor! İşte Musa Bey bize vali!

Bu sırada dışarıda toplanmış olan kalabalık arasında, "Kürdler üzerine iki top ve iki tabur asker sevk edileceği" söylentisi yayılınca, ortalığı heyecan kaplar ve heyete karşı saldırıya geçilmek bile istenir; ancak Seyyid Ali buna engel olur. Heyet döndüğü gibi, Seyyid Ali de Mela Selim ile birlikte Bitlis’e gelir; değişik yerlerde misafir olarak otururlar. Fakat Mela Selim, sorunun bu türlü bir çözüm yolu ile kapanmasını istememiş ya da hükümete güvenememiş olacak ki, bekleyiş ve heyecan içinde bulunan Kürdlere seslenen bir mektup yazarak gönderir ve bu mektubunda, Seyyid Ali’nin asıldığından, kendisinin de asılmak üzere olduğundan söz eder. Söylentilere göre bu mektup, kasabayı çevreleyen karakollar tarafından ele geçirilip alıkonur.

Vali, sinirleri yatıştırmak ve kuşkuları gidermek için o gece Seyyid Ali’yi tekrar Hizan’a gönderir; arkası sıra Mela da döner. Bunun üzerine Şeyh Şehabeddin de Xumaç’a gelir. Sağlam kaynaklara dayanılarak belirtildiğine göre orada, Mela’nın ısrarı üzerine, Valiye, Şeyh Şehabeddin’in mührü ile mühürlenen ve tehditler içeren bir mektup yazılarak, Feqî Mistefa aracılığıyla gönderilir.

Bu mektup üzerine, o zamana kadar uzlaşıcı davranan Vali, güce gereksinme olduğunu hisseder, ve daha önce silahlı güç isteyip de Mela’nın kasabaya gelişi üzerine bunun ertelenmesini istemiş iken, yeniden güç gönderilmesini ister. Ancak bu tavır, Van Valisi Tahsin Bey ve İstanbul’daki o zamanın yöneticileri üzerinde olumsuz bir etki bırakır ve Vali Mazhar Bey görevden alınarak yerine Siirt Mutasarrıfı Mustafa Abdulhalık Bey atanır…"

Kürd güçleri 20 Mart'ta Bitlis il merkezine girerler. Gidişatın kötü olduğunu gören Bitlis valisi tarihte ilk kez Emevilerin tecrübe ettiği bir taktiği sahaya sürer ve bir sopanın ucuna Kur'an-ı Kerim'i veya ayetlerini geçirip isyancılara gösterir ve istekleri yerine getirilecek vadiyle onları oyalamayı başarır. Vali beklediği ek destek gelinceye dek zaman kazanırken Şeyh Şahabettin valinin sözüne kanıp vakit kaybetmeye başlar.

Bu arada Muş'tan gelen destekle İhsan Paşa komutasındaki devlet güçleri Bitlis'i kuşatır ve yıkım başlar...

Çatışmalar 10 Nisan'a kadar devam etse de Kürdler bir netice alamaz. Hadisenin sonunu yine Law Reşid anlatır;

"Çarpışmalar sırasında Kürdlerden 8-9, askerlerden de bir o kadar ölü ve yaralı düştüğü gibi, halktan da kaza sonucu olarak 20 kadar kişi ölmüş ve yaralanmıştı…

Hizan üzerine yürüyen Osmanlı askerleri hiç bir karşı koymaya uğramadan doğruca Hizan şeyhlerinin mezarlıklarının ve tekkelerinin bulunduğu Gayda’ya ulaşmışlar ve Seyyid Ali tarafından olağanüstü bir saygı ile karşılanarak ağırlanmışlar; Seyyid Ali, kovuşturma hareketi süresince Padişahın askerlerini beslemişti. Kovuşturma sonucu olarak 300’e yakın kişi tutuklandığı gibi, Seyyid Ali de, "sadece merkezde bulunması gerektiği"nden söz edilerek Bitlis’e getirtilip tutuklanmıştı…"

Bitlis Meydanı çığlık çığlığa

Sıkıyönetim Mahkemesinin idam kararı verdiği 28 kişiden

Seyyid Ali, Şeyh Şehabeddin, Feqî Xelil ve başkaları Gökmeydan’da;

Şeyh Şirin, Mela Muhyeddin, Feqî Cindi ve başkaları da Çarşı Meydanı'nda asılmışlardı. (6-10 Mayıs 1914)

Ayrıca 150 kişi de Sinop, Ankara, Sivas ve Medine’ye sürgün edilmişlerdi…" (Jîn Dergisi)

Hareketin lideri Mele Selim ise birkaç arkadaşı ile bir süreliğine Bitlis Rus Konsolosluğuna sığınır. Birinci Dünya Savaşı'nın patlak vermesi üzerine bir görüşe göre kendi isteğiyle, diğer bir görüşe göre konsolosluk binası basılarak teslim alınır ve İttihatçılar, savaş dolayısıyla çıkarttıkları aftan O'nu yararlandırmayıp Kasım 1914'te idam ederler.

Ayaklanma esnasında devlet güçleri safında yer alan Şeyh Ziyaeddin, Şeyh Abdülbaki, Hacı Necmeddin Efendizade Şemseddin, Şeyh Fethullah, Şeyh Alaeddin, Hacı Fazıl Şeyh Mehmed gibi Zatlara ödül olarak beşinci dereceden mecidiye nişanı takdim edildi.

Karıştırılan Meseleler

Olayın aktörlerinden, dönemin yazışmalarından ve görgü tanıklarının ifadelerinden anlaşılan odur ku;

Bitlis Hadisesi, Şeyh Said Hâdisesi'nde olduğu gibi millî kodlar barındırsa da ağırlıkla dini hassasiyetlerden çıkan tepkisel bir ayaklanmadır. Zaten dini karakterli olaylarda rahatlıkla millî motifler görmek veya tersi durumda millî karakterli olaylarda dini kodlar okumak her zaman mümkündür. Geçişkenlik doğal ve fıtrîdir.

Garo Sasuni, ayaklanmadan önce 1913'de Ermenilerle Kürd aktörlerin geniş bir özerklik gibi siyasal maddeler de içeren bir antlaşmaya vardıklarını iddia etmiş fakat herhangi bir belge gösterememiştir.

Bediüzzaman ve Mele Selim

Seîdê Kurdî veya nam-ı diğer ile Bediüzzaman Said-i Nursi'nin Bitlis Hâdisesi münasebetiyle takındığı tavır merak konusudur. O'nun; hareketin aktörlerini dindar ve muttaki gördüğü hâlde hadiseyi "neticesiz" olarak değerlendirdiği biliniyor.

Molla Selim'in, Bediüzzaman'ın Hocası olduğu veya Nursi'nin Mele Selim'in öğrencisi olduğu iddiası doğru değildir.

Bediüzzaman'ın Münazarat isimli eserinde "biçare şair" dediği Mele Selim, kendisine üstad olarak kabul ettiği zatlardan değildir. Belki; "Nakşî üstadım" dediği kişi, Mele Selim'in de halifelik aldığı Nakşi tarikatının Hizan şeyhlerinden olan Seyyid Sıbgatullah'ın oğullarından Seyyid Nur Muhammed ismindeki Zattır.

Halife Selim'in "Hürriyet" konusunda Bediüzzaman'la fikir ayrılığı yaşadığı doğru fakat bu ihtilâfın Seîdê Kurdî'nin isyana katılmama tavrında belirleyici olduğu savı yanlıştır.

Kürd şair Cegerxwîn'in (Hayat Hikâyem; Evrensel Yayınları) de belirttiği gibi

Mele Selim; hürriyeti küfrün bir özelliği ve nefsani arzulara düşkünlük olarak yorumlayıp ateşe girmeye sebep görüyor ve İkinci Meşrutiyeti ilan ettikleri için İttihatçılara karşı çıkıyordu.

Bediüzzaman ise; hürriyeti imanın bir gereği ve Rahman'ın, insana bir hediyesi olarak gördüğü için İttihatçıları değil, Hürriyet İnkılabı denilen Meşrutiyeti alkışlıyordu.

Mele Selim'in kendisine yardım için Nursi ile doğrudan görüştüğü veya kendisine mektup yazdığı ispatlanmamıştır. Elimizdeki verilere göre görüşme, Van'da (Wan) yüz yüze Mele Selim'in arkadaşları ile gerçekleşmiştir.

Mele Selim'in küçük oğlu Şeyh Hasan Fehmi'nin ağzından aktarılan ve Bediüzzaman'ın isyana katılmadığı için pişman olduğu şeklindeki rivayet de doğru değildir. Nevzat Bingöl (Bitlis İsyanı ve Şeyh Selim)

Çünkü; hadiseden yıllar sonra 1948 Afyon Mahkemesi'nde Nursi, hareketi değerlendirmiş ve Bitlis Hadisesi aktörlerinin tüm dindarlıklarıyla beraber kendisinin katılmama gerekçesini nazar-ı dikkate almadan isyana giriştiklerini ifade etmiştir.

"Eski Harb-i Umumi’den evvel, ben Van’da iken, bazı dindar ve muttaki zatlar yanıma geldiler, dediler ki: 'Bazı kumandanlarda dinsizlik oluyor. Gel bize iştirak et, biz bu reislere isyan edeceğiz.'"

"Ben de dedim: 'O fenalıklar, o dinsizlikler, o gibi kumandanlara mahsustur. Ordu onunla mesul olmaz. Bu Osmanlı ordusunda belki yüz bin evliya var. Ben bu orduya kılınç çekemem ve size iştirak etmem.' O zatlar benden ayrıldılar, kılınç çektiler, neticesiz Bitlis hadisesi vücuda geldi. Az zaman sonra Harb-i Umumi patladı. O ordu din namına iştirak etti, cihada girdi. O ordudan yüz bin şehitler evliya mertebesine çıkıp, beni o davamda tasdik edip kanlarıyla velayet fermanlarını imzaladılar." (Şualar; 14. Şua)

Görüldüğü gibi Nursi'nin "Bu, O" gibi işaret sıfatlarıyla belirttiği savaş öncesi Osmanlı ordusunun büyük çoğunluğunun müslüman oluşunu, yaklaşan cihan harbinin konjonktürünü nazara alarak suçun şahsiliği gibi temel bir hukuk kriteriyle de destekleyip bunun üzerinden gerekçelendirdiği hadiseye katılmama kararından duyduğu herhangi bir pişmanlık yok. Aksine zamanın kendisini haklı çıkardığını belirtiyor.

Bediüzzaman'ın Bitlis Hadisesi için verdiği bu cevabını, olaydan tam 11 sene sonra çıkan 1925 Şeyh-Şêx Said Hâdisesi'ne uyarlamak ise tam bir dezenformasyon örneğidir.

Bu önemli konuyu inşaAllah başka bir yazıda ele alalım.

 

Önceki ve Sonraki Yazılar
Arşivi