Deniz Durukan
Cehenneme hoş geldiniz
2017 yılında kurulan, ilk albümü Schlagenheim’i 2019, ikinci albümü Cavalcade'i 2021, üçüncü albümü Hellfire’yi (Cehennem Ateşi) 2022 yılında çıkaran yeni kuşak İngiliz rock grubu ‘black midi’ son yılların en dikkat çekici gruplarından biri.
Kışkırtıcı, kaotik, yıkıcı bir söylemi var. Farklı müzik türleri arasında geçişlerle dinleyeni şaşkına çeviriyor. Deneyselden progresif rock’a, post punk’tan kabareye, cazdan noise, elektroniğe, avangard metale varan geniş yelpazeli bir müzik sunuyor.
Aynı şarkıda birden fazla müzik türü arasındaki geçişler, dinleyenin şarkının sert ve yumuşak karnını; karanlık ve aydınlık tarafını bir arada görmesine neden oluyor. Ki grup da ‘her şarkının hem karanlık hem de aydınlık tarafı olmalı’ diyor. Dolayısıyla, her an her yöne kayabileceğiniz kuralsız bir yapıyla, aşırılıklarla karşılaşmanız mümkün.
Son albüm 'Hellfire’da bu özellik çok keskin bir şekilde işleniyor. Sözler de bu doğrultuda parçalı bir anlatımla ilerliyor. Dinleyende rahatsız edici ve tuhaf bir his bıraktığını söylemek gerek. Bu eklektik tavra, 'Hellfire' albümünde kirli bir sound da ekliyor ‘black midi’. Bunda, albümün teması kadar, şarkılarda yaratılan “nahoş” karakterlerin de etkisi var. Açgözlülük, savaş, çürüme, sömürü, ayrımcılık ve eşitsizliğin yarattığı şiddeti, o kirli soundla, irkiltici bir anlatımla sinematografik olarak veriyor.
Grubun solisti Geordie Greep, Hellfire’da yazılan şarkıların yaşanmış, gerçek olaylara dayandığını ve abartılarak anlatıldığını söylüyor. Abartı, o sözünü ettiğim aşırılıklar olarak karşımıza çıkıyor.
Her zaman bir şeyler vardır. Ama bunun için kapıyı açıp içeri girmek gerek. ‘black midi’, albüme adını veren ve açılış şarkısı olan Hellfire ile kapıyı açıyor. Ama dinleyiciyi davet etmiyor, kolundan çekip içeri sokuyor. Ve kapıyı hızla kapatıyor.
İçeride yeni bir tümsek, yeni bir ten, bir işitme kaybı, bir tümör, ağrıyan bir uzuv, bir korku bekliyor sizi. Ama bir serap da bulabilirsiniz… Şarkı böyle diyor. Buradan kaos çıkar elbette. ‘black midi’nin istediği de bu. Yarayı kaşıyor. O halde hoş geldiniz cehenneme! ‘black midi’nin anlattığı tam da bu: İnsanın cehennemi.
SEYİRCİ KAZANDI
Her şeyin parçalanıp bölündüğü, sonra da yutulduğu bir dönemde ‘black midi’, cehennem ateşiyle parçaları toplayıp birleştiriyor. Bu anlamda, bütüncül ve konsept bir çalışmayla karşı karşıyayız. Her şarkının bir hikayesi ve kurgulanmış karakterleri var.
Bir önceki albümleri Cavalcade’de de çeşitli hikayeler ve karakterler yaratılmıştı. Cavalcade albümünde müzikal olarak özellikle John L şarkısı Hellfire’ın ayak seslerini taşıyordu. Hellfire albümü John L. şarkısındaki dokuyu, hissi genişletiyor, tüm albüme yayıyor.
Mesela Hellfire’da öne çıkan 'Sugar /Tzu' adlı şarkı distopik bir gelecekten sesleniyor. Şarkının klibinde yaratılan gerçeküstü atmosfer hayli etkileyici. Hikayenin odağında bir boks maçı ve oldukça sert görüntüler var. Şarkının müziği temanın sertliğine karşın romantik, yumuşak vurgularla, yer yer caz öğeleriyle ilerlerken birden sertleşip sizi ringe fırlatıyor.
Başta da söylediğim gibi, sertten yumuşak duygulara, karanlıktan aydınlığa geçişler ritimlerle çok iyi verilmiş. Şarkı boksörlerden birinin genç bir çocuk tarafından öldürülmesi etrafında dönüyor. Katilin gözünden anlatılıyor. Ancak sıradan bir olaydan söz eder gibi anlatıyor.
Bu biraz da bugün içinde bulunduğumuz çağın üzerimizde yarattığı hissizlik duygusunu da kapsıyor. Şarkının asıl meselesi, seyirciye istediği öldürücü vuruşu ya da nakavtı göstermek. Şarkıdaki şiddet unsurunun amacı, seyircinin içinde, pusuda bekleyen şiddeti ortaya çıkarıp yüzüne vurmak bir anlamda.
Parçadaki “seyirci kazandı” vurgusu, aslında buna gönderme. Klip David Lynch filmlerindeki mekanları, bakışı, yarattığı o tekinsizlik hissini anımsatıyor. Absürt olanı da işaret ediyor ‘black midi’ her şarkısında. Ama şarkılarında gerçeğin üstü hiçbir zaman örtülmüyor, gerçek, estetize edilmeden, olduğu gibi veriliyor.
Bu rahatsız etme hali kimi zaman karnaval havasında, kimi zaman da eski müzikallerin tadında tınlıyor kulağımızda. İlk etapta bu durum, o melodiler sayesinde gerçeğin romantize edildiği duygusunu yaratıyor, ama değil. Aslında, gerçeğin gözümüzün önünde dans etmesini anlatmanın bir başka yolu bu. Zaman zaman, anlattıkları kitsch bir dünyanın ortasına savuruyor bizi.
'Eat Men Eat' şarkısında ise, kaybolan arkadaşlarını aramak üzere yola çıkan eşcinsel bir çiftin başından geçenler anlatılıyor. Kaybolan arkadaşlarını bulamazlar ancak karşılarına çıkan bir maden işletmesinde, işçilere verilen son akşam yemeği için hazırlanan bir sofrada bulurlar kendilerini.
Maden ocağının iblisinin, yani kaptanın bir planı vardır. İşçilerin yemeklerine zehir koyar. Kaptanın işçileri zehirlemesinin nedeni, midelerinden çıkan asidi şarap yapımında kullanma isteğidir.
Kuşkusuz bu neden absürt ve aşırı gelebilir. Ancak patronlar emeğinizden çalıyorlarsa, midenizdeki asitten niye faydalanmasınlar? Bu açgözlü sistem bizim kolumuzu, bacağımızı, etimizi yerken, elbette midemizdeki salgılara da sahip olmak isteyecektir. Çünkü kâr hanesinin dolması gerekir.
Şarkı, bu anlamda yeme ve sömürme üzerine kurulu. Eşcinsel çift, kaptanın tavırlarından şüphelendikleri için çok az yemişlerdir. Onlar bu “eski cehennemden”, “yeninin kahramanları” olarak kaçıp kurtulmaya çalışırken, homofobik kaptan da tehditlerini savurur arkalarından. Şarkı hem her anlamdaki sömürüyü, ayrımcılığı anlatır, hem de o sömürünün bekçilerini iblis, düzeni de cehennem olarak işaret eder.
EN İYİ ŞOVU KİM YAPACAK?
Aslında albüm boyunca her şarkıda cehennemin mekanlarını ve iblislerini görürüz. Welcome To Hell şarkısında da Er Tristan Bonga karakteri üzerinden savaşlar sorgulanır. Şarkının en vurucu sözleri: “ülken için ölmek savaş kazandırmaz/ ülken için öldürmek savaş kazandırır”. Savaşın mantığı, korkaklık ve cesaret ikiliğiyle veriliyor.
Grubun şarkılarında ikilikler, zıtlıklar birbirini tamamlayan öğeler olarak kullanılıyor. Müzikleri de aynı anlayışı içeriyor. Farklı tarzlar arasındaki geçişler, solist Geordie Greep’in hem teatral hem agresif yorumu, yine davulcu Morgan Simpson’un hız ve yavaşlığı aynı anda yaratması, bas gitarda yer alan Cameron Picton’un da bu tavırla enstrümanına sarılması müthiş bir atmosfer yaratıyor.
Albümün kapanış şarkısı olan 27 Soru’da, kurgu karakter, yaşlı müzisyen Freddie Frost’un vasiyetini açıkladığı son konseri konu ediliyor ve Frost, dinleyicilerine, “hayatınızın son gösterisi için toplanın” diye sesleniyor.
Şarkının liriği sorular ve sorgulamalar üzerinden görkemli bir kapanışı vaat ediyor. “Cennette, dünyanın ahlakı hâlâ geçerli mi? Yoksa hayvan ve insan arasındaki uçurumu kapatabilir miyim? Evrensel gerçek diye bir şey var mı? Rahibeler zina yapar mı? Bilim insanları dua eder mi? İrade gerçekten özgür müdür?” gibi sorular bunlar. Şarkı sözlerinin kışkırtıcı ve imgesel olduğunu söylemek gerek.
Final şarkısı tüm albümün meselesinin özeti. Ahlak, günah gibi bir takım kavramlar sorgulanıyor, etik öne çıkartılıyor. Aslında kutsayıp yüceleştirdiğimiz, anlamlandırdığımız bir çok şeyin vidalarını gevşetiyorlar.
Bunu da, büyük bir kalabalık önünde yapıyorlar. Düşesler, kontlar, dilenciler, pezevenkler… Herkesi o büyük şova, kendisinin hayata son kez tutunuşunu izlemeye hazırlıyor Frost. Zaten izleyen ve izlenen ikiliği ‘black midi’nin ana meselelerinden biri.
Buradan yola çıkarak şu soruyu sorabiliriz: En iyi şovu kim yapacak, ölen mi, öldüren mi? Ve seyirci, acaba kimi alkışlayacak?