Aydan Gülerce
CHP’de değişim geyiği, sivri boynuzlar ve sağır kulaklar
Türkiye’nin büyük seçiminin üzerinden neredeyse iki hafta geçti. Artık tamamen dev bir dedikodu kazanına dönmüş medya fokur fokur kaynamayı sürdürüyor. Zaten bu kanallara taşınan siyaset sularındaki ne çamurlu bulanıklık ne de çalkantılı akıntılar durulmak biliyor.
SEÇİM SONRASI KILIÇDAROĞLU SESSİZLİĞİ
Kurumsal muhalefet bir yandan derin bir sessizliğe büründü. Bir süre sözde “iç-hesaplaşmalar” için, her zamankinden daha çok kendi içlerine çekilip kapandı. Ve tabii bu da toplumsal muhalefetin kendilerinden beklentilerinin en artmış olduğu bir dönemde oldu.
Dolayısıyla da canla başla veya “Her şey çok güzel olacak”, Bahar gelecek” gibi büyük umutlarla çalışmış oy verenler salt seçim sonucundan ötürü düş kırıklığı yaşamadı. Kılıçdaroğlu’nun ilk teşekkürü ve mücadeleye devam edeceğiz konuşması onları kesmedi.
Tersine, bu sonucu kabullenmekten başka çare olmadığını görenlerde bile kendi eleştiri ve taleplerinin dikkate alınmamış olması daha büyük bir dışlanmışlık ve önemsenmemişlik hissini pekiştirdi, beklentisiyle birlikte tatminsizlik de arttı. Dahası, yılların “kaybeden” muhalefete karşı birikmiş öfkesi zirve yaparak, hem partinin de genel başkanı olarak ve hem de kimilerince tüm hatalı kararların sorumlusu olarak gösterilen Kılıçdaroğlu’na yöneldi.
Üstelik “sessizlik” filan da tam anlamda korunmadı elbette. Her zamankinden daha bile çok dışarıya yansıtılan doğrudan veya imalı ifadeler oldu. Zaten seçim gecesi İmamoğlu’nun sol kolu Yavaş’ın sırtında ve seçim sonrası açıklaması, onu da Kılıçdaroğlu ile arasındaki hızlanmış İstanbul-Ankara trafiği izledi. Medyaya “sızıntı” duyum haberleri ve eski/şimdiki milletvekillerinin görüşleri de muhtelif spekülasyonları coşturdu.
MYK üyelerinin istifaları, eski ve yeni üyeler, parti sözcüsü Faik Öztırak’ın “eski hamam, eski tas” sinyallerini veren açıklamaları, kaç dönemdir koltuğuna yapışmış milletvekilleri, vb konular “CHP umutsuz vak’a” düşüncelerinin üstüne tuz biber ekti.
Çünkü, halka bu seçim, bu dönem çok kritik diyenlerin, kendilerinin bunu çabuk unutmuş olduklarını veya yeterince idrak etmemiş olduklarını düşündürdü. Yani ne kadar oy yüzdesi toplanmış olursa olsun, Kılıçdaroğlu yine parti başında kalsa bile, CB ve TBMM çoğunluğunu kaybetmiş olmanın sebeplerinin yeterince iyi kavranmamış olduğunu anlattı.
NE OLACAK BU CHP’NİN HALİ?
Zira, şunun şurasında sadece iki hafta öncesine kadar (bir kısmı belki gerçekten inanmadan bile olsa!) sanki kazanılacakmış, demokratik kurtuluşa çıkaracakmış gibi peşinden gidildi Kılıçdaroğlu’nun. Şimdi bu şekilde siyaseti kişiselleştirerek ve tepkisel olarak kendisine yüklenilmesi ile ne CHP, ne seçmenleri, ne de genel anlamda muhalefet bir arpa boyu yol alır.
Çünkü geçen haftaki yazımda da tartıştığım gibi her memnuniyetsizlik duygusu veya ifadesi “eleştiri” değerinde sayılamaz. Zaten doğru dürüst ve hakça eleştiri yapamayan hiç bir bireysel, kurumsal ve toplumsal özne kolay kolay “özeleştiri” de yapamaz.
“Ne olacak bu CHP’nin hali?” sorusu kendimi bildim bileli gündemdedir. Hatta daha Kılıçdaroğlu genel başkan olmadan, adaylığı kesin olarak açıklanmadan iki gün önceki bir yayında “Asiye nasıl kurtulur?” gibi demiş - ve fakat ‘içimden o bile kurtulur da, CHP biraz zor’ diye geçirip, dememiş - idim.
Özellikle AKP iktidarı onun parti örgütlenme biçiminden tutun da halkla ilişkilerine kadar bakıp da öğrenmek için sadece ikinci yarısı Kılıçdaroğlu ile geçmiş CHP için yeterince uzun bir süreydi.
CHP uzmanı veya yakın takipçisi filan değilim. Fakat parti-içi demokrasi, iç tüzük, parti gelenekleri, teşkilatı, milletvekillerinin, yerel örgütlerin halkla, küçük/büyük iş çevreleriyle, bürokrasiyle, STK’lar ile ilişkilerindeki sorunlar KIlıçdaroğlu’ndan çok eskiden beri malum.
Ancak onun genel başkan olmasıyla birlikte bazı yapısal hususlarda önemli iyileştirmeler olduğu hep dillendirildi. Fakat Türkiye’de hiç bir partide tabandan merkeze demokratik temsiliyet ve yönetişim olmadığı , yasa ve toplumda siyasete ve siyasetçiye bakış da hep aşikardı.
Bu elbette Kılıçdaroğlu geniş zamanlı veya son seçim döneminde, CHP, Millet ittifakı, toplumsal muhalefet, vs. eleştirilmeyecek ve mevcut tablo analiz edilmeyecek demek değil. Tersine. Zaten bana kalırsa çok daha önceden, düzenli, sistematik ve şeffaf biçimde yapılması gerekiyordu.
CHP muhalefet ittifakının motor partisi olarak giderek her anlamda muhafazakarlaşan bir tablo sergiledi. Kısacası sosyal demokrat bir proje ve mevcut iktidara daha ciddi bir diyalektik alternatif olabilecek biçimde HDP ve Solda ittifakla ekonomiden adalete kadar daha cesur bir siyaseti yeğlemedi. Önce Millet İttifakı ve sonra Altılı Masa ile genişleyerek, daha da Sağa kayarak hep tuhaf ve klişe bulduğum “beş benzemez” parti ile muhafazakarlıkta benzeşti.
Dahası CHP ittifakta sadece Kılıçdaroğlu ile temsil edildi. Adeta kendi partisini kayırıyor muş gibi olmasın gibi bir görüntüyle hem ihmal edildi, hem de MV listeleri diğer AKP türevi yeni partilere “peşkeş çekildi”. Gerek parti içindeki, gerekse ittifak içindeki bazı temel ve demokratikleşmenin önünde bariz engeller olan çatışmaları çözmek yerine ertelemek veya inkar etmek yolu seçildi.
Elbette tüm ülke ve siyasi oluşumlar bölünmüşken, zaten kendi içinde kronik “hizipçilik” öyküleri ayyuka çıkmış tarihçesi ile, CHP’nin bugün de bundan muaf kalabileceği düşünülemezdi.
BOYNUZ KULAĞI GEÇER!?
Nitekim, seçim sonuçlanana kadar “diş sıkılarak” ve “sabredilerek” bastırılmış “değişim” talepleri, bu kez “en çalışkan nefer”, genç, dinamik ve parlak siyasetçi İmamoğlu önderliğinde ses yükseltti. Zaten muhalefetin CB adayı olarak Kılıçdaroğlu’na alternatif olarak İmamoğlu iki yıldır kamuoyu yoklamalarında tutuluyordu.
Onu “kazanacak aday” olarak görenlerin de çoğunlukla yenilikçi genç kafalı seçmenler olduğu söylenebilir. Artık CHP’de radikal bir “değişim” söylemini ve beklentisini daha çok parti dışından aldığı desteklerle İmamoğlu yerleştirdi. Henüz içinin nasıl doldurulacağı ve daha da önemlisi pratikteki karşılığının ne olacağı belirsiz.
Tabii başlıkta gençlerin argo tabiriyle “CHP geyiği” ifadesini kullanmamın diğer bir veya ana sebebi ise geyiğin boynuzlu ve dış seslere hassas bir hayvan olması. Ayrıca “boynuz kulağı geçer” sözünü de bilirsiniz. Boynuz, kulaktan sonra çıkıp onu geçtiği için, yeni neslin insanlığı bir öncekinden de daha ileriye doğru götürmesinin olağanlığını ifade eder.
Fakat Türkiye’de son 30 yılda ve AKP döneminde daha da bariz biçimde hızlanmış olarak, nesiller arasındaki psikosoyokültürel farklar çok fazla açıldı. Hatta sadece ekonomik anlamda orta sınıf tamamen yok olmadı; bu anlamda da yaşlı ve gençler arasındaki orta kuşak kadrolar adeta eridi. Dolayısıyla yeni ve eski nesiller arasında gerek kurumsal, gerekse toplumsal kültürü aktarıcı işlev görecek entelektüel bağlantılar da (mecazi anlamda elbette) yok oldu.
Ayrıca, henüz politik doğrucularca (ki çoğu henüz “genç” olduklarından, şaşırtıcı olmasa gerek!) pek dikkat edilmese de ülkede son yıllarda “yaşcılık” (ageism) da özellikle kentlileşmiş, eğitimli, seküler kesimde aşırı artmış vaziyette.
Kısacası, değişimcilerin metaforu olarak boynuzlar “sivrildikçe ve çatallandıkça”, heyecanlı eleştiriler içerik, biçim, biçem, zamanlama, muhatap alınanlar, doz, vb iyi ayarlanamayabiliyor. Oraya buraya odaksız ve eşgüdümsüz yayılabiliyor. Yine geçen hafta yazdığım türden tepkisel ve özdenetimsiz olabiliyor. Hatta zaman zaman nerede duracaklarını bilemeyip eski ve muhafazakar kuşaklara hem “küstahça” gelip “çizmeyi”/kulağı aşarken de özensizce çarpıp acıtabiliyor.
Bu da elbette zaten kemikleşmiş ve sağırlaşmış kulakların daha da tıkanmasına ve savunuculuğa yol açıyor. Her halükarda, her iki taraf da bir birlerinin değerlerinden yeterince beslenemiyor.
Sonuç olarak, “kuşaksız” ve “arada” biri olarak İmamoğlu’nun ve Kılıçdaroğlu’nun önemli açıklamaları beklenmekteyken ve duyduğum kadarıyla Karayalçın’ın değerlendirmelerini de gayet makul bulmuş olarak tamamlıyorum bu yazımı.
Fakat belirtmek isterim ki, yine kamusal alanda olup bitenlerden görebildiğim kadarıyla (ve daha önce de yazmış olduğum gibi) sanırım bu ülkenin siyaset tarihinde Kılıçdaroğlu’nun muhatap bırakıldığı “mobbing” ne başka bir lidere yapılmıştır, ne de başkası bu kadar iyi niyetli, saygılı ve tahammüllü olur.
Bence hepsinden önemli olan ise şu husus: Bugün CHP’de yaşananlar ve sanki Kılıçdaroğlu kilitlemiş gibi, onun havlu atmasıyla, İmamoğlu’nun partinin başına geçmesiyle, vb. çözülecekmiş havasında ele alınan kritik durum, Türkiye’nin genel kritik döneminden ayrı düşünülemez.
Kaldı ki, Cumhuriyet’in kurucu ve dünyanın da en eski siyasi partilerinden olan CHP’yi “ülkenin tipik ve simgesel bir aynası” gibi görememek ve onun sorunlarına da salt parti-içi yüzeysel yönetsel meselelermiş gibi yaklaşmak büyük hata olur. En azından kurum ve toplum için yeterince eleştirel ve dönüştürücü olmaz.
Zaten bilmem insanlar tam da bu mevsimde çıkan geyik boynuzlarının üreme sonrası döküldüğünü ve sonra yeniden çıkarken, yani yenilenirken biraz daha fazla çatallanarak çıktığını ne kadar biliyorlar.
Gelişmeleri hep birlikte izlemek ve değerlendirmek üzere o halde…
Aydan Gülerce: Psikoloji Lisans, Uygulamalı Psikoloji Master, Klinik Psikoloji Doktora ve Doktora-sonrası Psikanaliz eğitimlerini Hacettepe ve Fulbright burslusu olarak Denver ve New York Şehir Üniversitelerinde tamamladı. 1987’den bu yana Boğaziçi Üniversitesinde tam-zamanlı ve Cenevre, North Carolina, Rutgers, Columbia, Clark, New York ve Aalborg Üniversitelerinde de konuk profesör olarak görev yaptı. Yanı sıra çeşitli kurumsal danışmanlıklar, psikoterapi ve süpervizyon eğitimleri verdi, toplumsal sorumluluk ve araştırma projeleri yürüttü. Disiplinler arası akademik çalışmaları çok çeşitli konulardaki uluslararası yayınları ağırlıklı olarak ilişkisel ve dönüşümsel meta-kuram, eleştirel psikanaliz, kuramsal psikoloji, siyasi söylem çözümlemesi, öznellik ve bireysel-toplumsal dönüşümler üzerine. Toplumsal sorunlarımız hakkındaki analiz ve yorumlarını ise muhtelif dergilerde, Yeni Yüzyıl, Radikal, Daktilo1984 ve Politik Yol gibi gazetelerde yazdı.