Geçerli siyasi analiz ve diyalojik eleştiri toplumsal şifa için önkoşul

Felsefi açıdan “katı determinist”, “yüzeysel bilimcilik ve hayli geçersiz deneyci" metodolojik anlayıştan, Türkiye'de sosyal bilim ve toplum çok kaybetti bugüne kadar. Sağlıksız ortam patolojik boyutlara getirildi, komplo kuramcılığına çıkıldı.

Bu haftaki yazımda ülkedeki hasta siyasetin sıcak gündem konularından uzak durmak niyetindeydim. Hatta nihayet ikinci sezonunu da bir çırpıda izleyip beğendiğim Kulüp dizisiyle ilgili bir şeyler yazmaya başlamıştım.

Fakat, biliyorsunuz ekranlarda ve sosyal medyada, özellikle de İP’lilerce giderek daha da sık tekrarlanan, hatta adeta kafalara kazınmak istenen bir ezber kanı var. Bu sözde “seçim-sonrası siyasi analizlerden” biri ile biraz önce X’te karşılaştım. Baktım ki postu (yoksa postayı mı demeli?) koyan, önceleri Medyascope ve Twitter’da yorumlarına rastladıkça bazılarını çok yerinde bulduğum bir akademisyen, ilgisiz kalamadım.

Derhal kendi kavram-pratik bakış açımdan da kafamdakiyle ilişkilendirdim. Dolayısıyla da yazımın içeriği için aniden çark ettim. Hatta TR’deki sayısız ego-merkezci siyasî veya diğer monologları, Musk öncesi veya sonrası bazı Twitter veya X kullanımlarını o kadar abuk ve algoritmasını da oldukça yararsız buluyorum ki, sözde “etkileşimli postları” okuma-yazma kronolojime göre aynen koymaya karar verdim.

Hatta okurken verdiğim iç ses yanıtlarımı da (böyle parantez içinde) koyacağım. Zaten hangilerini kaç kişinin “görmüş”(=okumuş? = anlamış??= üstünde düşünmüş???) olduğunun/olacağının istatistikleri apaçık ortada. Bakarsınız burada okuyanlar oradakinden bir tık fazla” olur.

Video klipli başlangıç postunu alıntılayım önce. Deniz Yurdakul: Tuncay Özkan'ın Erdoğan'ın oyu yüzde 26 gözüküyor dediği bu konuşma 24 Ocak'ta yapılmış oysa Onursal Adıgüzel Ocak ayında Genel Merkeze gelen anketlerde Erdoğan'ın oylarının Kılıçdaroğlu'nun önünde olduğunu görüyorduk dedi. Çok yazık çok, hayatımızla oynadınız. (Doğru! Fakat, o zaman nasıl “hayatımızla oynattırmamak” gerekiyordu ise, şimdi de “kafayı oynatmamak”, sonrası için hiç değilse bugün ders almış ve uyanık olmak gerekiyor. Kaldı ki kendi adıma bugüne kadar TR’nin anket ve bilimsel yöntem konularında hem cahil, hem de fetişist siyaseti hakkında kaç yazı yazdığımın kaydını tutmadım.)

Bunun üzerine Burak Bilgehan Özpek (BBÖ): Seçim sonuçları belli olana kadar, seçimlerin kesinlikle kazanıldığı propagandası pompalandı. (Hangi zaman uzamından başlıyor bu gözlem? Kim/ler tarafından ve nasıl?)

Bu tamamen bir despotluk stratejisiydi (Kimin?) ve Altılı Masa’ya yönelik en ufak eleştiri getirenler bile hain damgası yedi. (Kimler? Kimler tarafından? )

Bu insanlar topluma dövdürüldüler, linç ettirildiler. (Yine öznesiz ve popülist aşırı genellemeler!)

Masa kurulurken kimsenin aklına gelmeyen Kılıçdaroğlu adaylığı bu sayede organik, toplum tarafından desteklenen bir projeye dönüştü. (Halbuki daha masa kurulmadan öncesinden bile insanların aklında olağan ve “organik” olarak mevcut olan, olmayanlarınkine bile milletin önünde sıklıkla “çift ve paradoksal mesajlı” iletişimi öncesinde/sonrasında hep kullanan Akşener’in “Başbakanlık anonsu” ile de kafalara imayla sokulan demek çok daha geçerli ve yansız bir saptama olurdu bence.)

Bana sorarsanız Kılıçdaroğlu’nun etrafındaki çıkar çetesi seçimin sonuçlarından çok seçimin sürecini sevdiler. (Onlar her kimlerse, bana kalırsa da bu güzel tespit tüm muhalefet partileri ve oyuncuları için farklı derecelerde geçerli.)

Kimsenin hesap sormadığı, insanların histerik bir coşkuyla yönlendirmeye açık olduğu ve eleştiriden muaf kutsal bir lider kültünün inşa edildiği bu sürecin yıllarca sürmesini isterlerdi. (O gözlenene “histerik coşku” demek bence pek yerinde değilse de, daha önemli olan “yönlendirmeye açık” olan ve varsa eğer “açık olmayan” insanlarca mevcut o kültün nasıl sürdürüldüğünü anlamak!)

Şimdi aynı ekip, yerel seçimleri de benzer bir sürece dönüştürmek isteyecek. (Herkes her şeyi isteyebilir. Gerçeklerle yüzleşmek yerine istiyor da nitekim.)

Kılıçdaroğlu’na itiraz eden “günah keçileri, hainler, AKP ve 5li Çete’nin adamları” teker teker sindirilecek, reklam kampanyalarına ve güdümlü medyaya milyonlarca lira para harcanıp halk yeniden motive edilecek ve Erdoğan karşıtlığıyla travmatize edilen seçmen yeniden sandığa çekilecek. (Vay, vay, vay!)

Seçim gecesine kadar sürecek bir saltanat daha başlayacak. (Of, of, off… of ki ne off!!)

Nasıl olsa hiç kimse mağlubiyetten dolayı maliyet ödemediği ve pişkin pişkin sağa sola laf yetiştirmeye devam ettiği için seçim öncesi gördüğümüz aynı tiplemeleri yine göreceğiz sahnede. (O hooo; kirli siyasetle haşır neşir ola ola fena “burn out” olmuş bunlar…yazık yahu!)

İzlediğimiz şey estetik hiçbir tarafı olmayan siyasi bir porno, başka bir şey değil. (Bak işte bu da doğru…Yıllardır hep söylediğim artık daha kolay telaffuz edilir oldu medyada. İyisi mi açıktan yanıtlayayım bunu ben.)

Aydan Gülerce (AG): Burak’ın (@bozpek) güzel, katıldığım saptamaları olur. Fakat üzgünüm, çünkü:

  1. Bu türden az değişkenli, sığ, hızlı ve kesinlikle yanlı duran, Kılıçdaroğlu’nu (@kilicdarogluk) baş sorumlu gösteren yorumlar da oldukça yanıltıcı bir kaybediş öyküsünü “propagandist pompalar”.

  2. Üstelik aradan geçmiş onca zamana, yaşanmış olaya, analize, vs.ye rağmen tüm paydaşlara bireysel/kolektif siyasî içgörü kazandırmaz.

  3. Böyle ne İP, ne CHP, ne tüm kurumsal ve toplumsal muhalefet, ne iktidarı desteklediği için pişmanlık duyanlar, ne de özetle Türkiye zerre gelişebilir. Biter!

  4. Oysa soyut bilişsel kuram-pratik yetkinliği zayıf entelektüel sermayemiz açısından, tüm bu yaşananlar ve seçim sonrası hala inatla "siyaset" diye birikmiş bireysel/kolektif şiddet kusularak sürdürülen keşmekeş ÖZELEŞTİRİ ve KARŞILIKLI YÜZLEŞME yararına en ideal somut koşulları sunuyor. Acele etmeli!

  5. Ayrıca, seçim kaybedildikten sonra, yani geniş muhalefetin tek ortak fantazmı iktidarı devirmek gerçekleştirilmedikten sonra, yani “büyük veya geniş Türkiye ailesi babası” psikanalitik anlamda “öldürülemedikten sonra; iktidar rejimiyle baştan özdeş ve onu zamanla içselleştirmiş olan “küçük veya dar muhalefet ailesi” içinde, geçmiş ve şimdiki tarihi yok sayıp, bu öfkeyi Kılıçdaroğlu’na yönlendirmenin (=tipik “yer değiştirme” savunması!) ve “despot babayı öldürmeye kıyamıyorlar” gibi yorumların bu toplum için zerre yapıcı analitik/pragmatik değeri yok, ne yazık ki. Hangi “baba”? Dart hedefine konup kendi oku ile acımasızca saldırılan baba kimin ve ne babası? “Üvey baba” mı? “İskele babası” (“edilgen bürokrat” = devlet ajanı!) mı? “Baba”yı içselleştirmiş “büyük ağabey” mi? Hele önce ona bir karar vermeli.

  6. 6) Sonra da, şu izlemek zorunda bırakılarak sürekli medyatik tacize maruz bırakıldığımız, “estetik yanı çok çirkin olan siyasî porno” erkek erkeğe mi? “Kurgusu eril ve eşcinsel” olsa bile dişi oyuncusuz mu?

  7. Öyle dahi olsa, umut vaat edecek entelektüel bakış bir yandan ”popülist ve psikanalitik hevesli” kolaycı bir yorumla “despot babayı öldürmek” klişesini "ona kıyamıyorlar" diye sürdürürken, eğer eşzamanlı olarak "babayı çoktan gömmüş olan ana"yı ve/ya "işbirlikçi ablayı" da değil "öldürmek", dinamik siyasî ilişkilerdeki son derece belirleyici katkılarını "ideolojik/partizan körlük" ile görmezden gelirse eğer veya mesafeli ve daha cesurca yüzleşemezse, ne kendisi ne de Türkiye özerkleşip özgürleşebilir.

Kısacası, bu ülkede seçmen nasıl siyasetçiyi geçtiyse, sinemacısı da siyaset bilimcisini çoktan aştı. Lütfen “Cici”yi ve “Kulüp”ü bir de bu gözle yeniden izleyiniz.

Veya şunu okuyunuz.

BBÖ: Hocam çok değişkenli dediğiniz şey tek bir açıklayıcı değişkenden türeyen intervening variable’lar. Bu sadece ana değişkenin, yani muhalefeti kendi ikbal hırsı ve çıkarı için istismar edenlerin failliğini gizler ve örtük bir Kılıçdaroğlu propagandasıdır.

AG: Bu kesin ifade öncelikle dikkat çekmek istediğimi daha da güçlü biçimde destekliyor açıkçası. Özellikle de takipçilerin akademisyen şapkanla konuşuyorsun diye ciddiyetle izlediği için, şunun altını çizmek isterim:

Felsefi açıdan son derece “katı determinist”, “yüzeysel bilimcilik ve hayli geçersiz deneyci metodolojik anlayıştan zaten, TR’de sosyal bilim ve toplum çok kaybetti bugüne kadar. Ve sağlıksız ortam patolojik boyutlara getirildi, ucunda da sadece kuşkuculuk düzeyinde güvensizliğe, muhakeme bozukluğuna ve komplo kuramcılığına çıkıldı.

Kaldı ki siyasetin böylesine “kişiselleştirilmesi” bir yana, bu kadar sağlıksız siyasî ve kirli medyatik ortamda herhangi bir siyasetçinin bu türden “kişilik teşhisi” ile sebep-sonuç çözümlemesini ne psikopolitik, ne tarihsel, ne toplumsal, ne de kolektif vicdan açısından geçerli görebiliyorum.

BBÖ: Determinist değil hocam aksine birimlerin failliğine vurgu yapıyorum ve onların başka türlü sonuç üretebilecek bir süreci kendi çıkarları için istismar ettiklerini ve yönlendirdiklerini düşünüyorum. Ben de şunun altını çizmek isterim ki, yaftalamak akademik bir tarz ve bilimsel bir yöntem değildir. Sürecin kronolojisi, aktörlerin beyanatları, ortaya konan metinler ve nihayetinde seçim sonuçları dışında bir veri ile konuşmuyorum. Bir hipotezim var ve veriler bunu doğruluyor. Sizin ayrı bir hipoteziniz ve veriniz varda lütfen onları öne çıkararak cevap verin.

AG: Belli ki bu iletişim diliminde metot (geniş anlamda!) olarak bile benzer bir kavramsal çerçeve, dil veya tanımlarla ve odaklanarak konuşmuyoruz. Yoksa ben de faili, yeri-zamanı belli görüşlerimi, başta Kılıçdaroğlu ve CHP olmak üzere ciddi eleştirilerimi, böyle post-hoc yargıyla değil , süreci 3 seneye yakın ve akışı olabildiğince yakınen izleyerek ad-hoc yazdım.

En önemli ve geri dönüşsüz “değişken” zamandır kısacası; “demir tavında dövülür”. Ayrıca “teşhis” doğru olsa bile, bu “tedavi” için asla yeterli değildir. Yöntemleri de ayrıdır. Zaten fark orada!


Aydan Gülerce: Psikoloji Lisans, Uygulamalı Psikoloji Master, Klinik Psikoloji Doktora ve Doktora-sonrası Psikanaliz eğitimlerini Hacettepe ve Fulbright burslusu olarak Denver ve New York Şehir Üniversitelerinde tamamladı. 1987’den bu yana Boğaziçi Üniversitesinde tam-zamanlı ve Cenevre, North Carolina, Rutgers, Columbia, Clark, New York ve Aalborg Üniversitelerinde de konuk profesör olarak görev yaptı. Yanı sıra çeşitli kurumsal danışmanlıklar, psikoterapi ve süpervizyon eğitimleri verdi, toplumsal sorumluluk ve araştırma projeleri yürüttü. Disiplinler arası akademik çalışmaları çok çeşitli konulardaki uluslararası yayınları ağırlıklı olarak ilişkisel ve dönüşümsel meta-kuram, eleştirel psikanaliz, kuramsal psikoloji, siyasi söylem çözümlemesi, öznellik ve bireysel-toplumsal dönüşümler üzerine. Toplumsal sorunlarımız hakkındaki analiz ve yorumlarını ise muhtelif dergilerde, Yeni Yüzyıl, Radikal, Daktilo1984 ve Politik Yol gibi gazetelerde yazdı.

Önceki ve Sonraki Yazılar
Aydan Gülerce Arşivi