CHP’de değişim: Söylence, Söylenme, Söylenti ve Söylem

CHP’nin parti-içi örgütlenme, kurultay, genel başkan adaylığı, tartışmalarında, ne Kılıçdaroğlu’nun, ne İmamoğlu’nun, ne Özel’in, ne de CHP seçmenlerinin “değişim” sözlerinde içi doldurulmuş ve dolayısıyla da “analiz edilebilir bir söylem” filan var henüz

Okuyucular arasındaki bazı eski öğrencilerimden “Anababanız olamayacağıma göre, üniversite yerine anaokulu hocanız olsaymışım” gibi bir deyişime denk gelmiş olanlar vardır belki. Veya, yine ironik olarak insan-toplum yaşamına dair “müfredat dışı” ve son derece temel bir konu hakkında “bunu duymak veya öğrenmek için onca yıl beni mi beklediniz?” vb dememi.

Genel olarak “yetişkinleri eğitmek” zaten çocuklara bir şeyler öğretmekten çok daha zordur.

Özellikle de geleneksellikten ve zihinsel-tutumsal-davranışsal alışkanlıklarından kopamamış ülkelerde çok daha yoğun ve sistematik çabalar gerektirir.

Başka bir deyişle, bizimki gibi moderniteyle birlikte onlardan “kopmak”, “değişmek” veya “uzlaşarak dönüşmek” şöyle dursun, giderek de geleneklere, dinsel veya batıl itikatlara daha sıkı bağlanır olmuş bir toplumda özgül bilgi ve toplumsal pratikler ister.

Zamanla tekrarlana tekrarlana doğru/yanlış öğrenmeler pekişir çünkü. Onları “sıfırlamak” (undo) veya Yapay Zekadaki gibi “reset” yapmak, yenilerini yazıp yerlerine koymak hiç de kolay değildir. Üstelik eşzamanlı olarak, başka “otoriteler” ve “rakip” mecralar (örneğin, başka derslerdeki kitaplar, hocalar, sosyal veya ulusal medyadaki uzmanlar) eski bilinenleri, aşina olunanları destekleyen mesajları vermeyi ısrarla sürdürüyorlar ise.

Hele eğitimcileri eğitmek ve kanaatleri artık keçeleşmiş kanaat önderlerinin kanaatlerini değiştirmek, kemikleşmiş kurumları ve hele köklü siyasi partiler gibi bazı yapıları kökten dönüştürmek çok daha zordur.

Fakat Türkiye gibi son derece muhafazakarlaşmış ve “siyasi omurgası” adamakıllı “Sağa kaykılmış, skolyozlu” ve temel “toplumsal dönüşüm göstergeleri” istatistiksel olarak vasatın da altına inmiş “Sola kayışlı, çarpık” dağılımlı bir toplumda bile olanaksız değildir.

Elbette bu mesele “Ağaç yaşken eğilir” ötesindedir. Her yaşın, ortamın veya bireysel/kolektif öznenin kendilerine özgü belirli yeniden öğrenme yöntem ve “değişim” teknikleri vardır.

CHP

Nitekim ben de son zamanlardaki naçizane yazılarımda genel olduğu kadar, CHP’deki “değişim” meselesine de eğiliyorum. Salt medyadaki yoğun ilgiye paralel olduğu için de değil; Türkiye’nin demokratikleşme süreci gibi kendi kronik gündemimde ve mevcut siyasi tarihsel konjonktürde gerçekten de çok kilit ve akut bir mesele olduğu için.

O halde şimdi ana konu ve yazının başlığına döneyim. Yoksa “CHP’de değişememe” mi yapsaydım?

Geçen sefer çift anlamlı olarak “CHP’de değişim geyiği” deyişimi bazı akademik dostlarım “sert” bulmuşlardı. Fakat gördüğüm kadarıyla yapılan hala o.

Sadece “Ne olacak bu CHP’nin hali?” sorusu yine bana kalırsa hızla “Ne olamayacağı belli oldu artık” yılgınlığına dönüşmekte. Ve bu hiç iyi havadis değil.

Sosyal medyadaki bazıları gibi “cacık olmaz” deseler de, benim böyle bir şey demeden önce diplomalarımı filan “yemem”, tüm insani öğrenme ve mesleki deneyimlerimi “silmem” gerekir.

Belki “Havlayan köpek de ısırır”, “Balık her zaman baştan kokmaz”, “Ağlamayan çocuğa da meme verilir” vb çok tekrarlanmış geleneksel deyişlerimizi değiştirdiğim olur. Bunlara katılan katılmayan olursa da hiç aldırmam.

Fakat şunu çok rahatlıkla iddia edebilirim: “Değişim” demekle “değişim/dönüşüm” olmaz; sadece değişilir, dönüşülür! Hani “anlatılmaz, yaşanır” deniyor ya, biraz onun gibi işte.

Değişimin, dönüşümün parametreleri ayrıdır. Onlar üzerinde konuşulabilir ve muhtelif açılardan değerlendirmeler yapılabilir elbette. Yapılmalıdır da zaten.

Gelgelelim bu ülkede entelektüeller, aydınlar ve medyadaki halkı eğitimciler arasındaki farklı görüşler bir yana, daha gündelik bazı kavramlar bakımından bile “ortak dil” yok henüz.

Öyleyse yazı başlığımızı izleyerek aynı sözcük kökünden türetilmiş ve rastgele tüketilen bazı terimlere CHP bağlamında bakalım.

SÖYLENCE

Söylence fonetik çağrışımı her ne olursa olsun “efsane” filan gibi bir inanış anlatısı demek. Bu öykü tanrı, evrenin veya insanın yaratılışı, Big Bang gibi bir kuramsal olay, Osmanlı İmparatorluğu’nun veya Cumhuriyet’in kuruluş anlatısı, Atatürk gibi bir liderin kişiliği veya CHP gibi Cumhuriyet’in “kurucu partisi” hakkında olabilir.

Söylencelerin inandırıcılığı da kişide kişiye değişir elbette. Anlatanlar veya aktaranlar ile dinleyenler arasında bu açıdan farklar olması olağan. Özellikle de söylencenin patenti anlatıcının kendisine aitse, anlatılanların bilinçli veya bilinçdışı ve sahte veya sahici olmasına bağlı olarak, kendisi de içtenlikle inanarak anlatır.

Örneğin Erdoğan’ın tabanının yeterince inandırıcı bulduğu siyasi hikayelerini muhalefet yandaşları hiç bir zaman ikna edici bulmadığı gibi “irrasyonel” olarak damgaladı.

Öte yandan, son seçimde CHP’ye ve Kılıçdaroğlu’na oy vermiş pek çok seçmen de dün akşam Kılıçdaroğlu’nun “Değişime en açık parti CHP’dir.” demesine inanmak istese bile artık yeterince “umut yeşertici” bulamıyor.

Kendisi ise belli ki söylediklerine içtenlikle inanıyor. Zaten geçmişte de bu uğurda, yani CHP’nin parti yapısını değiştirmek, onun üzerinden TR toplumunu değiştirmek üzere canla başla ve çoğu kez de tek başına muazzam çaba sarf ettiği de biliniyor.

SÖYLENME

Eleştiri ve özeleştiri üzerine de yazmıştım yine bu köşede. Türkiye’de ne yazık ki her ikisi de şimdilik “anaokulu öncesi çocuksu” aşamada. Yani daha çok “kendi kendine mızıldanma, homurdanma ve “söylenme” şeklinde.

İnsanlar bazen de markette fiyatları yüksek bulanlar tezgahtara, kurumlarla ilgili şikayeti olanlar telefonda “müşteri/halkla ilişkiler” temsilcisine, devlet dairesinde memura, vb. söyleniyorlar. Eskiden içlerinden küfreder veya bela okurlardı. Şimdilerde ise Twitter’da filan ortaya karışık yazmak o işi görüyor.

Sosyal medya da zaten “sosyal” değil, hele “yeni kamusal alan” filan hiç değil. Sadece gayet meşru bir kolektif “söylenme”, “zihinsel mastürbasyon”, “ego tatmini”, “bedensel/zihinsel şov”, “çarpışma/savaş arenası” veya “kamusal tuvalet gibi bir ortak boşal(t)ma” (anonim olanlarda “sifon çekme” adabı filan bile yok zaten!) alanı. Neoliberal sürdürülebilirliği için kendi pazarını da baştan böyle kurgulamış, formatlamış ve genişletiyor.

İktidarla derdi olanlar muhalefet arıyor. Muhalefette aradığını (karizmatik lider?) bulamayanlar CHP’ye, CHP’de “değişim” isteyenler de İmamoğlu’ndan medet umup Kılıçdaroğlu’na, Kılıçdaroğlu da - belki hepsine içinden ve dışından da- iktidara söylenerek, kısır döngüyü sürdürüyorlar.

SÖYLENTİ

Herhangi bir toplumsal kurumun veya toplumun tamamının en temel ve kilit değişim/dönüşüm endekslerinden biri “iletişim”dir. Bir toplumda kitle iletişim, yani medya popülizmle vasatlaşmış ise zaten yozlaşma ve çürüme çoktan başlamış ve hızla bulaşacak demektir.

Devlet makamları, kurumlar ve partiler arası iletişim ise medya üzerinden ve aracılığı ile yapılmaya başlanalı da çok oldu. Tabii “bir kısım” diye ve “iyi/kötü”, “yandaş/muhalif” diye bölüneli de çok oldu. Son zamanlarda “ittifaklar içi ve parti içi iletişimin” de yine medyatör ajanlarca yapıldığına tanık olmaktayız.

Medyada imalar, yüz okumalar, beden dili analizleri, niyet okumalar, vb. çoğaldı. Olgulara değil “duyumlara yani söylentilere dayalı” sözde haber ve “kişisel fantezi ve spekülasyonlara dayalı” sözde yorum yapmalar havada uçuşuyor. Adeta norm oldu hatta.

Önce bunar değiştirilmeden ne CHP değişir, ne muhalefet, ne iktidar, ne de toplum elbette.

Fakat takvim kimsenin keyfini beklemez, değişir. Yerel seçimler de hızla gelir. Mega şehir, büyük şehir ve küçük şehir belediye başkanlıkları değişebilir.

SÖYLEM

Tabii önceki söylence, söylenme ve söylenti gibi benzer sözcük tanımlarını biraz da “söylem” terimine gelmek için yazdım. Birbirlerinden ayırt edilmeleri ve yerli yerinde kullanılmaları “yapısal-sistemik değişimler” için gerekli diye.

“Söylem” sıklıkla birisinin “sözü” ile, hele o birisi de bir siyasetçi ise “retorik” ile karıştırılıyor.

Örneğin, Kılıçdaroğlu’nun seçim öncesindeki “Sana Söz” kampanyası sadece bir retoriktir.

Dünkü “Ekrem İmamoğlu görevine devam edecektir…Tartışma bitmiştir… Önümüze bakacağız" ifadesi ise bir sözdür. Tabii ki tetikte bekleyen cımbızcı veya yorumcu medya için de ideal malzemedir, yani “babalık” bir sözdür.

Fakat her halükarda stresten, köşeye sıkıştırılmaktan, yalnızlaştırılmaktan, eleştirilerden bunalmış bir “pederşahi babanın ortama tepkisel ve nihai noktayı koymayı arzulayan bir sözdür.

Hatta bazı dilbilimcilerin inceleme birimi olarak alabileceği gibi – teknik terim olarak- “sözce” (utterance) doludur. “Söylem”i dar veya geniş anlamda tanımlayan çözümlemeciler için de son derece “otoriter” bir sözdür, evet.

Söylemin dilbilimsel açıdan da farklı tanım, odak veya inceleme birimleri söz konusu olabilse de, kendim daha çok Foucault ve sonrakilere daha yakın, fakat onunki gibi “iktidar/güç” odaklı olmayan eleştirel anlamda kullanırım.

Söylem her şeyden önce hem tarihsel olarak olumsal, hem de sistematik olarak anlam, bilgi ve eylemsel pratikler üreten, olabildiğince bütünsel bir ilişkiler örüntüsüdür. Dolayısıyla kendi tarihsel toplumsal epistemik, dilsel ve diğer mantıksal önkabulleri ve yapısı içinde anlamlı ve işlevsel olabilir ancak.

Sonuç olarak, ne en eski ve eskimiş parti CHP’nin parti-içi örgütlenme, kurultay, genel başkan adaylığı, vb. tartışmalarında, ne Kılıçdaroğlu’nun, ne İmamoğlu’nun, ne Özel’in, ne de CHP seçmenlerinin “değişim” sözlerinde böyle içi doldurulmuş ve dolayısıyla da “analiz edilebilir bir söylem” filan var henüz.

O bakımdan da işte ne iktidar ve yandaşları kıs kıs gülsün, ne de muhalefet ve yandaşları kusura baksın. Çünkü ülkece berbat ve acınası bir haldeyiz.

Belki işte görmüşlerse eğer, onlardan öğrendiğim argo ve sosyal/geleneksel medyada çok sık yapılan da zaten o olduğu için, “CHP’de değişim geyiği” demiş olmam öğrencilerimin hoşuna gitmiştir.


Aydan Gülerce: Psikoloji Lisans, Uygulamalı Psikoloji Master, Klinik Psikoloji Doktora ve Doktora-sonrası Psikanaliz eğitimlerini Hacettepe ve Fulbright burslusu olarak Denver ve New York Şehir Üniversitelerinde tamamladı. 1987’den bu yana Boğaziçi Üniversitesinde tam-zamanlı ve Cenevre, North Carolina, Rutgers, Columbia, Clark, New York ve Aalborg Üniversitelerinde de konuk profesör olarak görev yaptı. Yanı sıra çeşitli kurumsal danışmanlıklar, psikoterapi ve süpervizyon eğitimleri verdi, toplumsal sorumluluk ve araştırma projeleri yürüttü. Disiplinler arası akademik çalışmaları çok çeşitli konulardaki uluslararası yayınları ağırlıklı olarak ilişkisel ve dönüşümsel meta-kuram, eleştirel psikanaliz, kuramsal psikoloji, siyasi söylem çözümlemesi, öznellik ve bireysel-toplumsal dönüşümler üzerine. Toplumsal sorunlarımız hakkındaki analiz ve yorumlarını ise muhtelif dergilerde, Yeni Yüzyıl, Radikal, Daktilo1984 ve Politik Yol gibi gazetelerde yazdı.

Önceki ve Sonraki Yazılar
Aydan Gülerce Arşivi