Yeni ve Yine

Türkiye’nin demokratik bir kolektif özneye dönüşebilmesi için 2024’te en öncelikli görevi toplumun tüm alanlarına yaygın biçimde egemen olmuş “ya/ya da” diye bölücü yaşamsal savunma yöntemini aşarak değiştirebilmek olmalı.

Yine yeni bir yıla daha girerken yeni bir yazı ile yeniden merhaba.

Yeni” ve “yine” sözcüklerinin başka dillerdeki karşılıklarının aynı harf ve seslerden oluşmayışı Türkçe için tesadüfî bir şans mıdır bilmem. Fakat böyle poetik durumlar dil milliyetçilerinin umurunda bile değil. Zaten yazımda bu ikiliyi birlikte ele almak istemem de o konuyla zerre alakalı değil.

YENİ

Bilirsiniz, “yeni” kavramının evrensel olarak basitçe iki kullanım anlamı var:

Birincisi, daha önce mevcut olmayan, ilk kez üretilmiş, keşfedilmiş veya dikkate sunulmuş bir şeyi ve durumu anlatmak için.

Diğeri de halihazırda mevcut olanların ilk kez dikkat edilmiş, henüz fark edilmiş veya görülmüş olması halinde “yeni” demek.

Yani ilki nesneye ait bir özellik: Yeni yıl, yeni yüzyıl, yeni giysi, yeni saç modeli, yeni konut, yeni fiyat, yeni faiz oranı, yeni siyasî söylem, yeni parti ismi, yeni lider, vb. İkincisi ise daha çok öznenin kendisi ile ilgili.

Örneğin, son zamanlarda sıklıkla tekrarlanır olmuş klişe deyişte olduğu gibi, “değişmeyen tek şeyin değişim olduğu” doğrudur. Ve fakat özne bu nesnel değişimlerin veya “yeni” olanın ayırdında olmayabilir o farkındalık anına kadar. Her hangi bir konuda ancak o zaman aydınlanmış, bilinçlenmiş, içgörü geliştirmiş, vb. olabilir.

Elbette bunun tersi de geçerli: Yani özne “yeni” diye sunulanın eskinin aynısı, hatta onun daha da kötü, bozuk veya yetersiz bir kopyası olduğunu fark etmeyebilir.

Veya hiç ilgilenmeyebilir. Umursamayabilir. Yeniye, irdelemeye ve öğrenmeye bilinçli veya bilinçdışı bir tercih olarak kapalı olabilir. Türlü açılardan direnç gösterebilir.

Nitekim bunlar kişisel veya toplumsal muhafazakarlığın ve çürümenin baş göstergeleridir.

Fakat eskiye yapışıp kalmak da ne sebepsizdir, ne de işlevsizdir elbette.

YİNE VE UMUT/SUZLUK

Öte yandan, “yeni” genellikle umudu da kendi içinde barındırır. Sanki eski tamamen silinip, yaşamda sil baştan yeni bir sayfa açılacakmış gibi.

Açıkçası, “umut” da, “yeni” de, kişisel/toplumsal yaşamın sürdürülebilirliği için olmazsa olmazlardan.

“Eski” ise ne kadar uzun veya kısa zaman dilimini kapsarsa kapsasın, daha önce veya (şu) anda mevcut olan. Yani an biter bitmez artık “geçmiş” olur.

Dolayısıyla, “yine” sözcüğü bize eski olanı hatırlatır. Öncekinin veya bilinenin tekrarını ifade eder.

“Eski hamam, eski tas”, “tarih tekerrürden ibarettir” sözlerinde olduğu gibi. Her iki ifade de genellikle, hiç bir şeyin değişmediği, kolay kolay da değişemeyeceği serzenişi ile kullanılıyor.

Elbette bunlar eski veya mevcut koşullardan mutsuz olanların, bir şeylerin değişmesi için umudunu, heyecanını veya yaşam sevincini “yeni” olana bağlamış olanların düş kırıklık duygularının veya entelektüel sinikliğin dışavurumları. Karamsarlık, küskünlük, geri çekilme, arzusuzluk veya iyinin olabileceğine inançsızlık göstergeleri.

Tıpkı şimdi yaklaşan yeni yılın kendi, ülke ve dünya koşulları açısından kayda değer bir iyileşme getirmeyeceğine artık kanaat getirmiş olanların ortak duygusunda olduğu gibi.

Bu insanlara otomatik olarak “karamsar” veya “kötümser” denmesi yanlış. Zaten içlerinden kimileri de haklı olarak “Hayır, gerçekçiyim” diye düzeltiyor.

“ESKİ TÜRKİYE”

Türkiye’de çok yakın geçmişte muhtelif beklenti ve arzularla büyük önem ve anlam yüklemlenmiş bir genel seçim tecrübesi yaşandı.

Gerçi popülist ve otokratik iktidarların halkı umutsuzluk ve çaresizlik duygularına sürükleyerek kendi gücünü devamlı ve kendine (lütfuna) bağımlı kıldığı da sözde biliniyor(du).

Yine de, nüfusunun şimdi ayrıntılarına girmeyeceğim türlü sebeplerle anketlere yansımışların çok çok üstünde bir orandaki kesimi mevcut siyasi, ekonomik ve diğer toplumsal koşullardan aşırı ölçüde memnuniyetsiz idi. Ve bu yurttaşlar için için ülkede iktidar, hatta rejim değişikliği umudu ile siyasî muhalefete bel bağlamışlardı.

Kurumsal/toplumsal muhalefetin ciddi hataları ile çok önemli “toplumsal dönüşüm” fırsatları kaçırıldı. Dahası, bu kaybediş (daha önceki, hatta o hatalar yapılmadan önce “öngörü” ve “uyarı” niteliğinde defalarca açık seçik yazmış olduğum gibi) büyük seçimin çok öncesinden başladı. Toplumsal erime ve çürüme süreci göz göre göre, çaresizlik ve fakat son anlara kadar da cılız bile olsa iyileşme umudu ile izlendi.

Dolayısıyla, seçimden sonra geçen zamana rağmen, yapılmış yetersiz muhasebeler ve yenilenemeden yinelenen siyasî yanlışlar karşısında, halen de süregiden öznel hüsran, kızgınlık, umutsuzluk ve apati durumları gayet anlaşılır.

Gerçekten de Türkiye’nin genel hali çok önemli toplumsal ölçütler açısından gerek evrenselleşmiş, gerekse kendi kapasitesini gerçekleştirebileceği gerçekçi değerlere göre berbat. Gidişatın pek çok açıdan daha da kötü yönde olacağına dair pek çok da gösterge mevcut.

Böyle bir durumda yeni yılın “eski Türkiye”ye yeni umutlar getireceğini söylemek zor olabilir. Veya çocuk avutmak, kendini kandırmak, hamaset filan gibi okunabilir.

DEĞİŞİM VE DÖNÜŞÜM

Oysa “değişim ve dönüşüm” adına yeniden umutlanmak için sayısız vesile, sebep ve somut gerekçe de yok değil.

Fakat sanırım öncelikli olarak ve mutlaka kavranması gereken, öznelerin kendi(lerini) dışında tuttukları “muhalefetin” sadece (belirsiz) bir “nesne” olduğu.

Zaten nesnenin değişmesi veya “yeni” olması ile, özne yenilenmiş olamaz. Öznel duygunun ve arzu edilmeyen koşulların da değişebilmesi için, öznelerin kendilerini yeniliğin ve değişimin kayıtsız şartsız bir “organik bileşeni” yapmaları zorunlu bir gereklilik.

Nitekim Sokrates’in çok bilinen ve bugüne kadar çok tekrarlanmış olsa da anlam ve değerinden hiç bir şey yitirmeden gelmiş bir sözü belki de en zor gerçekleştirilen. Değişimi ve yeniyi ısrarla kendi dışındaki nesnelerde bekleyenler veya arayanlar için o sözü yinelemekte yarar olabilir mi, pek bilmiyorum açıkçası: Bir şeylerin değişmesini isteyen insan işe önce kendisinden başlamalı.

Bunun gerçekleştirilmesi zor geliyor. Çünkü Nietzsche’nin de hep vurguladığı gibi, insanların aşina bulmadıklarını “kötü” veya “yanlış” diye yaftalamaları ve kendi zihniyetlerine uyduramadıklarını “akıldışı “veya “irrasyonel” diye tanımlamaları çok yaygın. Ve kendi varsayımlarının, yargılarının, tutumlarının, vb. değil, onların değişmesini istemeleri ve beklemeleri çok daha kolay.

YİNE "YENİ SEÇİM" FIRSATLARI

Hiç kuşkusuz Türkiye’nin demokratik bir kolektif özneye dönüşebilmesi için 2024’te en öncelikli görevi toplumun tüm alanlarına yaygın biçimde egemen olmuş “ya/ya da” diye bölücü yaşamsal savunma yöntemini aşarak değiştirebilmek olmalı.

Bu süreci hızlandırmak gerek zihniyette, gerekse gündelik yaşam pratiklerinde değişimi gerçekten isteyenler için elbette olası:

Her şeyden önce, kişileri bir yana bırakıp iktidardaki mevcut kötü koşullara, egemen siyasî tutum ve davranışlara muhalefet edebilmeli.

“Eski” veya “yeni”, “geri/ci” veya “ileri/ci”, “biz veya onlar” gibi işlevsiz ve karşılıksız ezberleri yinelemeyi bırakabilmeli.

Bugün için “iyi”, “doğru”, “güzel”, “faydalı”, “sağlam” ve “geçerli” olanları radikal biçimde yeniden tanımlamalı ve mevcutları o gözlerle irdeleyerek değerlendirebilmeli.

İsterse 100. yıl olsun, sürekli akan zamanın yeni fırsatları da her an beraberinde getirdiği bilinmeli.

Tabii başka bir açıdan, ister yıl, mekan, kişi, ilişki, vs “yeni” olsun, hakikatte “yeni” denilenin sadece (unutulmuş) iyi, geçerli ve sağlam olan “eskinin” hatırlanmasından başka bir şey olmadığının da bilincinde olunmalı.

Dolayısıyla, neleri yinelemek, neleri yenilemek gerektiğinin ayırdına doğru varabilmeli.

Örneğin, üç ay sonra yapılması planlanan yerel seçimlerin öznelerin toplumsal değişimin daha dolaysız ve katılımcı parçası olabilmeleri için çok daha büyük ve kolay bir avantaj sunduğu peşinen kabul edilebilmeli.

Siyasî kurumsal muhalefetin de, iktidarın da muhtelif ittifaklar yapılmış, açık/örtük işbirlikleri dağılmış, veya sürdürülecek olsalar bile muhalefetin heterojenliği, dağınıklığı ve şaşkınlığı göz ardı edilmemeli.

Her hal ve karda, partizan siyaset terk edilebilmeli; kemikleşmiş kalıplar kırılamıyor veya eritilemiyorsa eğer, onların dışına çıkabilmeli.

Siyasilerin köhnemiş provokatif stratejilerine ve zaman kaybettirici retoriklerine hiç aldırmadan, halkın gerçek gereksinim ve endişeleri üzerinden yurttaşlarla doğrudan iletişime geçilebilmeli.

Mevcut ve potansiyel dayanışma canlandırılabilmeli ve ilişkilendirip örgütlenebilmeli.

Eski siyasi alışkanlıklardan birdenbire vaz geçilemeyeceğine göre, mevcut ve atıl siyasî sistemde toplumsal muhalefeti yüreklendirip değişim için halkı örgütlemesinin, motive ve mobilize etmesinin yine kurumsal ve ana muhalefet partisinden beklenmesi olağan.

Ve fakat bu durumda da, demokratik değişimi getirecek radikal yeniliği parti liderine, yönetim kadrosuna ve belediye başkanı adaylarına bağlamayı mutlaka bırakmalı.

Onun yerine, örneğin başta “değişim” sloganlarıyla seçilmiş CHP Genel Başkanı Özel olmak üzere, diğer liderler, parti temsilcileri ve belediye başkan adaylarının söylem ve davranışlarındaki fark yaratıcı veya statükocu “yeni”leri ve “yine”leri bu kez çok daha net görmeli.

Şimdi/lik küçük ayrıntılar gibi durabilse de, ”radikal dönüştürücü” olanları, son derece yerinde ve doğru kullanılmış “dürüst, samimî ve şeffaf iletişim” örneklerini ayıklayarak mutlaka öne çıkarmalı.

Dahası, bu yolu “siyasî strateji” olarak benimseyerek güçlendirmeli. Yani belki de bu ülke siyasetinde daha önce hiç yapılmadığı kadar cesaretle, kendine ve “bireysel olarak popülist siyasetten daha çok gelişmiş” halk kesimlerine güvenerek, değişime ve demokratik dönüşüme yeni bir şans vermeli.

Elbette, bu siyasi paradigma değişikliği tutarlık ve dirayetle sürdürülmeli.

Zira yineleyecek olursam eğer, insanî ve yasal hakları gasp eden iktidarın devlet olanaklarını, medyayı kullanarak, din istismarı yaparak, cahil halkı kandırarak, manipülatif algı yönetimi ile, vb. iktidarını sürdürdüğü söylemini devam ettirmek sadece kötü ve yanlış olan eskiyi yinelemekten başka hiç bir katkı sağlamayacaktır. Şiddeti körükleyecek, parçalanmayı hızlandıracak, iyi ve doğru olan yeniyi veya değişimi asla getirmeyecektir.

2024’ün dünya ve Türkiye için güzel bir yıl olmasını dilerim.


Aydan Gülerce: Psikoloji Lisans, Uygulamalı Psikoloji Master, Klinik Psikoloji Doktora ve Doktora-sonrası Psikanaliz eğitimlerini Hacettepe ve Fulbright burslusu olarak Denver ve New York Şehir Üniversitelerinde tamamladı. 1987’den bu yana Boğaziçi Üniversitesinde tam-zamanlı ve Cenevre, North Carolina, Rutgers, Columbia, Clark, New York ve Aalborg Üniversitelerinde de konuk profesör olarak görev yaptı. Yanı sıra çeşitli kurumsal danışmanlıklar, psikoterapi ve süpervizyon eğitimleri verdi, toplumsal sorumluluk ve araştırma projeleri yürüttü. Disiplinler arası akademik çalışmaları çok çeşitli konulardaki uluslararası yayınları ağırlıklı olarak ilişkisel ve dönüşümsel meta-kuram, eleştirel psikanaliz, kuramsal psikoloji, siyasi söylem çözümlemesi, öznellik ve bireysel-toplumsal dönüşümler üzerine. Toplumsal sorunlarımız hakkındaki analiz ve yorumlarını ise muhtelif dergilerde, Yeni Yüzyıl, Radikal, Daktilo1984 ve Politik Yol gibi gazetelerde yazdı.

Önceki ve Sonraki Yazılar
Aydan Gülerce Arşivi