Hakikatte siyaset çırılçıplaktır!

Bireyi, grubu, kesimi, ideolojiyi, siyasi partiyi, bir milliyeti işaretleyerek Türkiye’nin sorunları çözülemez. Bunlardan birini sırası geldikçe öne çıkararak giydirilen “politik doğrucu” politikalarla çıkmazlar ne aşılabilir, ne yenileri önlenebilir.

Elon Musk Twitter’ı satın aldığından beri, hele X olduktan sonra, şu yakınma çok sık duyulur oldu: “Görmek istediklerimin değil, izlemediğim kişilerin twitleri düşüyor önüme”!

Son üç sabahtır, platform düzenleyicilerinin algoritması beni de hep aynı kişinin postları ile karşılıyor. Dikkatimi çekmeyi başardılar bu kez. Hatta, onları mı kıracaktım; “alıcısı bence belirsiz” birilerine “posta koyan”, dolayısıyla kimsenin de “üstüne alınmayacağı” o postları “yorum-(post)suz” da bırakmadım.

POPÜLİST VE ALICI ADRESİ BELİRSİZ SERZENİŞLER

Dahası, bugünkü yazıma çıkış noktası yapmaya karar verdim. Zira duyarlı siyaset bilimcimizin üç hem uzunca, hem de çok kalabalık postları, naçizane görüşümce Türkiye’nin en zorlu ve can alıcı “dönüşümsel meselelerini” kapsıyor. Burada bile hepsini irdeleyerek değinmem olanaksız; çünkü yeterince odaksız ve her biri bir yöne dağılmış saçma mermileri gibi.

Bir anlamda da, henüz kolektif demokratik toplumlaşma bilinci, organizasyonel zekâsı, eşgüdümlü yönetişim becerisi gelişememiş ve sorun çokluğu, dikkat dağınıklığı, odaklanma güçlüğü, siyasi muhakeme bozukluğu, vb. yaşayan ve paradoksal sarmallarının kıskaçlarından kurtulmak için çırpındıkça bataklığa daha da saplanan bu toplumun çok tipik bir göstergesi.

Başka bir deyişle, ne sadece bu kullanıcıya, ne de örnek üç posta özgü. Tüm ideolojik, siyasi, bilimsel veya kimliksel söylemleri yatay kesen çok yaygın bir durum bu. Yani umarım, hani sınıf ortamında filan olsa (hocalık tarzımı bilmeyenlerce) “hoca bu öğrenciye takmış” gibi okunmaz.

Bunlarda anlaştıysak eğer, Türkiye’yi içinde bulunduğu ve hızla daha da kötüye gideceği aşikar olan çıkmazlarının kilitlerini açacak mahiyetteki bir kaç anahtar mevzuya, biz de aynı hızla, bazı alıntı ve göndermelerle bakalım birlikte.

Ortaya karışık yazılmış, aşırı genelleyici, imalı, kinayeli ve iğneleyici yorumların “yapıcı eleştirel” değerinden çok, “yıkıcı işlevi” olur.

Göndericinin kimliği anonim olmasa bile öznesi ve adresi muğlak, üstüne üstlük imalı ve kanırtmalı mesajlar ne (a)sosyal medyayı - sanal bile olsa - “yeni kamusal alan” yapar, ne de ülkeyi popülizmden kurtarır. Tersine onu besler.

Dahası, böyle toptancı ifadeler sadece popülist ve vasat politikalara ve totaliter siyasi söylemlere zemin hazırlar. Sonuç olarak da rejimi kaçınılmaz biçimde Sol/Sağ fark etmeksizin faşizme dönüştürmeye yarar.

ŞİZOYARIK TOPLUMDA KİMLİK ETİKETLERİYLE DAMGALANMIŞ VE “YARIM KALMIŞ” ÖZNELER

Birinci post, gittikleri Duman konserinde grubun sahne alması beklenirken “sevgilisinin başörtülü, hem üniversitede okuyan hem de çalışan kız kardeşi Duman’ın parçalarını mırıldanarak kendi kendine dans ettiğini” söyleyip, şöyle devam ediyor:

“Yanımızdaki kadının küçümseyici bakışlarını ve göz devirmelerini fark ettim. Kocasına göz işaretleriyle…aklı sıra başörtülü bir kızın Duman konserinde olmasını yargılıyordu. Kendince toplumsal sınırları yeniden çiziyordu.”

Sevgilinin konser öncesi kendini “havaya sokan” kız kardeşi bu “göz devirme” durumunu ne kadar fark etti ve “taktı”, onu bilmiyoruz. Sevgili (başörtülü/örtüsüz?) ne dedi, ne düşündü, onu da bilmiyoruz. Ancak, yine rahatsız olan, kendini “apaçık muhalif ve seküler yaşam biçimine sahip” diye tanıtan, (“müstakbel baldız”?) bir (veya iki?) kadını ve “kadın-kadına” bir meseleyi sahiplenen ve “bakan”-“bakılan” kadınlar adına konuşan yine bir erkek; önce onu görüyoruz.

Postun devamındaki bunun gibi özelden yola çıkarak başka mimik ve niyet okumaları, üstüne inşa edilmiş serzenişleri, siyasî analizleri ve iyi niyetli çağrıları doğrudan kendiniz okuyabilirsiniz.

Bense, şizoyarık şu toplumda ve her anlamda yok olmanın eşiğindeki Türkiye’de, artık “öküzün altında buzağı arar” gibi siyasî malzeme aramanın veya “buluttan nem kapar” gibi alınganlık yapmanın kesinlikle sürdürülmemesi gerekiyor, diyeceğim.

Geçen haftaki Artı Gerçek yazımda da değindiğim gibi, toplumdaki yüzeysel veya derin, sessiz veya sesli, sözel veya fiziksel şiddetin ivedilikle ve öncelikle de siyasî kamusal alanda sönümlendirilmesi hayatî bir zorunluluk oldu artık. Bu amaçla, şu hususlarda bilinçlenme ve ona göre dikkatli ve sorumlu davranarak yangını körüklememek yeni bilinçlenenlere ve nesillere aktarmamak şart görünüyor.

Bunların başında da, siyaset bilimci, iletişimci, diğer yorumcu ve siyasetçilerin, sanki bireylerin tek bir kimlikleri varmış gibi, onları belirli ve bir şekilde meşruiyet kazanmış kimlik gruplarına hapsederek, hastalıklı söylemleri ve bozuk yapısal düzeni bu tekrarlayan sistemik döngülerle yeniden-üretme alışkanlıklarının bırakılması geliyor.

Özellikle de, öznellikleri yok sayan ve dışardan okunurmuş gibi, saçma sapan üretilen “sözde nesnel” ve “görünür” sembollerin arkasına sığınarak, sığ siyaset yapmaya kalkışmanın bireysel/kolektif anlamda son derece yıkıcı olduğu mutlaka idrak edilmeli.

Zaten belli ki, söz konusu birey kadın olunca onun başının/bacağının kapalı/açık olması “laik/muhafazakâr” tarafta konumlamak için tek başına yeterli oluyor. Fakat birey eğer erkek ise, hangi siyasi görüşe ait olduğunu “açıklamak” için “bira içtiğini”, önceki twitlerini filan eklemek gerekiyor. Malum, önceki muhtelif dönemlerde bu “stigmatizasyon” ve “sözsüz mesajlaşma” sakal ve bıyık biçimine veya kulaktaki küpeye göre filan sağlanırdı. Artık sakal, bıyık, ekose ceket, vs. tek başına yetmez oldu.

Her neyse, “Türkiye’deki bu grupların birbirlerinin polisliğini yapmaya bayılıyor. Birlikte yaşayabilme iradesini ise anca her grup için yapılan sistematik haksızlığa ses çıkardığımızda yeşertmiş oluruz” diye bitmiş bu ilk post.

Peki ama nasıl bir ses? Neye muhalif? “Bira içen” fakat kadınların yüz ifadelerini, mimik veya dans hareketlerinden niyet okuyan ve duyulmayan seslerini duyan ses “ilerici” mi, “muhafazakar” mı oluyor?

Her şeyden önce, söylendiği gibi “siyaset” siyasetçilere özgü değil. Nitekim, kurumsal olarak makro siyaset yapanların da bu konuda hiç bir şeyi aşamamış oldukları, “başörtüsü” istismarını ısıtıp ısıtıp, örttüğü siyasî rantsal kazançlar için sürdürdükleri, seçim öncesi “Anayasa düzenlemesi” sırasında olduğu gibi, bugünlerdeki yeni Anayasa yapılması konuşmalarında çok aşikar.

Sosyal medyadaki veya sokaktaki sade vatandaşların gündelik yaşamda yaptıkları mikro siyasetler elbette daha bile önemli. Çok yönlü (istismar kaynağı olmak da dahil!) olarak siyaseti belirleyici. Zaten popülist ve vasat siyasetçiler de “halkın sosyal talebini” karşılıyoruz diye kendilerini aklıyorlar sadece. Tıpkı popülist medyanın senelerdir yaptığı gibi anlayacağınız.

EMPATİ DEPREM ÇADIRI KURAR GİBİ KURULMAZ

İkinci post, “müthiş bir vicdansızlık, empati yoksunluğu ve kayıtsızlık ile karşı karşıyayız” diye, katıldığım bir saptamayla başlamış. Yine “meşru bir ötekileştirme nesnesi” olarak belirmiş ve “ideal sıcak siyaset malzemesi” olmuş Suriyeli çocukların duygu durumlarına dikkat çekmiş. 20.000 beğeni almış bir video üzerinden. “Değil bu iklimi engelleyecek politikalar üretmek, dışlanmanın kendisi konuşulamıyor bile” demiş.

Fakat onun da üzerine ‘“iklim krizini” konuşalım o halde’ dediğim ve tıpkı bir gün önceki gibi, lütfedilip hiç tıklamamış (hesabı “beğeni” beklentisi, takipçi sayısı, vb. amaçlarla açmadım zaten!) yorum-postumda özetle şunları sorguladım:

Kim bu vicdansız, empati yoksunu insanlar? Bu vicdansızlık, empatisizlik, kayıtsızlık yeni mi peki?

Okullarda çocukların yaşadığı ayrımcılık, dışlanma, alay etme, akran/öğretmen/veli/internet zorbalığı ve de tabii “okuldan ve Türkiye’den soğuma” ve “kötücül nefrete kurban olma” yeni mi? Suriye’den istem-dışı göç ile fark edilip gündem oluyorsa eğer, çok yazık.

Çünkü empati, depremzedelere çadır kurmak gibi kurulmaz zaten. Başörtülü genç kadınlara, Suriyeli çocuklara, Alevilere, Kürtlere, Ermenilere, Hristiyanlara, LGBTQİA+, yoksullara, barınaksızlara, işsizlere, emekçilere, emeklilere, vb. aklınıza gelebilen bir meşru ve upuzun aidiyet listesine girebilme şansına hak kazanmış herhangi” bir gruba özgü empati olmaz.

Retorikte ve söylemde savunulanı önce kendi davranışlarında, yazı ve postlarında da sergileyebilmek gerek. Başka bir deyişle de “listeye girememişleri veya dışta bırakılmışları da dışlamayarak”. Yani hep dediğim gibi işte; yapısal/sistemik sorunlara çözüm üretmek amacıyla, bir elle bir şeyi (ör. ayrımcılık) onarayım derken, diğer elle türlü ayrımcılıklar yapmak, yara kanatmak veya onarılmaz yeni hasarlar açmak işten bile değil. Zaten yıllardır sığ siyasi/entelektüel (sözde) tartışmalarda “ötekileştirme” kavramının da cılkı çıkarıldı!

PROVOKATİF ŞİKAYET VE SİYASET

Üçüncü ve bugünkü post ise ironik olarak “söylersen linç edileceğin siyasî fikrini yaz” postu üzerine yazılmış.

Nitekim, öncekilerle hızını alamamışçasına, bu kez de “muhalif, seküler kitle bu hedonistik ve atomize bireycilikle ne siyasi bir kazanım elde edebilir, ne de tabandan siyasi bir mücadele örebilir” diye başlamış.

“Linç yemek”, “meşru damar” tayin edilenlerin üstüne basmak veya yukarıda da dediğim gibi, bazı “belirlenmiş” veya “siyaset malzemesi olarak seçilmiş” yaraları kaşımak, sinir uçlarını manipüle etmek suretiyle davet edilebiliyor veya uyarılabiliyordur belki.

Fakat, provakatif, sinik, sarkastik, kinayeli şikayet dili ile “kamusal eleştiri” yapılmaz. (Dileyenler seçim kaybetmiş muhalefeti şimdi değil, bu şekilde davrandığı takdirde kaybedeceğini ve kaybettireceğini 2 yıldan beri yazdıklarımı okur.) Zaten demokratik değişim de öyle bir ortama geleceği varsa bile gelmez, kaçar. Nitekim bir türlü gelemedi gelmekte olan!

Kaldı ki, “toplumsal eleştiri” her zaman “işaret edilen” (“acıt beni, göreyim seni” tarzı?) yerlerden de gelmez. O bakımdan, kendi yanıt-postum da şöyle oldu. Zira olağan (sözde” linç çağırmayan”) durumlarda da, ne geleneksel, ne de sosyal medyada bunlardan geçiliyor. Yukarıda dikkat çektiklerim bu postta da tekrarlandığı için sadece taze 5 soru ekledim:

1) Bu post muhalif, seküler kitleden birisinin mi?

2) “Hedonistik ve atomize bireycilik” ne demek?

3) “Siyasi kazanım”dan kasıt nedir?

4) Bu post da, ironi kisvesiyle veya tersten de olsa, hem ağız dolusu şikayet edip öfke kusmuyor, hem de yenilerini provoke etmiyor mu?

5) Muhafazakarlardaki “siyasi bir kazanım elde etmek için var olması gereken ve muhafazakarlarda mevcut olan, ama muhaliflerde hiç olmayan toplumsal siyasi bellek”) “hafız” gibi dinbazlık belleği mi?

SİYASETLİ SİYASET

Nitekim, kendi çözümlemelerim ve duruşum açısından hiç kuşkusuz olan, böyle iyi niyetli ve bir kısmı geçerli gözlemlerle bolca “toplumsal eleştiri” yapanların yıllardır gele gele geldiği ve takılip kaldığı, hala da bir milimetre ilerisine geçemeyişleri, bu postlar vesilesiyle burada sadece bir kısmını vurgulamaya çalıştığım hususlardan ötürü.

Bence “siyasî tarihsel analitik son tahlilde”, eril ve egemen kafa (zihniyet), kendi kafasının basmadıklarını yine kendi kafasında kaba basmakalıplar üreterek kafalara bu klişeleri kazıyor. Bunların dışına çıkamayarak da sözde “tarihi tekerrür ettiriyor”. Oysa hakikatte, “değişen ve geri dönüşsüz tarih” ile bu “bilişsel şemaların” arası açılıp tutmadıkça, bireyler de, gruplar da, toplumlar da “geri/muhafazakar” kalıyor.

Özellikle zamanın çok gerisinde/muhafazakar kalmış entelektüel sermayenin de makro siyaseti tasarlayıp, toplum mühendislerine akıl ve yön vermeye girişmeden önce, biraz daha dakik, ince ve mikro analizlerle kendini değiştirmesi gerekiyor. Yıl olmuş 2023!

Sonuç olarak, yukarıdaki gibi bir bireyi, grubu, kesimi, ideolojiyi, siyasi partiyi, bir milliyeti işaretleyip bol krizli Türkiye’nin iç içe geçmiş sorunları çözülmez. Kısacası, bunlardan her hangi birini sırası geldikçe öne çıkararak giydirilen “politik doğrucu” politikalarla, bu tarihsel ve temel insanî-toplumsal -kültürel çıkmazlar ne aşılabilir, ne yenileri önlenebilir.

O bakımdan sokakta, sosyal medyada, TBMM’de ve uluslararası arenada siyaset ve politikalar da ona göre dikkatli ve özenle ele alınmalı.

Zaten bir süredir de iktidar/muhalefet için “siyasetsiz siyaset yapılıyor” retoriği de pek moda oldu, çabuk tuttu.

Buyurun o halde, “siyasetli siyasete”:

Siyasetli siyaset için yine önce türlü görünen maskeler ve sahte kimlikli giysiler soyulup, bir yana atılabilmeli/asılabilmeli!

Çünkü bireysel veya kolektif şiddet de, empati becerisi de, siyasetli siyaset de, kısacası hakikatte siyaset her anlamda çırılçıplaktır.


Aydan Gülerce: Psikoloji Lisans, Uygulamalı Psikoloji Master, Klinik Psikoloji Doktora ve Doktora-sonrası Psikanaliz eğitimlerini Hacettepe ve Fulbright burslusu olarak Denver ve New York Şehir Üniversitelerinde tamamladı. 1987’den bu yana Boğaziçi Üniversitesinde tam-zamanlı ve Cenevre, North Carolina, Rutgers, Columbia, Clark, New York ve Aalborg Üniversitelerinde de konuk profesör olarak görev yaptı. Yanı sıra çeşitli kurumsal danışmanlıklar, psikoterapi ve süpervizyon eğitimleri verdi, toplumsal sorumluluk ve araştırma projeleri yürüttü. Disiplinler arası akademik çalışmaları çok çeşitli konulardaki uluslararası yayınları ağırlıklı olarak ilişkisel ve dönüşümsel meta-kuram, eleştirel psikanaliz, kuramsal psikoloji, siyasi söylem çözümlemesi, öznellik ve bireysel-toplumsal dönüşümler üzerine. Toplumsal sorunlarımız hakkındaki analiz ve yorumlarını ise muhtelif dergilerde, Yeni Yüzyıl, Radikal, Daktilo1984 ve Politik Yol gibi gazetelerde yazdı.

Önceki ve Sonraki Yazılar
Aydan Gülerce Arşivi