Cihat mı şiddet teolojisi mi?

Aşırılığı ve ‘müsle’ dediğimiz düşman askerinin ölüsüne işkence yapmayı yasaklayan İslâm; Bedir Savaşı’nda kendi şehitlerinin dışında düşman ölülerinin de gömülmesini emretmiştir.

Bir manası da barış olan İslâm’ın kitabında savaştan söz edilmesi yadırganabilir. Ancak İslam, bir yüzüne tokat vurulduğunda diğer yüzünü de tokada veren bir din değildir. ‘Kısasta hayat olduğunu’ söyleyen Kur’an, savaşı hoşumuza gitmese de bir realite olarak önümüze koyar. Nitekim insanlık tarihiyle birlikte var olmuş iman-küfür, adalet-zulüm, iyilik-kötülük, hak-haksızlık gibi zıtların mücadelesi yer yer savaş ve barışa evrilmiştir.

İslam; bırakalım cinsiyet, renk, mezhep ve ırk farklılıklarını hatta ateist olsa da sadece inancından dolayı hiç kimseye savaş açmadığı gibi birey, grup veya milletlerin kültürel farklılıklarını, iktisadi durumlarını, eğitim seviyelerini, geri kalmışlıklarını istismar da etmez. Ne İslâm ne de demokrat geçinen devletlerin bu noktayı kemaliyle yakaladıklarını henüz söyleyemiyoruz.

Allah’ın alemleri yaratmasındaki temel espirisi hayır, sevgi ve güzellik olunca İslamın da savaşa bir ana maksat olarak bakmadağını, savaşı ele alıp ona hukukî bir disiplin ve ahlakî bir boyut getirdiğini söyleyebiliriz.

Sıcak savaşın sebebi olarak muhatabın ırk, cinsiyet, dünya görüşü, inancını kısacası kimliğini değil saldırganlığını esas alan Kur’an’ın bu evrensel kriterini Müslümanlar bile takdir ve temsil etmekten bir hayli uzaklar!

Aşırılığı ve ‘müsle’ dediğimiz düşman askerinin ölüsüne işkence yapmayı yasaklayan İslâm; Bedir Savaşı’nda kendi şehitlerinin dışında düşman ölülerinin de gömülmesini emretmiştir. Esirlere şiddet uygulamayı bilgi almak için de olsa yasak etmiştir.

Yine sivil hayatın korunmasını emreden İslâm; çocuk ve kadınların, kendini ibadete verenlerin, yaşlıların kısacası savaşmayan sivillerin öldürülmesini, hayvan ve ağaç katliamlarını, ibadethanelerin hatta sivil binaların tahrip edilmesini de yasaklamıştır.

Hz. Muhammed; Hevazinli'lerle çarpışma esnasında kadın ve çocukların öldürülmesine çok üzülmüş ve o eylemi derhal yasaklamıştır. Hatta Üseyd b. Hadr’ın "Onlar müşriklerin çocukları" demesi üzerine Hz. Resul: "Sizin en hayırlılarınız da müşriklerin çocukları değil midir?" buyurmuştur.

Mute’ye İslam ordusunu gönderirken İslam Peyğamberi’nin yaptığı şu ikaza günümüzün şiddet ve savaş tutkunları ne kadar da muhtaçtır:

"Sözünüzde durun, aşırı gitmeyin, çocukları, kadınları, yaşlıları, manastırlara çekilenleri öldürmeyin, hurmalıklara ve ağaçlara zarar vermeyin, binaları yıkmayın."

Yaşamı boyunca İslam Peyğamberi hiçbir medeni insanı öldürtmemiş, tüm savaşlarında tespit edilen kendilerinin sadece Übey İ. Halef adındaki vahşi bir saldırganı öldürdüğüdür.

Kalkış noktası dini olmayan iki cihan harbinde öldürülen insan sayısının, Hz. Adem’den günümüze dek öldürülen insan sayısından fazla olduğunu da unutmayalım. Mealesef bu yıkıcı ve feci savaşlarda ölümü tadanların yarısından fazlasını sivil kayıplar oluşturuyor. 20. Yüzyılın ilk yarısındaki iki Dünya Savaşının ağır bilançolarını bırakalım, sadece 2001-2011 yılları arasında bölgesel savaşlarda iki milyon çocuk öldürülmüş, altı milyon çocuk da ciddi olarak sakatlanmıştır.

Bugün Müslümanların zaaf noktalarının istismar edilip onların yumuşak karnı sayılabilecek bazı kavramların retorikleştirildiğini söyleyebiliriz. Egemen güçler, küresel aktörler, silah baronları ve tabi ki emperyalistler ‘cihat, silahla savaş, milliyetçilik, şehitlik, terör(ist)’ gibi kavramları kullanarak İslâm coğrafyasında özellikle Ortadoğu’da fay hatlarını kırdırıp kör bir dövüşü arzuladıkları söylenebilir.  Yeni-yapay haritalar çizmek ya da arzu edilen yerlerde iktidar değişiklikleri yapmak için bir taraftan otoriter, totaliter rejimleri desteklerken bazen de darbe veya isyan hareketlerini kışkırtmaya çabaladıkları da söylenebilir. Hoşlarına gitmeyeni ötekileştirip, bilgiyi, medyayı kullanarak algı operasyonları ile siyasi ve(ya) ekonomik çıkarlarını güvence altına almaya çalışabilirler. Bu gibi sosyo-siyasal mühendislikler için ihtiyaç duydukları malzemeyi bulmakta da hiçbir sıkıntı çekmiyorlar. Çünkü; Müslüman dünyanın onlara sunduğu yeterince ve doğru olarak analiz edilmemiş bir yığın bilgi ve eylem var. Böyle olunca kirli amaçları için mesela fedai bulmakta bile zorlanmıyorlar.

Günümüzün çıkarcı, ırkçı, bencil, rasyonel savaşlarını ve ‘Din-Devlet-Dava’ adına yaş-kuru demeden girişilen ‘temizlik’ operasyonlarını, kafa kesme, insan yakma, rehin alma eylemlerini, yargısız infazları, taraftarlığı sebeb-i ceza gören zihniyeti Kur’an’ın cihat anlayışı ile bağdaştırmamız mümkün değildir. Ancak tüm bunları çağımızın 3D afyonu ile girişilen barbarlıkları olarak nitelendirmemiz mümkündür.

Burada ‘cihat, şehitlik, örgüt, biat’ gibi kavramlar üzerinden elbirliğiyle bir şiddet teolojisi geliştirip insanları İslâmdan soğutan egemen siyasi aktörlerle yerel dini ve(ya) milli organizasyonların özel maksatlarına, küresel sermaye lobilerinin çıkarlarına alet olmanın önüne geçmek için öngörülü, büyük alim Bediüzzaman’ın müthiş bir manevrasını görüyoruz!

Nursi; ‘cehd, gayret etme, yüksek maksatlar için var olan gücünü ortaya koyma’ anlamlarına gelen cihadın ‘cehalet, fakirlik ve ihtilafla mücadele’ dediğimiz manevi boyutunu hemen önceleyip merkeze aldı. Maddi savaş boyutunu da "dışarıdan gelecek saldırılara karşı kendini savunma" olarak sınırlandırdı. Çağdaşlarından farklı olarak şiddete fetva veren devrimci bir mücahid profili çizmeyip, değil içerdeki farklılıkları, Batı’yı bile düşman, çıkarlarını da hedef olarak belirlemedi.

Kimilerince ısrarla savunulan Medeniyetler Çatışması’nı doğru görmeyip farklılıklara diyalog, tanışma, yardımlaşma ve barışı tavsiye eden Nursi’nin bu anlamlı çabasını çağımızın aydın insanı hiç şüphesiz takdir edecek olgunluğa sahipti ama erdemlerini sık sık çıkarlarına feda eden bencil Batı ile şiddet düşkünü Müslüman Dünya’daki cahillik ve ferasetsizlik doğru şafağı görmemizi engelledi en azından şimdilik!

Önceki ve Sonraki Yazılar
Muhammed Salar Arşivi