Aris Nalcı
Çok deyince oluyor mu?
Türkiye'de ırkçılık yoktur!
Türkiye'de ayrımcılığa uğrayan Ermeni yoktur!
Türk-Kürt kardeştir!
İnsan hakları en önemli ilkemizdir!
Adaletimiz bağımsızdır!
Akhtamar Sümerlerindir
Ani Memlüklerindir!
Aya Sofya camidir!
Karabağ Azerbaycan'dır!
Ve nihayetinde NoToRacism...
Eskilerin bir sözü vardır: "Çok deyince olur!"
Bir de diğer versiyonu var: "Aptal aptal deme çocuğa aptal olur sonra!"
Bir süredir alışılagelmişin dışında açıklamalar duyuyoruz iktidardaki siyasetçilerden. Sözlerinin bittiğini bilen iktidarlar gündem olmayı başaramadıklarında kendilerinden beklenmeyenleri söyleyip yeniden gündeme oturma çabasına girerler.
Olan bu galiba.
Perinçek'in Deniz Gezmiş ve Mahir Çayan açıklaması gibi.
Ya da bir yıl önce gençlere "Noel haramdır" diyen ardından da gençlik örgütlerinin sokaklarda Noel Baba'ya sünnet düğünleri düzenledikleri Ülkü Ocakları'nın #NoToRacism demesi ne kadar anlamlı.
Hatırlatayım AB'de Ülkü Ocakları artık suç örgütü olarak görülmeye başlanmış, Fransa'da yasaklanma kararı gündemdeyken böyle insan hakları kuruluşlarını cezbedici açıklamalarla 'yarım elma gönül alma' hareketleri bunlar.
Yersen...
Marsilya'yı versen
Fransa demişken Marsilya'dan da bahsetmeden geçmeyeyim. Cumhurbaşkanı ve İlham Aliyev sık sık, "Fransa çok istiyorsa keni topraklarından Marsilya'yı Ermenilere versin" diyor.
Haklılar aslında. Ama ortada çok istenecek bir durum yok.
Marsilya 1915'te Soykırım'dan kurtulan ailelerin deniz yoluyla Yunanistan'dan sonra ilk yerleştikleri duraklardan biri.
Önemli bir liman kenti olan Marsilya'dan bu kadar korkulması ise şehrin Avrupa'nın Los Angeles'ı olması. (Biz aramızda Los Armenos deriz)
Şu anda Marsilya'nın nüfusunun %10'undan fazlası Fransız Ermenilerden oluşuyor.
İlk geldiklerinde tekstil ve ihracatla uğraşan Ermeniler Marsilya'yı bugünkü Marsilya yapanlar.
Şehirdeki birçok belediyede ve yönetici kademelerinde varlar.
Hatta bir belediyenin başkanı da Ermeni.
Bakınız Vakko dahil birçoklarının zamanında yurtdışından getirttiği ünlü Fransız eşarpları da Parakian markalıdır. O da Marsilyalı bir Ermenidir...
Fransız Ermeni yönetmen Henri Verneuil (1920, Rodosto doğumlu, Aşot Malakyan)
Meşhur soykırım filmi 'Mayrig'i (Anne) ve 'Cennet Sokağı 588'i yine Marsilya'da Parakianların evinde çekmiştir.
Hrant Dink adının daha Türkiye'de sokaklara verilemediği yıllarda Hrant Dink Caddesi açılmıştır Marsilya'da.
Halen Ermeni okullarının önünde Eylül ayında kayıt için kuyruklar oluştuğu, kültürel ve siyasal etkinliğin yüksek olduğu bir şehirdir Marsilya.
Kapılarını kilitlemeden yaşayabilirler Ermeniler.
Aynı köylerinde yaşadıkları gibi.
İşte bu yüzden Fransa'nın Marsilya'yı Ermenilere vermesine gerek yok.
Zira Marsilya zaten Ermenileri, Türkleri, Faslıları, Süryanileri, Tunusluları ile Fransa olmakan mutludur.
Ayrısı gayrısı yok yani.
Ama siz eğer her şeye alıp-vermek ve alışveriş üzerinden bakarsanız anlayamazsınız diaspora-nızı.
Kendinizden feragat edemediğiniz şeyleri başkalarının da feragat edemeyeceğini zannedersiniz.
Bir gün umarım Marsilya'ya gider ünlü Ermeni kahvelerinde Türk kahvesi içer, Ermeni kuruvasanı (!) yersiniz. O zaman anlarsınız kaybettiklerinizin değerini belki...
'Sen bir Ermeni'den daha fazlasısın'
Azerbaycan-Ermenistan savaşının ardından 10 Aralık'ta yapılan Azerbaycan'daki Zafer Bayramı'na değinmeden tamamlamayayım haftayı.
Ermeni askerlere Azeri askerler tarafından işkence edildiği yüzlerce video paylaşıldı sosyal medyada. Bunlardan birinde Azeri asker mallarının yarısı sınırın öte tarafında kalan Ermeni amcaya diyor ki: "Sen bir Ermeni'den çok daha fazlasın bize. Sen bir düşmandan daha kötüsün. Sen Ermenisen!"
Şeytanlaştırmış yani.
Hatta Tanrılaştırmış.
Haşa...
Amca da boynu bükük bakıyor askere...
Ne etsin. Ne eylesin de eşşeğini alsın.
Ekilen düşmanlık tohumlarının sonu yok...
Uluslararası kuruluşlar ne yazık ki bu konuda önemli adımlar atmakta yetersiz kalıyor.
Tam da bu dönemde Uluslarası Organize Suçlar ve Yolsuzluklar Raporlama Projesi (OCCRP) UNESCO eski genel direktörü Bulgar siyasetçi İrina Bokova'nın eşinin 2012-2014 yılları arasında Azerbaycan'daki şirketlere 468 bin dolar değerinde danışmanlık hizmeti verdiğinin ortaya çıkması ilginç.
O dönem Azerbaycan kontrolündeki Nahçıvan'daki Ermeni mezarlıklarının kamyonlarla tahrip edilip fotoğraflandığı yıllar.
Hemen ardından UNESCO'nun Paris merkezinde açtığı 'Azerbaycan, hoşgörünün toprakları' sergisinin de 5 milyon dolar bağış karşılığında yapıldığı anlaşılıyor. UNESCO kendi internet sitesinde paylaşıyor bilgiyi. (https://shar.es/ao2tTC)
Ara bilgi: Bokova bu raporun Radio Free Europe'da (RFE/RL) yayınlandığı gün sosyal medya hesaplarını kapattı. Bunu da not edelim.
Enver ve Nuri Paşa'yı anarken
İki cümle de 10 Aralık'ta Bakü'deki Zafer Bayramı'na dair.
Çok şükür Azerbaycan muhalefetinin önerdiği gibi Ermeni esirleri 'zafer' geçidinde halkın karşısına sirk gösterisi gibi çıkarılmadı. Soğuk ve donuk bir zafer geçidi seyrettik aslında.
Aliyev bugüne kadar dediklerini çok daha sakin bir şekilde eli kolu hareketsiz tekrarladı. Bu geçit töreninde 1920'de Bakü'den çıkan Osmanlı Kafkas İslam Ordusu Askerleri sanki tekrar Bakü'ye girmiş gibi oldu.
Aliyev'in yalnızlığı her karede yansıdı. Çocuksu bir galibiyet hissiyle Cumhurbaşkanı Erdoğan'a "Haydi askere beraber selam verelim mi, ben bir iki üç diyeyim sonra 'sağol' diyelim" sözleri kameralara yansıdı.
Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın "100 yıl önceki zaferimiz" diye başlayan sözleri, 1915 Ermeni soykırımını tanırcasına, zafer sarhoşluğu ile kabullenircesine Enver ve Nuri Paşa'yı anması... Kafkas İslam Ordusu'nu Bakü'ye geri soktuğunu nitelercesine konuşması Azerbaycan'ın bu savaştan galip ama geleceğe borçlu çıktığını anlatıyor aslında.
Azerbaycan'ın bağımsızlığının iki dönüm noktası.
Kafkas İslam Ordusu'nun çıkışı ve son Rus askerinin Azerbaycan'dan ayrılışı.
Şimdi ikisi de geri döndü.
Bundan sonra işimiz Enverlere, Nurilere kaldı.