Aydın Selcen
Deprem: Toplum sözleşmemizin yapılması, yenilenmesi ve bozulması
Kahramanmaraş merkezli olarak özellikle Hatay, Gaziantep, Kilis, Şanlıurfa, Malatya, Adıyaman ve Diyarbakır illerimizde olağanüstü yıkıma yol açan depremde hayatını kaybedenlere Allah'tan rahmet, yakınlarına başsağlığı ve metanet, etkilenen tüm yurttaşlarımıza sabır diliyorum. Dilerim, ulusal ve uluslararası resmi ve gayrıresmi dayanışma onların ayakta kalmasına yardımcı olsun.
Doğrudan etkilenmesek dahi hepimizi derinden sarsan böylesine korkunç bir felâketin ardından kalem oynatmak güç. Ne desek eksik, konuşmasak sorumsuzluk. Umarım deprem üzerinden siyasal erk derlemeye yahut elindeki devletin gücünü yurttaşa dayatmaya yeltenen çıkmaz. Umarım omuz omuza hep birlikte durmayı başarır, bu kötülükten bir iyilik yaratarak çıkmayı becerebiliriz.
Bu türden anlar, olaylar devletler arasındaki sorunların geri plana itilmesi sonucunu verebiliyor. Bu bağlamda Yunanistan, Fransa ve ABD gibi henüz düne dek bize düşman veya tehdit belletilen ülkelerden zamanlıca uzatılan yardım elinin tutulması olumlu bir gelişme oluşturacaktır. İçeride de gösterilecek ve gösterilmeyecek, yeterli olacak veya yetersiz kalacak reaksiyonların siyasal yansımaları gelecek haftalarda ölçülebilecek düzeyde ortaya çıkacaktır.
Yalın gerçekleri yineleyelim. Bu ölçekte bir afetin sonuçlarıyla ancak ulusal ve yerel yönetim aygıtı baş edebilir. Tersten söylersek insanların bir araya gelerek kendilerini koruması ve hizmet almak için kurdukları ve vergileriyle de destekledikleri devlet ve belediye böyle günler içindir. Ayrıca doğadan ve bilimden kaçınmak olası değil. Ülkemizin yerkürenin başlıca deprem fay hatları üzerine kurulu olduğunu biliyoruz. Bu bilgiyle ne yapacağımız, hangi önlemleri alıp, hangi adımları hangi zamanlamayla atacağımız ise bize kalmış.
Bizi bir arada tutan tutkal kuşku yok yalnızca devlet değil. Ülkemize bir kez olsun devlet değil yurttaş odaklı bakmayı denersek yapay bir ulus olmadığımızı algılayabiliriz. Özellikle anlamak yerine algılamak terimini yeğledim. Zira dil, tarih, gelenek, görenek ve farklı farklı dinsel inançlarımız, biz onu kimyasal olarak kağıda dökemesek de, onu kimi zaman eleştirsek de, bütünleşik bir büyü oluşturuyor. Bizler Türkiye Cumhuriyeti'nin bugün yaşayan ve üzerinde yaşadığımız toprakta günahıyla sevabıyla yatan yurttaşları olarak ne badireler atlatmışız, bunu da atlatırız.
Şöyle açıklıyor Bekir Ağırdır her satırının altını çizdiğim yazısında: "Kimsenin kendini dışarıda hissetmediği, diğerlerinin kendi sevincine, yasına, umuduna, korkusuna sağır kalmadığı, duyarsız olmadığı duygusunun güçlenmesi gerekiyor. Bunun için de yalnızca devletten bakış yetmiyor." İşte bunun için devletler arasında olduğu gibi yurttaşlar yani birbirlerine diş bileyen bizler arasında da güncel deprem felâketi gibi anlar bir ortak uyanışı, öne sıçrayışı da işaret edebilir, toptan çöküşü, iflâsı da.
Nitekim yine aynı yazısında Ağırdır şunları da belirtiyor: "Bu memleketin insanları birey olmak ile yurttaş olmak arasında iki paralel evrende gibi iki ayrı değer seti ile yaşıyor. Ortak hayatta, sokakta güçlü bir devlet olsun, gerçek sorunlardan ve elbette öcülerden, hayaletlerden bizi korusun isteniyor. Ama o devlet bireysel hayatlarımıza dahil olmasın, bireysel meselelerimizi formal-informal, legal-illegal biçimde ama bireysel yararımızı öne koyarak biz çözelim, devlet de göz yumsun isteniyor. Bireysel hayatlarımıza hukuk karışmasın ama sokakta güçlü bir hukuk olsun isteniyor."
Hastaneler başta, pek çoğu yeni inşa edilmiş kamu binalarına bakın. Kurumuş gölün üzerine yapılmış havaalanının haline bakın. Vazgeçtim yeşil olsun olmasın, olmayan boş alanların yararına bakın. Nereye gittiğini bilemediğimiz deprem fonuna bakın. Örnekleri dilediğiniz gibi çoğaltın. Tüm bunlar tek bir kişinin fenalığından değil. Biz neysek, bizi yönetenler veya temsil edenler de o. Dönüp dolaşıp geldiğimiz yer, insan gibi, yan yana değil iç içe, toplam değil toplum olarak, hepimiz için geçerli kuralları belirleyip, onlara uyarak yaşamak isteyip istemediğimiz.
Yurttaşın sorumlulukları ve ödevleriyle, devletin sunması gereken ve yalnızca can güvenliği sağlamaktan ibaret olmayan hizmetleri. Denetim ve temsil. Bunların hepsinin adeta birbirlerine dolanıp, sarmaşarak kurulacak demokrasimizi sürekli mükemmelleştirmesi. Sil baştan bir toplum sözleşmesi yapmak, olanı yenilemek yahut eldekini bozmak. Yaşadığımız korkunç deprem bunların tamamını dikine kesiyor, onları da sarsıyor. Olabilecek daha da büyük yıkımlara karşı bizi uyarıyor.
Henüz birkaç gün önce bizlere "bir daha belimizi doğrultamayacağımız biçimde çakacağını" vaat eden bir başkan babamız var. Şimdi depremle bükülen belimizi doğrultmak için aynı yöneticiye yüzümüzü dönmek durumundayız. Aksi anarşi doğurur. Depremzedelere de yararı olmaz. Belki aramızda "fırsat bu fırsat, şu yüz yaşına basacak cumhuriyet yıkılsın artık da kurtulalım" diyecekler varsa da, herhalde onlar mikroskobik bir azınlıktandır. Ama o başkan babaya önümüze 14 Mayıs'ta konacak sandıkta, hiç olmadı 28 Mayıs'ta "Bu günlerin yarınları var / Gidiyorum ben, sen hoşça kal" diyebileceksek de yarın artık bugündür.
Seçime yüz günden az süre kaldı. Millet İttifakı'nın bir sonraki toplantısı 13 Şubat'ta yapılacak. Bu toplantının ivediliği kırmızı alarm veren son güvenilir kamuoyu araştırmalarının sonuçlarının sızdırılması veya paylaşılmasıyla esasen artmıştı. Şimdi depremle birlikte daha da arttı. Oysa Altan Sancar'ın kulis haberinden öğreniyoruz ki: "Toplantıda adayın adının açıklanması artık mümkün değilken, en azından liderlerin olasılıkları en düşüğe indirmesi ve adayın belirleneceği metodu kararlaştırması hedefleniyor."
Öyleyse bugüne dek tüm olan bitenin, başardıklarının ve başaramadıklarının ışığında, ülkemizin bu yüzyılın tartışmasız en büyük felâketini yaşamakta olduğunu da dikkate alarak, 13 Şubat toplantısının ertelenmesini değil çok özenli ve ağırbaşlı bir biçimde ama mutlaka gününde yapılmasını talep etmeliyiz. Artık bu defa masanın etrafındaki altı lider de kapılarını kapatıp, benzetme yerindeyse papa seçimini andırır gibi, ortak adayı hep bir arada duyuruncaya dek açmamalı. Medet yâ sahib, el imdât!
Tekraren ve cümleten tüm halkımıza geçmiş olsun.
Aydın Selcen: 1969’da İstanbul’da doğdu. 1988’de Saint Joseph Lisesi’ni ve 1992’de Marmara Üniversitesi İngilizce Uluslararası İlişkiler Bölümü’nü bitirdi. Aynı yıl girdiği Dışişleri Bakanlığı’nda, ikinci onyılı Irak’ta veya Irak üzerine olmak üzerine yirmi yıl çeşitli kademelerde ve büyükelçiliklerde meslek memuru olarak çalıştı. 2010’da Türkiye’nin ilk Erbil Başkonsolosu atandı. 2013’te memuriyetten istifa etti. Birbuçuk yıl Genel Enerji petrol şirketinde siyasal danışmanlık yaptı. ArtıTV, ArtıGerçek ve MedyascopeTV’de yazıyor ve yayın yapıyor. “Gözden Irakta” adlı kitabı İletişim Yayınları’ndan 2019’da çıktı. Galatasaray Kulübü üyesidir. Alaz adında bir kızı var.