'Devlet BABA' artık bazı AKP'lilerin ve Ülkücülerin de zindanı

Yıllarca bir grup içinde kalmış, sosyalitesini bu grupta yaşamış biri bu grubu terk ettiğinde kimsesizlik yaşar. İşte bu bir anlamda "sosyal ölüm" demektir. AKP’liler ve bir grup Ülkücü sanıyorum bu noktadalar.

Bir mitingdi... Erdoğan kendi yandaşlarına Berkin Elvan’dan söz ediyordu. Toplanan kalabalık yuhalıyordu. Çocuk... Suçu ekmek derdine düşmek... Çocuk olamamıştı ama “terörist” oldu! Sonra, bu ülkede terörist denilenlerin başına gelenler onun da başına geldi. Öldü! Çocukluk bitti. Teröristlik bitti. Nefes almalar bitti. Hayat bitti. Ama hınç, öfke, haset ve garez bitmedi. Yıllar geçti; öfke soğumuyor, hınç dinmiyor. Sanki dün gibi kin, öfke ve hınç diri tutuluyor sürekli. Neden?

Başka bir sahne... Aynı Erdoğan, aynı yandaşları. Filistin’de İsrailli bir asker Filistinli çocuk bir “teröriste” yöneliyor. Bu durumu yuhalayan ruhsuz insanlar aynı. Aktörler aynı. Sahne benzer. Bu kez aynı insanlar empati selinde yüzüyor, gözyaşlarında boğuluyorlar. Yuhalama yerini hıçkırığa bırakıyor. Filistinli çocuğa gösterilmesi gereken empatiyi gösterenlerin başka çocuklara katılığı neden... Empatiyi bile kutuplaştırabiliyoruz... İşte bu bile empatisizliktir... Niçin?

Deniz Poyraz genç bir kadın... Birkaç zeytin, bitmemiş bir kahvaltı. Bitmemiş ama bitirilmiş bir hayat. Kadın, kahvaltı ve sonsuz masumiyet. Sonra faşizm kirli yüzüyle ekranlarda. Öfke, kin, haset, hınç, karalama ve iftira. Neden?

Spor karşılaşmalarında çok belirgin olan bir şey var: Yenilenlerin üzüntüleri, yenilmişliğin acısının dışa vurumu yenenlerin hazzını da artırıyor. Zulmü sergilemek için anlatılan hikayeler zalime zulmünü kanıtlamak yerine onun ne kadar başarılı olduğu, yendiği duygusu veriyor. Her acı hikaye bir sevinç kutlamasına dönüşebiliyor. Çekilen acı failin zaferinin kanıtı gibi adeta…

KÜLTÜR VE ÇAĞRIŞIMLAR

Günümüzde kültürleri karşılaştırdığımızda yetişkin merkezli ve çocuk merkezli kültürler ayrımını yapabiliriz. Mesela Avrupa’da 17. yüzyıldan başlayarak gelişen ve çocuk merkezli diyebileceğimiz bir kültür egemen. Bu kültürün özelliği çocuğun aile/grup içinde önemsenmesi ve aile yaşamının çocuğun arzu ve isteklerine, yaşamına önem vererek organize edilmesi. Çocuğun öncelikli olması.

Müslüman ülkelerdeki kültürlerde ise yetişkinler önemlidir. Erkek egemenliğinden ötürü de bu yetişkin erkektir. Önce onun gereksinimleri yemek, içmek gibi giderilir. Kadınlar yaşlılık hiyerarşisinden ötürü yaşlanarak saygınlık kazanabilirler. Erkek baş köşede oturur, sofrada yemeğin iyisi ona servis edilir, onun rahatı ve huzuru sağlanır öncelikli.

Kentleşmeyle birlikte büyük aile çözüldü. Çekirdek aile ise çok çocuklu değil. Modernleşme çocuğun değerini bizde de öne çıkardı. Bu kültürel farklılık ödipal merkezin de çocuğun lehine kayması demek. Her ne kadar toplumda bu değişmeler olsa da devlet BABA henüz yetişkin merkezli eğiliminden vazgeçmiyor. Yetişkin merkezli kültürlerde babanın/yetişkin erkeğin sürdüğü hayat çok da empatiye (çocuk ve kadın açısından) izin vermez. Devlet BABA da zaten bu ülkelerde babacan/empatik değildir. Devlet babanın bu ülkelerde çocuklarını öz, üvey ve kimsesiz çocuklar olarak ayrıştırır. AKP’nin öz çocukları Müslüman, Milli Görüşçülerdi. Benzer kültürel kontekslerden gelen üvey çocukları da var. Aleviler, Kürtler ve ötekiler ise ne üvey ne de öz, yani akraba olunamayan ama kardeşlik retoriğiyle savuşturulan yetimler, kimsesizler, dolayısıyla sahipsizlerdi. İşte bu çocuklara devlet istediğini, istediği zaman yapabiliyordu. Bunlar hak’sız, yani hakkı olmayanlardı.

AKP’LİLERİN YAŞADIĞI ÇIKMAZ

Şimdi AKP’liler bir çıkmaz yaşıyorlar... Kimse onlarla empati yapamıyor. Yaşadıkları yerde bir çaresizliğe ve AKP’li kalmaya mahkumlar. AKP artık onların bir şekilde zindanı da. Kötü bir babanın çocuğu olmak ve bir mahcubiyetle/arlanma yaşamak… Mahcubiyete mahkum olmak. Bazen arsızlığa verip babayı çocukça savunmak: ‘Oh olsun/canıma değsin’… Kötü babayı bulamayan ahali genelde eline geçirdiği ‘kötü’nün en güçsüz halkasına kusar öfkesini… Bir dönem sonra bu çocuk da babanın mağdurudur aslında. Erdoğan taraftarı olup bu durumdan rahatsız olmak ama Erdoğancılık dışında bir şey olamamak.

Yıllarca her ne yaparsa yapsın babayı (şimdi kendilerinin olan ve başörtülü devleti) savunmuş, babanın üvey çocuğu daha da kötüsü sahipsiz çocuk olmamak ve onların muamelesine maruz kalmamak için babaya sahip çıkmış bu insanlar. Her ne kadar babayla özdeşleşseler de diğer yandan böyle zalim, hırsız, adaletsiz, haksız, çıkarcı bir babadan yana olmanın alçaltıcı yanına da tahammül etmiş. Üstelik üvey çocuklar, sahipsizler ve bu düzden hoşnutsuzlar, öfkeli kalabalık korkudan babaya karşı çıkamayıp, mahallede, kahvede yıllarca işte bu öz evlada kızmış, suçlamış. Sürekli babayı savunmuş onun suçunu da savunarak var olmuş insan topluluğu.

Ama devlet BABA pay dağıtırken sürekli hep bana, hep ban yapmış, öz evlat olmasına rağmen istediğince pay almamış... Ama bir yer geliyor babanın aslında sadece kendine öz baba olduğunu ve kendisi dışında kimseye yaşam alanı bırakmadığını görmüş... Bu pisliğin tarafı olmanın bedelini alamamış... Ama yıllardır bu köşede olduğundan artık olduğu taraf kendi hapishanesine dönüşmüş. İpek böceği gibi... Yaşam alanı olarak ördüğü koza şimdi onu boğan, hareketsiz bırakan yer. Hiçbir çıkış alanı yok... İpek böceği gibi ama ipek böceği değil, kozayı delip çıkmayı ve özgür kelebek olmayı bilmiyor ve böyle bir geleneği de yok. O itaat ederek, babanın arkasında durmayı biliyor sadece...

İşte bu insanlara, Berkin Elvan’ın annesini yuhalayan bu insanlara empati duyabilir miyiz? Zulme uğrayanlar fail bildiklerine empati kuramazlar, çünkü önce mağdurun, zulmün muhatabının empatiye gereksinimi çok fazladır. İşte bu mağdurlardan ve yıllarca bu zalim babanın rehinesi olmuş bu insanlardan faile empati istemek haksızlıktır da. Ama yaşanan film buraya geldi. Her zulüm hikayesinin de bir finali var... Öz çocuk saydığımız, sistemden yarar landığını düşündüğümüz bu insanları Erdoğan’dan kim kurtaracak? Erdoğan’dan kurtulmak isteyenler bu insanları da yanlarına alabilir mi? Erdoğan kendi taraftarlarını kemikleşmiş bir kitleye dönüştürmeyi denerken sanıyorum muhalefet de bu kitleyi Erdoğan’a itiyor. Bazı insanlar sanıyorum kendilerini hapsettikleri yerden de çıkmak istiyorlar.

SANIRIM DİNDARLAR DUYGUSAL OLARAK AİLEDEN KOPAMIYOR

Ayrılıkla baş edebilmek, ayrılığın acısını çekip yitirilenin yasını tutabilmek insanı olgunlaştırır. Ama biz ayrılığı çok beceremiyoruz. Okul üzerinden aileden uzaklaşınca okulda ailemizi yedekleyebileceğimiz ilişkiler ararız. Bu tür küçük grupla aslında yedek aile işlevi üstlenir ve biz ailede yaşadığımız ilişkileri bu arkadaşlıklara aktarırız. Bu ergenlik döneminde aileden kopuş ve daha sonra da aileye geri dönerek ilişkinin dinamiğini değiştirerek başka bir ilişki kurarız. Yani psikanalizde "yeniden yakınlaşma" dediğimiz bir şey olur. Dış dünyaya gider, bağımsızlaşır ve yeniden aileye döner ve bu kez de çocukluğu bırakmış ve yetişkin ilişkisi kurarız. Ben, duygusal olarak Müslümanların aileden kopamadığını sanıyorum. Uzağa gittiklerinde bile görünmez derin bir bağ ile aile bağlı kalırız. İslam anneden ve babadan uzaklaşmayı kutsaldan uzaklaşma gibi kurgular. İnsanlar tanrıya, kutsala, anne/babaya/devlet BABAya/ANAvatana her yerde sadık kalmak durumundadır. Aslına aşık olan erkekler aslında annelerini aldatmış gibi hissederler. Sevgililerin beklenmeyecek bir yerden çıkmış bir sivilce gibi anne/babadan (özellikle babadan=otoriteden) gizlenmesi de biraz bu durumla ilişkilidir. Bu bağlamda sevgili anne babanın gideremediği gereksinimleri doyurmak için bulunmuş zorunlu kişidir. O zaten el oğlu/kızıdır. Asıl olan, öz olan el olmayan ise ailedir. İşte bunun biraz genişletilmiş kurgusu ise cemaattir. Anne/babaya sadakat, onlara bağlı kalma hale yedek aile gibi kurgulanan (ailenin olmadığı yerde ailenin yerini dolduran kişiler topluluğu) gruptan ayrılmak, o grubu da terk etmek zordur. Ayrıca yıllarca bir grup içinde kalmış, sosyalitesini bu grupta yaşamış biri bu grubu terk ettiğinde kimsesizlik yaşar. İşte bu bir anlamda "sosyal ölüm" demektir.

AKP’liler ve bir grup ülkücü sanıyorum işte bu noktadalar. Olanları biliyorlar ve o grupta oldukları için grup dışındakilerden de daha fazla bilgiye sahipler. Bu haksızlıklarda bir taraftılar ve bu durumu yıllarca koruyan ve kollayandılar. Şimdi bu durum onları da alt üst edecek hale geldi… İşte önümüzdeki dönemde empati bekleyenlerin faile empati gösterebilme yeteneğinin ölçüleceği de bir dönem. Bu empati bu insanların önümüzdeki dönemde pişmanlıklarını göstermeleri, kendilerine dürüst olmalarına da bağlı. Zulme uzun dönem maruz kalmış bir Kürt’ten bu beklenebilir mi?

BARIŞ ATAY’A NE DİYORLAR?

Geçtiğimiz günlerde Barış Atay bir toplantıya katılmış. Bu toplantıya ilişkin kaleme aldığı yazıda Ayşe Çavdar dinleyicilerin toplantıda Atay’a sitem ettiklerini, çünkü böyle bir ağabeyin karşı tarafta olmalarının düş kırıklığını yaşadıklarına vurgu yapıyor.

Bu yazıda toplantıya katılan insanların kendi durdukları yerle hoşnutsuzlukları ama karşı tarafa da geçememe, oldukları yere mahkum olmalarına değiniliyor. Kürt düşmanlığından ötürü karşıya geçmek için köprüler gerek galiba. Babadan memnun olmayanların ağabeyden önderlik beklemeleri ve ağabeyi koalisyona davet etmeleri, bunun çerçevesi olarak da ağabeyin kendi taraflarına geçmelerinde ısrarcı olmaları. “Biz sana empatide zorlanıyoruz ama ağabey sen aramıza bir köprü kur” çağırıları.

Otorite kimsesiz çocuklara, yetimlere kötü olabilir ama otorite/devlet/baba aynı zamanda kendi çocuklarına da kötü olabiliyor. Reel hayatı öz çocuklar da aynı yaşıyorlar ve reel hayat bir kötülük çemberi. Freud’un totem ve tabu kitabında dikkatimizi çeken bir şey vardır: Zalim babaya karşı çocuklar birleşince zalim babayı ortadan kaldırırlar. İşte otorite/baba çocuklarının kendi aralarında birleşmelerini istemez. Günümüzde de Erdoğanlar Bahçeliler ve Soylular… En çok korktukları bu olsa gerek. Gezi... Farklı kontekslerdeki çocukların birliği... Çocukların otoriteye karşı birleşmeleri. . . İşte bunu engellemek içinde otorite anlatılarını empatiyi yok etmek üzerine kurar. Bu nedenle “Şenyaşar ailesi düşmandır. Berkin Elvan teröristtir." Bu sayede bazı kardeşler düşman ‘öteki’ olurlar.

Devam edecek.


Şahap Eraslan: 1980'de cunta öncesi Almanya'ya gitti. Berlin Teknik Üniversitesi’nde psikoloji bölümünü bitirdi. Daha sonra Humbold Üniversitesi’nde etnoloji okudu. Eş ve aile terapisi, klinik hipnoz eğitimlerini bitirdi. Daha sonra uzun bir eğitim sonrası psikanalist oldu. Uzmanlık alanı kültür psikanalizi ve psikanalitik kültür karşılaştırmaları. Analist/psikoterapist olarak Berin'de çalışıyor.

Önceki ve Sonraki Yazılar
Şahap Eraslan Arşivi