Durun, bu 'ucube darbe'nin otopsisi daha yeni başladı!

Saray için karşı darbenin en kolay boyutu, kamuoyu araştırmalarda en sevilmeyen kişiler listesinde Öcalan ile yarışan Gülen'in 'öncelikli düşman' ilan edilmesiydi.

Ne demiştik?

'Bu darbe daha çoook soru kaldırır' demiştik.

Şimdiden söyleyeyim, bu yazı ayrıntılı ve hayli uzun. Ama sabredin ve okuyun.

Bu yazı bir uğraşının sonucudur, bir kenara arşivlenip saklanıp okunmasında yarar vardır.

Çünkü amacımız Türkiye'nin canına okuyan, kalmış tüm ayarlarını bozup faşizmin kapısını ardına kadar açan; yüzbinlerce masum insanın hayatını karartan bu hadiseye ışık tutmak, iyice anlaşılmasını sağlamak.

Evet, 11 ay önce kafalara dolanan yumak daha yeni yeni çözülmeye başladı.

Aslına bakarsanız Türkiye'nin siyaset kültürü kodlarını çözenler, FETÖ'ydü oydu buydu gibi iktidar işi kavram icatları yüzünden gözlerine perde inmemiş olanlar için 15 Temmuz zaten 16 Temmuz sabahından itibaren 'sorgulayın beni!' diye bas bas bağırmaktaydı, ama ana muhalefetin 'üstün zekası'  (!) ve kenardaki  Türk (Kürt değil, dikkat) solunun sığ şablonculukları sayesine bunca ay boşuna vakit kaybedildi.

Aslına bakarsanız neler olduğunu bir Dario Fo komedisi tadında Ahmet Nesin'in buradaki son yazısı gayet eğlenceli bir şekilde cümle aleme tane tane anlatıyordu.

Araya 'amiral gemisi'nin güdümlü mürettebatından bazı 'analist'lerin yorumları da girdi ama belirtelim ki, ormanı bırakıp ağaçla bile değil ağaç dallarıyla uğraşan bu 'analist'lere bırakılmayacak kadar önemli, hayati bir konudur bu.

Neden mi, diye sorarsanız, cevabının bugün katmerli bir şekilde geldiğini size iletmekle de yetinmeyeceğim.

Çünkü muhalefetteki üç parti bugün peş peşe TBMM'nin bir nevi kadük Darbe Girişimini Araştırma Komisyonu'nun raporuna muhalefet şerhlerini yayınlayarak esasen Komisyon'un AKP'li kesimini ortada dımdızlak bıraktı.

Tabii biz bunca ay özellikle CHP ve HDP neden bir orta oyunu oynadılar ve komisyondan kopmadılar, neden bu kadar beklediler sorularını sormalıyız ama şimdilik bunlar bir yanda beklesin.

Şimdi CHP'nin, Zeynel Emre, Aykut Erdoğdu, Sezgin Tanrıkulu ve Aytun Çıray tarafından hazırlanan ve 'bu bir kontrollü darbedir' diyen 307 sayfalık metninden başlayarak, bu partilerin kapsamlı itiraz şerhlerinden en önemli bölümleri paylaşayım da, meramım anlaşılsın:

 

  • 15 Temmuz 2016 gerçekleştirilen kanlı ve hain kalkışma bu memleketin masum yurttaşları için beklenmeyen, şok edici ve dehşet verici bir gelişme olmuştur. Ancak bu hain darbe girişiminin olacağını bilen ve bekleyenlerde vardır.
  • 15 Temmuz darbe girişiminden aylar önce yazılan yazılardan darbe girişiminin bilindiği hatta bu girişimin hazırlık sürecinin takip edildiği anlaşılmaktadır. Bu konuda en açık kanıt darbeden 4 ay önce Fuat Uğur’un Türkiye Gazetesinde 24 Mart 2016, 2 Nisan 2016 ve 21 Nisan 2016 tarihlerinde yazdığı üç yazısıdır.Fuat Uğur’un 24 Mart 2016, 2 Nisan 20016 ve 21 Nisan 2016 tarihli yazılarında kamuoyuyla paylaştığı bilgiler 15 Temmuz hain darbe girişiminde ve sonrasında aynen gerçekleşmiştir.
  • Fuat Uğur ve benzeri yazarların darbeden aylar öncesi paylaştığı bu yazılar MİT için açık istihbarat kaynağı olup, Fuat Uğur’un bildiklerini MİT’in bilmiyor olması düşünülemez.
  • Kanlı darbe girişimi sonrası düzenlenen Savcılık iddianamelerinin incelenmesinden cemaatin darbe hazırlıklarına 2015 son aylarından itibaren başladığı anlaşılmaktadır. Darbeye hazırlık faaliyetleri Adil Öksüz, Kemal Batmaz, Hakan Çiçek, Nurettin Oruç ve Harun Biniş tarafından yürütülmüştür. Adil Öksüz ve diğer planlayıcılar darbe girişiminden çok önce cemaat bağlantısı devlet tarafından bilinen isimlerdir. Bu isimler Türk Silahlı Kuvvetleri içerisindeki örgüt elemanlarıyla bağlantı kurarak hazırlık faaliyetlerini yönetmiş, sıklıkla ve aynı zaman dilimlerinde ABD’ye seyahat etmişlerdir.
  • Darbeye hazırlık sürecinde üst düzey cemaat imamı oldukları darbeden çok önce bilinen Adil Öksüz, Kemal Batmaz, Hakan Çiçek, Nurettin Oruç ve Harun Biniş tarafından darbeye hazırlık amaçlı birçok toplantı yapılmış ve bu toplantılara onlarca üst rütbeli subay katılmıştır.
  • MİT’in "TSK bünyesinde istihbarat toplayamadığından darbe girişiminin tarihi konusunda net bir istihbarata önceden ulaşılamadığı" savunması geçerli kabul edilmemektedir. Çünkü güvenlik ve istihbarat makamları tarafından bilinen ve takip edilmesi gereken "Cemaatin Hususileri" olarak adlandırılan başta Adil Öksüz, Kemal Batmaz, Hakan Çiçek, Nurettin Oruç ve Harun Biniş asker değil sivil kişilerdir. Darbeye hazırlık ve planlama toplantılarının çoğu askeri bölgelerde değil sivil bölgelerde yapılmış binlerce asker bu toplantıya iştirak etmiştir.
  • MİT Müsteşarlığı TBMM Araştırma Komisyonu’na yönelik yazdığı 22.05.2017 tarihli yazısında "MİT’in daha önce dış makamlarla paylaşılan notlarda cemaatin darbe girişiminde bulunabileceğini bildirdiğini ancak TSK bünyesinde istihbarat toplayamadığından darbe girişiminin tarihi konusunda net bir istihbarata önceden ulaşılamadığı" bilgisiyle darbenin bilindiğini ve beklendiğini şüpheye yer bırakmayacak şekilde ikrar etmiştir. Bu durum 15 Temmuz hain darbe girişiminin öngörülen bir darbe girişimi olduğunu tarihi bir gerçeklik olarak önümüze çıkmaktadır.
  • 15 Temmuz darbe girişiminin hemen öncesinde öngörülen darbenin öncül belirtileri ortaya çıkmıştır. 14 Temmuz 2016 tarihinde yani kalkışmadan bir gün önce Genelkurmay Başkanı Hulusi Akar’ın MİT Müsteşarı Hakan Fidan’la birlikte Özel Kuvvetler Komutanlığı 4. Dönem Özel Kuvvetler İhtisas Kursu Mezuniyet törenine katıldığı, önceki yıllarda böylesine bir törene katılma geleneği olmadığı, bu tören sonrası MİT Müsteşarı Hakan Fidan’la Özel Kuvvetler Komutanlığı bahçesinde 18:00 – 00:30 arası yaklaşık 6,5 saat boyunca baş başa görüştüğü ifadelerle ortaya çıkmıştır.
  • Kara Kuvvetleri Komutanı'nın 15 Temmuz günü İzmir programını erken keserek rutin YAŞ görüşmeleri için Ankara’ya çağrılması ve aynı uçakta hain darbe girişiminin başında en yüksek rütbeli subayı olan Org. Akın Öztürk’ün olması ve aynı gün darbe girişiminin başlaması izaha muhtaç bir durumdur.
  • İhbarcı O.K. "aynı cemaatten" vurgusuyla "kalkışmanın bir cemaat operasyonu ve bir darbe girişimi" olduğunu açıkça söyleyerek durumun vahametini ortaya koymuştur. Bu koşullar altında MİT Müsteşarının Cumhurbaşkanı ve Başbakan’a derhal bilgi vermemesi ve güvenlik birimlerini teyakkuz haline geçirmesi gerekirken bu görevini ihmal etmiş olması anlaşılamamaktadır.
  • Genelkurmay 2. Başkanı Org. Yaşar Güler’in beyanından MİT Müsteşarı'nın Cumhurbaşkanı’nı bilgilendirmek istediği ancak ulaşamadığı anlaşılmaktadır. Bu durum karşısında Cumhurbaşkanı Koruma Müdürü Muhsin Köse’ye "Muhsin sana dışarıdan bir saldırı olsa buna karşı koyacak kadar gücün, kuvvetin ve adamın var mı?" sorusuyla durumun vahametini anlattığı ancak detay bilgi vermediği anlaşılmaktadır.
  • Bu soru hayatın olağan akışı içerisinde sorulabilecek bir soru değildir. Bu durumda Hakan Fidan ve Muhsin Köse tarafından Cumhurbaşkanı’nın bilgilendirilip bilgilendirilmediği hususu karanlıkta kalmakta ve makul şüpheler artmaktadır.
  • Genelkurmay Başkanı’nın tüm kuvvet komutanlıklarına 18:30’da hareket merkezleri aracılığıyla ilettiği emirler saat 19:26’da adreslerine ulaşmıştır. Bu emirlere rağmen TSK’nın komuta kademesinin önemli bir kısmı düğünlere katılmış ve düğünlerde derdest edilerek enterne edilmiştir. Bu durum izah edilememektedir.
  • Özel Kuvvetler Komutanı Korg. Zekai Aksakallı’nın Ankara’da görülen darbe davasının duruşmasında dile getirdiği "TSK’da kriz ve olağanüstü durumlarda ilk haber alınır alınmaz tedbir olarak ‘personel kışlayı terk etmesin’ emri verilir. Birlik komutanları kışlalarında, mesaiye devam edilir. Her zaman uygulanan bu temel ve basit kural 15 Temmuz’da ilk haber alındığı zaman uygulanmamıştır. Uygulansaydı darbe girişimi baştan açığa çıkardı" şeklindeki ifadesi şüpheleri artırmıştır.
  • Kara Havacılık Komutanlığında yaklaşık 2 saat süren incelemelerinde durumu hiç belli etmeden dikkatli incelemeler yaptığını ve personele sorduğu sorularla bilgi almaya çalıştığını incelemeler sırasında herhangi bir hareket hazırlığı görmediğini ve 21:25 sıralarında Kara Havacılık Komutanlığından ayrıldığını beyan etmektedir. Ancak Kara Kuvvetleri Komutanı’nın hiçbir hareket görmediği Güvercinlik Kara Havacılık Okul Komutanlığından Kara Kuvvetleri Komutanının ayrılmasından dakikalar sonra helikopterlerin havalanarak hain darbe girişimine katılabilmiş olması izah edilememektedir.
  • MİT’in bildiği ve dış makamları bilgilendirdiği Cumhurbaşkanı ve Başbakan’ın öngörülen bu darbe başladıktan sonra Cumhurbaşkanı’nın "darbeyi eniştemden öğrendim" demesi Başbakan’ın "eşten dosttan öğrendim" demesi ve sanki hiç bilmedikleri ve beklemedikleri şok edici bir gelişmeyle karşılaşmış gibi davranmaları anlaşılamamaktadır.
  • Öngörülen darbe girişimi 15 Temmuz günü öğleden sonra 14:20 itibariyle öğrenilmiş ancak yukarıda belirtilen bilgi ve bulgular ışığında gerekli bilgilendirmelerin yapılmadığı ve etkin önlemler alınmadığı anlaşılmıştır. Bu ihmaller zinciri sonucunda 15 Temmuz hain kalkışması önlenmeyen darbe girişimi olarak tarihe geçmiştir.
  • Darbe tehlikesinin atlatılmasıyla birlikte Erdoğan tarafından Yenikapı süreci bozulmaya başlamıştır. Darbe tehlikesini atlatıncaya kadar olduğu söylenen OHAL kalıcılaştırılarak TBMM devre dışı bırakılmış ve Erdoğan’ın karşı darbe süreci başlamıştır.
  • Darbe araştırma komisyonu fiilen lağvedilmiş ve komisyon darbeyi girişimini araştıran değil Erdoğan’ın karşı darbesini aklayan bir kara propaganda aracına dönüşmüştür.
  • Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın darbeye karşı direnen bütün kişi ve kurumları aldatarak başlattığı karşı darbe sürecinin hukuki silahı OHAL olmuştur. OHAL KHK’larıyla devlet tarumar edilmiş ve TSK’nın emir komuta sistemi parçalanmıştır.
  • Gerek 15 Temmuz darbe girişimi gerek Erdoğan darbesi karanlıkta tutabilmek ve halkımızın bilgi almasını engellemek için gazeteci tutuklayarak, gazete, televizyon, radyo ve haber siteleri kapatılarak basın susturulmuş ve sansür edilmiştir.
  • Başta Anayasa mahkemesi olmak üzere hiçbir yargı kuruluşunun ve hiçbir yargıcın hakim güvencesi kalmamış hakim ve savcılar OHAL silahıyla rehin alınarak AKP’nin emir erine dönüştürülmeye çalışılmıştır. Bu duruma direnen ve Cemaatle hiçbir ilgisi olmayan hakim ve savcılar terörist damgasıyla Cemaat çuvalına atılmışlardır.
  • Karşı darbe sürecinde boşaltılan kamu görevlilerine AKP yandaşları doldurulmuş Erdoğan parti devleti inşası süreci başlamıştır. OHAL olağanlaşmış KHK’lar kanunlaşmıştır.
  • En son yapılan haksız, hileli ve mühürsüz referandumla parlamenter rejim rehin alınmış yerine gayri meşru bir Başkanlık rejimi kurulmuştur.
  • Bütün bu açıklamalardan anlaşılacağı üzere 15 Temmuz hain darbe girişimini sonuçları kullanılmış ve karşı darbe gerçekleştirilmiştir. Bu sebeplerle 15 Temmuz darbe girişimi karşı darbe yapmak amacıyla sonuçları kullanılan bir darbe girişimidir.
  • Muhalefet şerhimizde detaylarıyla anlatıldığı üzere 15 Temmuz Hain Darbe Girişimi Öngörülen, Önlenmeyen ve Sonuçları Kullanılan bir Kontrollü Darbe olarak tarihe geçmiştir.

HDP'nin muhalefet şerhi de bir o kadar ilginç. HDP'ye göre darbe gecesi Genelkurmay Başkanı Hulusi Akar darbecilerle pazarlık yaptı, oynak ittifaklar sonucunda kalkışma başladığı gibi çöktü.

 

Bakalım HDP ne diyor:

  • Cemaatin yargıda güçlü bir etkiye sahip olmasıyla beraber, başta Kürt sorunu olmak üzere Türkiye toplumunun sinir uçları diyebileceğimiz hassas konulara, yargı erkinin keskinliğiyle müdahale edebilmesi mümkün hale gelmiştir. Bu imkan hukukun sınırlarının çok dışında kullanılmış, Türkiye gündemini meşgul eden davalarda çok sayıda insan senelerce tutuklu kalmıştır.
  • Cemaat, çözüm sürecine yargısal müdahalelerle köstek olmuştur. Bir çok ilde operasyonlar yapılmış, parti üyeleri ve milletvekilleri tutuklanmıştır. Devlet ile PKK'nin çözüm süreci için müzakereler gerçekleştirdiği ve gizli yürüyen Oslo görüşmelerinin kamuoyuna sızdırılması barış müzakerelerine önemli bir darbedir.
  • Çözüm sürecinin askıya alınması, il ve ilçe merkezlerinde tamamen hukuka aykırı biçimde ilan edilen sokağa çıkma yasaklarıyla başka bir boyuta taşınmıştır. Gerek çözüm süreci devam ederken inşa edilen kalekollarla, gerekse sokağa çıkma yasaklarıyla bir kez daha toplumsal ve siyasal bir sorunun çözümü için askeri yöntem tercih edilmiştir. Bu kapsamda askere ve polise çok geniş yetkiler verilmesi, kolluk güçlerinin dokunulmazlık zırhına büründürülmesi gibi etmenlerin de darbe mekaniğini tetiklediği açıktır.
  • (AKP-Cemaat) siyasi ittifakı 7 Şubat 2012 günü MİT Müsteşarı Hakan Fidan'ın ifadeye çağrılmasıyla çatırdamaya başlamıştır. Dershanelerin kapatılmasıyla ilgili kanunun TBMM'de kabul edilmesiyle AKP ile Cemaat arasındaki ittifak yerini çatışmaya bırakmıştır. Bu çatışma 17-25 Aralık operasyonlarıyla tepe noktasına erişmiştir. Daha önceki Cemaat operasyonlarından farkı olmayan bu operasyonun milat kabul edilmesinin tek nedeni doğrudan Erdoğan'ı ve AKP'yi hedef almasıdır. Daha önce binlerce insanın tutuklanmasına neden olan ortam ve telefon dinlemeleri ile uydurma deliller, bu operasyonda da kullanılmıştır.
  • AKP, 17-25 Aralık'ı sadece kendisi için bir milat olarak kabul etmekle yetinmemiş, halkın tamamının 17-25 Aralık sonrası Cemaati 'terör örgütü' olarak görmesini istemiştir. 17-25 Aralık operasyonları, Cemaatin bir örgütün terörist hale gelmesini açıklayacak objektif kriterleri taşımamaktadır. Önceki yargısal süreçlerin hukuksuzluklarının tekrarından ibaret olan bir süreçtir.
  • HDP'nin 7 Haziran sürecinden büyük başarıyla çıkmasının ardından Cumhurbaşkanının "Ya istikrar ya kaos" sözlerinin ardından HDP’ye ve HDP’ye destek veren halka yönelik saldırılar hız kazanmıştır. Nitekim çözüm sürecinin akamete uğramasından sonra, 1 Kasım seçimlerine gidilirken, 16 Ağustos günü hukuki temelden yoksun sokağa çıkma yasakları ilan edilmeye başlamıştır. Sokağa çıkma yasaklarının başladığı 2015 Ağustos ayından bu yana 863 kişi hayatını kaybetti, 1 milyon 671 bin kişi barınma ve sağlık hakkına erişemedi. HDP'li siyasetçiler olmak üzere bu hak ihlallerini dile getiren her kişi ve kesim, örgüt propagandasıyla suçlanarak yargılama süreçleriyle yüz yüze bırakılmıştır.
  • Darbe girişiminin ilk hedefi olan Cumhurbaşkanı, 15 Temmuz'u 16 Temmuz'a bağlayan gece 04.22'de Atatürk Havaalanı'nda yaptığı açıklamada, "Öğleden sonra bir hareketlilik ne yazık ki silahlı kuvvetlerimizin içinde mevcuttu" demiştir. 18 Temmuz günü CNN International'da katıldığı yayında ise "O gece saat 20.00 civarında bir haber aldım. Bazı bölgelerde gelişmeler olduğunu öğrendim. Biz de harekete geçmeye karar verdik." İki gün sonra, yani 20 Temmuz günü Al Jazeera yayınında soruları yanıtlarken ise: "Eniştemde kaldım. Eniştem haber verdi, onun verdiği habere önce inanmadım. Sonra gelişmeler bunu doğruladı. Doğruladıktan sonra MİT Müsteşarıyla görüşmeyi sağladım. Burada istihbarat zaafı olduğu ortada" demiştir. 21 Temmuz günü Reuters'a yaptığı açıklamada ise Erdoğan, "Saat 16.00-16.30 civarı kendisini arayan eniştesinin, Beylerbeyi civarında bir hareketlilik olduğunu, köprüye girişlerin engellendiğini" söylediğini aktarmıştır. 30 Temmuz günü ise, ATV-A Haber ortak yayınında, "O gün 21.15 civarında falan bir şeyin başladığını duyuyoruz. 21.30'da eniştem beni aradı." demiştir. Cumhurbaşkanı'nın eniştesi Ziya İlgen Komisyon'a davet edilmediği gibi, darbe girişimini Cumhurbaşkanı'na haber veren enişteyle ilgili Komisyon raporunda tek bir satır bile yoktur.
  • Darbe gecesine dair istihbaratın MİT'ten Genelkurmaya iletilmesi saat 18.00 civarında gerçekleşmiştir. Her ne kadar MİT'in verdiği bilgilerde Cumhurbaşkanı'nın koruma müdürüyle görüşüldüğü yazılıysa da, bu denli ciddi bir ihbarın bizzat Cumhurbaşkanı'na neden iletilmediğine dair bir açıklama yoktur. Aynı şekilde gerek MİT, gerekse Genelkurmay Başkanlığı tarafından Başbakan ve İçişleri Bakanı'nın haberdar edilmemesi de anlaşılır gibi değildir.
  • Cumhurbaşkanı'nın darbe girişimini ne zaman ve nasıl öğrendiği hala muammadır. Bu kadar kritik bir güne ilişkin hemen her açıklamasının çelişkili olması da kafalarda soru işaretleri uyandırmaktadır.
  • İstihbaratın Genelkurmay ve MİT tarafından saat 18.00 de değerlendirilmesi ve ciddiye alınması üzerine, ihbar hava yoluyla yapılacak bir saldırı içermesine rağmen Hava Kuvvetleri Komutanı'nın haberdar edilmemesi, Komutan'ın düğüne giderek programına devam etmesinin nedeni, Komisyon'a sunulan belgelerde yer almamaktadır. Aynı şekilde Akar'ın "Bilginin geldiği makam itibarıyla ciddiye aldık. Ben, Yaşar Paşa ve Kara Kuvvetleri Komutanı Salih Zeki Çolak ile acilen alınacak tedbirleri tartışmaya başladık." sözleriyle ihbarın ciddiyetinde fikir birliğine vardıkları anlaşılmaktadır. Buna rağmen MİT Müsteşarı da programını bozmayarak saat 20.30'da MİT Karargahı'nda Suriye Ulusal Koalisyonu eski Başkanı Muaz Hatip ile görüşmek için Genelkurmay'dan ayrılmıştır. Böyle üst düzey ve ciddi bir görüşmenin ardından, MİT Müsteşarı'nın programında değişiklik yapmaması da izaha muhtaçtır. Aynı şekilde ihbarın ciddi olduğunu değerlendiren Genelkurmay Başkanı'nın her şeyden önce kendi güvenliğini de hesaba katması gerekirken, makamında subaylar tarafından gözaltına alınması da açıklanması gereken önemli bir noktadır.
  • Bu çelişki ve boşluklar, bizi gerek Genelkurmay Başkanı'nın, gerekse MİT Müsteşarı'nın darbe gecesindeki konumunu yeniden düşünmeye sevk etmektedir. Keza operasyonla kurtarıldığı açıklanan Akar'ın başarısız olduklarını anlayan darbecilerin Akıncılar Üssü'nde bulunan bir helikopteri vermesiyle Çankaya Köşkü'ne gittiği anlaşılmıştır. Akar'ın Dişli'nin ateş edilmesin diye helikoptere bindiğini söylemesi, Dişli'nin helikopterde telefon görüşmeleri yapmış olması pazarlık ve müzakereler sonucu darbe girişiminin farklı bir yöne evrildiği yönünde bir emare olarak değerlendirilebilir.
  • Genelkurmay Başkanlığı ve Akıncı Üssü'nün güvenlik kameralarının görüntüleri ne kamuoyuyla ne de komisyonla paylaşılmıştır.
  • Hem Erdoğan, hem de Yıldırım, darbe girişiminin başladığı 21.30'dan sonra MİT Müsteşarı Hakan Fidan'a ulaşamadıklarını ifade etmişlerdir. Bunun nedeni de hala belirsizdir.
  • :Gerek Mehmet Şanver ve Abidin Ünal'ın ifadelerinde yer alan konuşmalarda gerekse Akın Öztürk'ün ifadelerinde, Genelkurmay Başkanı'nın her yere gönderdiği söylenen uçuş yasağı emrinden bahsetmemişlerdir. Şanver, dönemin İçişleri Bakanı Ala'nın uçağını hedef alan iki uçağın kalkışına engel olduğunu ifade etmiştir. Şanver'in bir telefonla engel olabildiği uçak kalkışına Genelkurmay Başkanı'nın emrinin yeterli olmaması da açıklamaya muhtaçtır.
  • Darbe girişimine katılan ve cemaatçi olmayan askerlerin siyasi aidiyetleri de ele alınmamıştır. Darbe girişiminin bir ittifak neticesinde gerçekleşmiş olduğu fikri Komisyon çalışmalarında da ciddiyetle değerlendirilmemiştir.
  • Sonuç olarak, darbe komisyonunun çalışmalarının sonucunda açıklanan rapor, kafalardaki soru işaretlerini silmekten çok uzaktır. Komisyon çalışmaları darbe sürecinin aydınlatılması veya darbe girişimlerinin engellenmesi amacından sapmış, hakikatlerin AKP'nin darbe girişimine ilişkin tezini güçlendirecek şekilde eğilip bükülmesiyle sonuçlanmıştır. Darbe girişimi karanlıkta kaldığı gibi, darbenin bastırılması için ilan edilen OHAL'le, dengi ancak bir darbeyle mümkün olabilecek hukuksuzluklar alelade bir hal almıştır.
  • Komisyon çalışmaları, olguların tüm berraklığıyla ortaya çıkarılması gereken bir platform gibi değil, AKP'li üyelerin kendi görüşlerini gerçekmiş gibi ileri sürebileceği bir platform gibi devam etmiştir. Örneğin 1970'lerden bugüne Fethullah Gülen Cemaatinin farklı siyasi iktidarlardan destek aldığı vurgulanmışsa da, darbenin 14 yıldır iktidarda olan AKP döneminde gerçekleştiği ve bu süreçte örgütün hangi yollarla palazlandığı es geçilmiştir.
  • Bu durum, AKP'nin aklanması, sorumluluğunun tümüyle örtbas edilmesi ve sorumluluğun yükünü başkalarının sırtına yükleme, başka 'suç ortakları' yaratma çabasıyla devam etmiş, bunun sonucunda komisyon çalışmaları sulandırılmıştır. Bu tavır komisyonun raporuna da yansımıştır.

 

MHP'nin muhalefet şerhinden en önemli bölüm:

  • MİT Müsteşarı Hakan FİDAN ve Genel Kurmay Başkanı Hulisi AKAR’ın bütün ısrarlarımıza rağmen komisyona çağırılmaması sebebiyle darbe girişiminin yaşandığı gün veya öncesinde devletin herhangi bir birimine veya üst düzey yöneticisine bir ihbarın gelip gelmediğine bile netlik kazandırılamamıştır. O gece karanlıkta kalmıştır. Tarafımızdan Sn. Akar ve Sn. Fidan’ın Komisyona davet edilmesi noktasında önerge ile başvuruda bulunulmuştur. Komisyon Başkanı tarafından önerimizin değerlendirildiği ifade edilmiştir. Komisyon Başkanının bu iki önemli isme davet göndermediğini 30.05.2017 tarihinde televizyon kanallarına verdiği bir röportajında öğrendik!

 

Bunlara bugün, Brüksel'de AB çevrelerine bilgi notları aktaran bağımsız analiz sitesi Vocal Europe'ta, NATO ülkelerine iltica etmiş albay rütbesindeki beş TSK mensubunun kapsamlı bir mülakatta söylediklerini de ekleyelim ki, darbenin daha ne kadar soru kaldıracağı anlaşılsın.

 

ArtıHaber'de yayınlanan detaylara göre, bu beş subay şu iddiaları ve görüşleri ortaya atıyor:

  • "Devletin Kürt sorununun çözümünde yaptığı hatalar nedeniyle birçok insan hayatını kaybetti. 15 Temmuz sonrasında görevden alınan birçok general ve subay Kürt sorununun çözümünde liberal fikirlere sahipti ve Kürt sorununun silahla, askeri yöntemlerle değil demokratik yöntemlerle çözülmesi gerektiğini düşünüyorlardı."
  • "Hatırladığım bir olayda, şu anda cezaevinde ve işkence altında olan bir general Sur’daki bombardımanda birçok sivil insanın hayatını kaybettiğini görmüş ve bombardımanların durdurulması gerektiğini söylemişti. Bu general tasfiye edildi. Maalesef daha sonra Erdoğan’a yakın generaller, Diyarbakır ve Şırnak’taki operasyonların komutasını ele aldılar."
  • Genelkurmay Başkanlığı, TSK'nın sadece yüzde 1.5'inin darbeye katıldığını, bunları çoğunluğunun da erler olduğunu açıklamıştı. Yani iddia edilenlerle gerçekte ne olduğu arasında büyük bir boşluk var.
  • Bizler TSK'nın darbe şokundan çıkarılması konusunda herhangi bir çaba görmüyoruz. Tersine 15 Temmuz'un hemen sonrasında TSK kuvvet komutanları seviyesinde çok önemli değişiklikler oldu. Artık camide Cumhurbaşkanı'nın yanı başında namaz kılan bir Genelkurmay Başkanı var. Böylesi TSK tarihinde asla yaşanmamıştı.
  • (TSK içinde) 2005'e kadar, 'uygun olmayan' kişilerin tespitine olanak veren mekanizmalar vardı... İlginçtir, bu sürece 2007 başında son veren kişi bizzat Erdoğan'dır.
  • TSK içinde farklı fraksiyon yandaşlarının sayısının ne olduğu bilinemez. Böyle bir tasnif sistemi yoktur. Bana sorarsanız, eğer TSK içinde Gülenistler var ise bunlar alt rütbelerdedir. çünkü Erdoğan istihdam sürecine 2007'de müdahale etmiştir. Bence üst rütbeli subaylar ve generaller arasında Gülenistler yoktur.
  • "Darbe girişimi sonrasında birçok değişiklik meydana geldiği için Türk Silahlı Kuvvetleri büyük bir risk altındadır. Büyük bir siyasallaşma riski var ve bu, Türk ordusunun uzun vadede karşı karşıya kalacağı önemli bir risktir."
  • "Türk hükümeti, 15 Temmuz’dan sadece birkaç hafta sonra ‘Biz güçlü bir orduyuz’ diyerek Suriye’ye müdahale etti. Bu aslında halka güçlü olduğunu göstermek isteyenlerin oluşturmak istediği bir algıydı. Sonuçta çok sayıda asker kaybı oldu. Askeri araç, gereç ve teçhizatlar da başka grupların eline geçti. Fırat Kalkanı adlı operasyon Erdoğan yanlısı medyada büyük bir başarı olarak gösterildi. Oysa Erdoğan’ın generalleri stratejik bir bağlam ve operasyonel planlama olmadan operasyona komuta etti. Sonunda ortaya bir karmaşa çıktı. Türk Ordusu şimdi bazı uzuvlarını kaybetmiş bir vücut gibidir. Vücut canlı olabilir ancak tüm canlılık fonksiyonlarını yerine getirebilecek durumda değil. Sadece yürüyen bir ölüdür.''

Yeterince uzadı, ama bugün darbe 'sorunsalı'na eklenen yeni unsurlar bunlar. Aslına bakarsanız ortaya atılan her soru, her tespit, 15 Temmuz gecesi olanlara dair son derece karmaşık mevcut tabloyu daha da bulandırıyor.

Bu açıklamalara bakıldığında, ve - dikkat buyurun - sadece bu son verilere dayalı olarak, an itibarıyla güç kazanan tez bellidir:

Bu kalkışmanın gelmekte olduğu gayet aşikardı, her tarafıyla bas bas bağıran bir darbe ta 2016 başından beri 'mayalanıyordu' ve karşısında 'gözünü karartmış' duran iktidar, özellikle de Saray'daki 'üst akıl', kılcal hesaplarla bu kalkışmayı sadece savuşturmakla kalmayıp anında bir karşı darbeye çevirmenin son derece kolay olduğunu anladı.

Anamuhalefet alıklığın zirvesindeydi. Kürt Siyasi Hareketi hem kırıma uğramış, hem de anti-Kürt duygular algı mühendisliği ile hallolunmuştu.

Saray için karşı darbenin en kolay boyutu, kamuoyu araştırmalarda en sevilmeyen kişiler listesinde Öcalan ile yarışan Gülen'in 'öncelikli düşman' ilan edilmesiydi.

Saray, laik ve dindar kitlelerin 'nefret ortak paydası' olarak PKK'nın yanına FETÖ'yü yeni bir kavram olarak ekledi ve...

Hamakat ürünü tezahüratlar, 'oh olsun, kahrolsun, beter olsun!' sesleri eşliğinde...

Gerisi tereyağından kıl çeker gibi geldi.

Güçlenen işte bu tez.

Durun, daha bitmedi.

Daha çook soru var.

Bilmiyoruz, belki başka bir sonuca da ulaşabiliriz.

 

 

Önceki ve Sonraki Yazılar
Arşivi