‘Efsane kitapta’ Kore savaşı ve bolşevik dezenformasyonu!

'Benim param olsa, hüsn-ü rızam (gönül rızası) ile böyle kıymetdar kardeşlerimin her birisini askerlikten kurtarmak için bedel-i nakdiye (bedelli askerlik) bin lira kadar da olsa, verirdim.'

Bediüzzaman Efsanesi Ve Said Nursi Gerçeği isimli kitabında Emrah Cilasun, Nursi’nin Kore Savaşı’na ve ABD ile Türkiye gibi müttefiklerinin orada işledikleri savaş suçlarına büyük bir coşkuyla destek olduğunu iddia etmektedir. (syf: 324)

Delil olarak öne sürdüğü argümanlara baktığınızda "dezenformasyonun bu kadarına da pes doğrusu!" diyesiniz geliyor.

Öncelikle Nursi’nin konu ile ilgili askerlik kurası Kore’ye çıkan talebesinin hatırasını okuyalım:

"1951 senesinde Ceylân Çalışkan Ağabeyle benim askerliğim gelmişti. Üstadımız, bize, 'Elinizdeki hizmetiniz bitinceye kadar rapor alın, gitmeyin' demişti. Bilâhare, 'Lüzum yok, askerliğinizi bir an evvel bitirin, gelin' dedi. Elimizdeki hizmetleri de gece gündüz çalışıp bitirdik...  Bilâhare benim kuram Kore'ye çıktı. İskenderun'dan Kore'ye gidecek kuvvetleri hazırlıyorlardı. İktidarda Demokrat Parti olduğu için, Halk Partililer Kore'ye asker göndermenin aleyhinde idiler. Bana 'Bak Kore'deki askerlerimizi kırdırıyorlar. Seni Suriye'ye kaçıralım' dediler. O sırada radyo, Kunuri Savaşını, çemberi falan anlatıyor, gazeteler de aynı şeyleri yazıyordu. Herkeste bir telâş vardı.

Ben 'Üstadımıza danışmayınca, Suriye'ye falan kaçmam' dedim. Nihayet bizi İskenderun'dan büyük bir merasimle istasyona kalabalık bir cemaat uğurladı. Trenle İzmir Seferihisar'a gidiyorduk. Ben Çay istasyonunda inerek doğru Emirdağ'da sürgünde olan Bediüzzaman’a Kore'ye kuramın çıktığını anlattım. Üstadımız çok sevindi.

‘Tamam, ben bir Nur Talebesini Kore'ye göndermek istiyordum. Onun için, ya seni ya Ceylân'ı düşünmüştüm. İnkâr-ı uluhiyete karşı Kore'ye gitmek lazım! Japon Başkumandanı benim ahbabımdır. Benden selâm söyle ve bu Risaleleri ona ver’ dedi. Hutbe-i Şamiye gibi beş altı risaleyi götürmüştüm..." (Bayram Yüksel’in Anıları-Son Şahitler)

Evet anlaşıldığı üzere Nursi’nin sevinci Kore’de bir savaşın çıkmış olmasından dahası orada işlenen savaş suçlarından filan değil, çok değer verdiği imani eserlerini (bir talebesinin hasbelkader askerlik kurası vesilesiyle) Kore’ye gönderebilmiş olmaktan kaynaklıdır. Zaten hatırada savaş kelimesi geçmediği gibi Nursi’nin; talebelerini bırakın Kore Savaşı’na, askerliğe bile göndermekte hiç de istekli olmadığı kolayca fark ediliyor. Başka bir eserinde Nursi, Boğazlar Meselesi’nin (Montrö Ant. öncesi) içeride oluşturduğu heyecan vesilesiyle askerlik ve savaşa dair genel düşüncesini paylaşmışsa da her nedense Cilasun’un dikkatinden kaçmış olmalı:

"Harb (savaş) belası ise hizmet-i Kur'aniyemize mühim bir zarardır. Bizim en fedakâr ve en kıymetdar kardeşlerimizin ekserisi kırkbeşten aşağı olduğundan, harb vasıtasıyla vazife-i kudsiye-i Kur'aniyeyi bırakıp askere gitmeye mecbur olacaktılar. Benim param olsa, hüsn-ü rızam (gönül rızası) ile böyle kıymetdar kardeşlerimin her birisini askerlikten kurtarmak için bedel-i nakdiye (bedelli askerlik) bin lira kadar da olsa, verirdim." (16. Lema)

Yine Nursi gibi şöhretli ve çaplı bir Zat, yüz binlere varan talebeleri arasından sadece bir tanesinin isminin halk arasında "Almancı" çıkmasıyla filan Almancı olmaz.

Üstadımız şöyle dedi:

'Esas manevî atom bombası Risale-i Nur'dur. Onların atomundan daha üstündür. Sizler korkmayın, bu memlekette Risale-i Nur olduğu müddetçe Rusya bu memlekete giremez.'

"Yine Alman Harbinde herkes telâşta, 'Almanlar Türkiye'ye girdi girecek' diye kahvelerde konuşuluyor. Üstadımız Hafız Ali Ağabeye haber gönderiyor. 'Korkmayın, telâş etmeyin. Bu memlekette Risale-i Nur var, giremez.' diyor. (Bayram Yüksel’in Anıları-Son Şahitler 3.Cilt / bediuzzamansaidnursi.org)

Yine Nursi; İkinci Cihan Harbi’nin Alman ve İngilizler’in yeryüzünde egemenlik kurma, milliyetçilik, çıkar gibi emperyal heves ve hırslarından dolayı çıktığını belirtmiş dahası, savaşan her iki tarafın da binlerce masumun kanını döküp barışı reddetmeleriyle din, hak ve hukuk adına hareket etmediklerinin açıkça anlaşıldığını yazmıştır:

"Bin masum çoluk-çocuk, ihtiyar, hasta bulunan bir yerde, bir-iki düşman askeri bulunmak bahanesiyle, bombalarla onları mahvetmek ve tabakat-ı beşer cereyanları içinde, burjuvaların en dehşetli müstebidleri ve sosyalistlerin ve bolşeviklerin en müfritleri olan anarşistlerle ittifak etmek ve binler, milyonlar masumların kanlarını heder etmek ve bütün insanlara zarar olan bu harbi idame ve sulhu reddetmektir." (Kastamonu Lahikası)

Cilasun kafayı hep gözyaşlarına taksa da gerçek; Nursi’nin Ermeni, Dersim Katliamı’nda olduğu gibi hem Rusya’da hem de Avrupa’daki çoluk çocuğa samimi olarak çok üzüldüğüdür.

"Üç-dört aydır ki, dünyanın vaziyetinden ve harbinden hiçbir haberim yokken Avrupa'da, Rusya'daki çoluk çocuğa acıyarak tahattur ettim…" (Kastamonu Lahikası)

Cilasun daha da ileri giderek Bediüzzaman’ı Kore Savaşı’nda CHP’li İnönü, DP’li Ağaoğlu ve "Savaşı Çin’e taşıyalım!" diyen ABD’li general MacArthur’la hedef ortaklığı gözettiği ile itham etmektedir. (syf: 375)

Halbuki Cilasun kitabının aynı sayfasında Nursi’den yaptığı alıntıyla kendi iddiasını bizzat kendisi çürütüyor;

"…Yoksa koca Çin’i az bir zamanda komünistliğe çeviren musibet-i beşeriye siyasi, maddi kuvvetlerle susmaz. Yalnız onu susturan hakikat-i Kur’aniyedir." Görüldüğü gibi ne Kore için ne Çin ne de başka bir yer için çatışma ve sıcak savaş benzeri yöntemleri tasvip etmeyen Nursi, komünizmin içerisindeki ‘Allah’ı inkâr etme’ fikrini de ‘en büyük musibet’ olarak niteleyip sorunun güç kullanılarak, savaşla çözülmeyeceğini açıkça ifade etmiştir.

Gerçekten de Bediüzzaman karşısındakileri ‘dinsiz ve anarşist ve vatan ve millet düşmanları’ olarak tespit etmiştir. Komünist ve bolşeviklerden çok, komünizm ve bolşevizm perdesi altında inkâr-ı uluhiyeti ve anarşizmi yaymaya çalışanlara karşı durmuştur.

"Çünkü nasıl bir Müslüman, şimdiye kadar hakikî Yahudi ve Nasrani olmaz belki dinsiz olur, bütün bütün bozulur. Öyle de bir Müslüman, bolşevik olamaz. Belki anarşist olur." (14. Şua)

Tüm eserleri dikkatlice okunduğu takdirde Nursi’nin düşman kategorisine girenlerin bolşevikler olmadığı, bolşevizm ve komünizmi dinsizlik ve anarşiliğe basamak yapan bir kısım münafıklar olduğu anlaşılacaktır. Meşhur ‘bolşevik baykuş’ tabiri de Nursi’ye ait olmayıp, mahkeme avukatlarından Abdurrahim’in kullandığı bir tabirdir.

Depremle ilgili izahlarına hurafe deyip bilimsel bulmayan yazarımıza Bediüzzaman’ın; aklı gözüne inmiş, her şeyi maddede arayan, gözüyle görmediği şeye hurafe deyip reddeden bir materyalist olmadığını hatırlatalım. Avamca söyleyecek olursak; diyalektik materyalizm ne zaman ki bir mektubun kâtipsiz, bir iğnenin ustasız olamayacağını kabul etme başarısını gösterdi o zaman her biri birer sanat harikası olan mesela bir gözün, böbreğin, bir üzümün, narın, bir balın, sütün, yumurtanın ve tabii ki titreme ve deprenmesi dahil koca yerkürenin düzenli ve ölçülü hareketlerinin de rastgele kendi kendine olamayacağını teslim eder.

Yazarın Nursi’ye dair ittihatçılık ithamına dair şu kadarını belirtmekle yetineyim:

AKP’nin serüvenini bilirsiniz! Muhalefetteyken iyi olan iktidarda iken kötü olabiliyor.

Abdülhamid’in despotluğuna karşı çıkıp anayasal sistemi, meclisi ve özgürlükleri savunan ittihatçılarla bu ortak muhalif paydada diyalog geliştiren Nursi, iktidara konan ittihatçıların devrik sultanı aratan ceberutluklarına da şiddetle karşı çıkmış hatta onlara ‘haydut hükümet’ demekten çekinmeyerek Divan-ı Harp’lerinde idamla yargılanmıştır.

Bediüzzaman ve Şêx Said Meselesi ise başka bir makaleye ertelenecek kadar uzunca bir konu.

Bazı mühim belgelerle beraber ilme değil zan, niyet okuma ve malumata dayalı bu ‘efsane’ kitaptaki yanlışları geçtim, dezenformasyona dair şimdilik bu üç makaleyle yetiniyorum.

Cilasun’un tespit ettiği gibi evet Bediüzzaman; bir komünist değildi. Ama O, Ankara’yla ideolojik ortaklık güden, Kemalist rejimle uzlaşı peşinde olan biri de değildi. Hatta Ankara eliyle kendisine teklif edilen büyük ve önemli makamları elinin tersiyle itebilecek ve "Bana verilen sıkıntıların mühim bir sebebi M. Kemal’e dost olmadığımdır." diyebilecek kadar net birisidir Nursi.

Evet; O’nun yalan, yıkım, fitne, sömürü, çıkara dayalı İngiliz siyaseti ve emperyalizminden nefret ettiği de doğruydu. Ama iddia edildiği gibi O; hiçbir zaman militan bir ittihatçı, Almancı ya da Batı yandaşı olmadı. Altı bin küsurluk dev Nur külliyatına ismini bile almadığı Natocu hiç değildi..!

Cilasun’un kitapta sıkça yaptığı gibi niyet okuması yapmadan şunu da ekleyeyim: Bu gibi çalışmalar, Seîdê Kurdi en-Nursi’ye olan akademik ilgiyi çoğaltır ve mesajlarının daha iyi anlaşılmasına katkı sunar. İdeolojik körlüğün farkında olan vicdanlı sol cenahtaki itibar ve sevgisini ise hiç sarsmaz belki ARTIRIR!

Önceki ve Sonraki Yazılar
Muhammed Salar Arşivi