Eleştirinin eleştirisi meselesi ve bir vaka

Biliyoruz ki her sergi ve performans için onlarca yazı çıkmıyor. Çıkan nadir değerlendirmeler de sanat tarihine malzeme olarak kayda geçiyor. Olumsuz yazılar karşısında sanatçıları harekete geçiren çoğu kez bu durum.

‘Türkiye’de eleştiri yok’ yıllardır en çok duyduğum eleştirilerden biri. Zehra İpşiroğlu’nun bir dönem çok ilgi çeken kitabında yaptığı gibi bu tespit de aslında ‘eleştirinin eleştirisi’.

Hiçbir zaman ve hiçbir sanat dalı bilmiyorum ki insanlar Türkiye’de yayınlanan eleştirinin içeriğinden ve miktarından memnun olsun. Eleştiri ya hiç yoktur ya yetersizdir ya yanlıdır. Bunu dile getirenler yüzde yüz haksız da değildirler. O nedenle zaten bu fikir onlarca yıldır varlığını koruyabiliyor. Ne o eleştirmenler ne o eleştirileri yayınlayacak gazete dergiler kaldı ama bu söylem hala baki.

Geçen ay bir üniversitede katıldığım sanat-edebiyat konulu panelde de genç dinleyiciler bunu dile getirdi. Bize iyi ve kötü eserleri cesaretle gösterip yönlendirecek eleştirmenlerin olmamasından yakındı birisi. Onlara Nurullah Ataç devrinin çok gerilerde kaldığını, o ‘karizmatik aydın’ın sanat ve felsefe tarihine mal olduğunu anlatmaya çalıştım. Artık günümüzde böyle yol gösterici ve herkesin bilgeliğini kabullendiği entelektüeller yok. Onların varlığını destekleyecek entelektüel cemaatler, mesela Ataç’ın yazdığı Ulus gazetesi gibi etkili yayınlar da yok. Sanıyorum son karizmatik edebiyat eleştirmeni Fethi Naci’ydi.

Günümüzde düzenli olarak edebiyat eleştirisi ile uğraşan, yazılarını popüler yayınlarda yayımlayan mesela Ömer Türkeş gibi ya da çalışmalarını belirli aralıklarla kitap olarak okura ulaştıran mesela Nurdan Gürbilek gibi eleştirmenler yıllardır yazmayı sürdürüyor. Ömer Türkeş’in yaptığı, yeni romanları değerlendiren yazı tipi hasretle aranan ama bir türlü varlığının ehemmiyetine varılamayan şey. Nurdan Gürbilek’in farklı okumalar öneren eleştiri kitaplarının bir oranda, belli çevrelerde değerinin teslim edildiğini düşünüyorum. Onun maruz kaldığı en büyük haksızlık ‘Türkiye’de eleştiri yok’ cümlesinin alelusul telaffuz edilebiliyor olması.

Sanat alanında da Sanat Dünyamız dergisi, Argonotlar internet sitesi ve benzerleri var olduğu sürece bu cümle anlamsız ve haksız bir tespit olmayı sürdürecektir. Aslında irili ufaklı birçok internet sitesinde sanat yazıları yayımlanıyor. İrili ufaklı kitap tanıtımı yapan onlarca internet sitesi var. Ama hala bir eleştiri yoksunluğudur gidiyor…

İnglitere’de 'Okuma Ajansı' tarafından yapılan bir araştırmada, yetişkinlere, ‘daha fazla okuyabilmeniz için neye ihtiyacınız var?’ diye sormuşlar. Yanıt verenlerin % 39’u ‘kendileri için daha fazla zaman’, %22’si ‘daha kısa çalışma saatleri’ isterken %17’si ‘nasıl kitap seçileceği konusunda yönlendirme’ istemiş… Yani daha fazla kitap tanıtımı, daha fazla eleştiri vs. istiyorlar. Bu, %16’nın dile getirdiği ‘sosyal medyada daha az zaman geçirmek’ten bile önce geliyor.

Kitap üretiminin ve çeşitliliğinin giderek arttığı bir zamanda insanların yönlendirme eksikliği hissetmelerinden daha doğal bir şey olamaz. Demek ki eleştiriye her zamankinden daha çok ihtiyaç var… Ama nasıl bir eleştiri? Ve bu eleştiriyi nasıl canlandıracağız, var edip koruyacağız.

Bu hafta eleştiri konusunda yazmamın nedeni İngiltere’deki bu araştırma değil. Biraz sonra sözünü edeceğim bir ‘eleştiri – yanıt’ olayı.

Uzun sayılabilecek bir zaman Radikal gazetesinin kültür sanat sayfalarını yönettim. Burada sanatın her dalında düzenli olarak eleştiri yazıları yayımladık. Bu dönemde gördüm ki hiçbir olumsuz eleştiri cevapsız kalmaz. Cevabı yazan da her zaman söz konusu sanatçı ya da yazar olur. Bir eleştirmenin beğenmediği romana bir başkası ‘haksızlık etmişsin’, bir eleştirmenin beğenmediği sergiye bir başkası ‘anlamamışsın’ diye yanıt yazmaz. Böyle polemikler nadirattandır.

Ekseriyet ise ‘eserimi anlamadınız’ diyen sanatçıdan gelen yanıttır. Ben gazete sayfası yönetirken bu tür cevap yazılarını yayımlamıyordum. Sanatçıya yazısını bir başka yerde yayımlatabileceğini söylüyordum ki çoğu kez öyle yapıyorlardı. Ama bir önceki yazıyı tekzip edilmesi gereken bir yalan haber gibi olumsuzlayan bir yazıyı yayımlamanın öncelikle eleştirmenime haksızlık olduğunu düşünüyordum. Ben eleştirmenin yanında durmalıyım ki onun da görüşlerini özgürce yazabilecek cesareti olsun.

Elbette editörün birinci vazifesi, her tür muhtemel önyargı ve düşmanlığı, hakaret ve benzeri kırıcı sözleri, yanlış bilgileri ve temelsiz ham yargıları ayıklamaktır. Bu tür kusurlar ayrı bir konu. Ama sadece olumsuz bir görüş yansıtması bir yazıya cevap verilmesini gerektirir mi? Bence gerektirmez.

Son yılların en önemli güncel sanat yayını Argonotlar’da Işıl Eğrikavuk’un ‘Ne İlyas, Ne Cemşit’ işiyle ilgili Seda Niğbolu imzalı bir yazı yayımlandı. Daha sonra da sanatçı Işıl Eğrikavuk’un bu yazıya cevabı çıktı… Önce, ‘medium.com’ da çıkan yazı nedense Argonotlar’da tekrar yayımlandı; ben de burada okudum.

Niğbolu, eleştiri yazısında çok özetle Eğrikavuk’un işinin ele aldığı konuda düşünsel bir alternatif sunmadığını ‘uçucu bir görsel anı’ olarak kaldığını söylüyor. Işıl Eğrikavuk’un cevap yazısı ise eleştiri yazarlığının önemini teslim ederek başlıyor. Eğrikavuk bir dönem gazetecilik yapmış, düzenli yazılar yazmış biri olarak Niğbolu’nun çabasının kıymetini biliyor. Ama yine de haksızlığa uğradığı fikrine teslim olup kendini izah etmeye girişiyor.

Eğrikavuk yazısında Niğbolu’nun kendisini yeterince araştırmadığını, bu işini bağlamında ele alamadığını, performans sanatı eleştirisinin farklı olması gerektiğini savunuyor… Kimin daha haklı ya da ikna edici olduğuna okuyup kendiniz karar verirsiniz. Ama şimdi benim meselem bu değil.

Biliyoruz ki her sergi ve performans için onlarca yazı çıkmıyor. Çıkan nadir değerlendirmeler de sanat tarihine malzeme olarak kayda geçiyor. Olumsuz yazılar karşısında sanatçıları harekete geçiren çoğu kez bu durum. Ama ülkemizde eleştirinin yerinin biraz daha iyi olması için bu yazılara karşı daha hoşgörülü olmalıyız, ben böyle düşünüyorum. Bu, eleştiri çabasını desteklemek için yapılması gereken pek çok şeyden biri. Sanatçıların payına da bu düşüyor.


Cem Erciyes kimdir?

Gazeteci, yayıncı. 1971 doğumlu Cem Erciyes, İzmir Bornova Anadolu Lisesi’ni ve Marmara Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi Uluslararası İlişkiler Bölümü’nü bitirdi. İstanbul Üniversitesi’nde Uluslararası İlişkiler dalında yüksek lisans yaptı. Gazeteciliğe 1992’de Dünya Gazetesi’nde başladı. Dünya Kitap dergisi ve kültür sanat sayfalarında çalıştı. 1997 yılında Radikal’e geçti. Kültür Sanat Editörü ve Radikal Kitap Eki Yayın Koordinatörü, Ek Yayınlar Yönetmeni gibi görevler üstlendi… 2016 yılında Doğan Kitap’ın yayın direktörlüğünü üstlendi. Halen bu işi yapıyor. Çeşitli dergi, gazete ve internet sitelerinde yazıları yayımlandı. TRT’de, Açık Radyo’da kültür sanat ve tarih programları hazırladı, sundu.

Önceki ve Sonraki Yazılar
Cem Erciyes Arşivi