Empati yazıları:- 4- Empatiyi acımayla karıştırırız

Yoksul birine empati göstermek yoksul olmayı gerektirmez. Eğer ben ötekini anlamak için ötekiyle aynılaşıyorsam, kendim olmaktan vazgeçiyorum demektir. İki insanın farklılıklarını koruyarak yapabildikleri şeydir empati...

Empati, ilişkilenmemiz için bir önkoşul. Her bebek dünyaya geldiğinde ilişki kurmaya çalışıyor, dünyaya ve ötekine ilgi duyuyor. Bebek annenin karnında dış dünyadan uzakta ve izole yaşıyor; işte empati bu izolasyonu bitirmeye de yardım ediyor. Bir çocuğun hallerini de anne yine empati yoluyla anlayabilir ve ona yardımcı olabilir…

Empatiden söz edenler genelde bir mağduriyeti işaret ederek bunu yaşayan mağdurlara empatiyi talep ederler. Bu bağlamda biz empatiyi genellikle acımayla karıştırırız. Acımada asimetrik bir ilişki vardır; bizden mağdurun yanında yer almamızı isteyenler, faile karşı bir güç oluşturmak ve asimetriyi mağdurdan yana bozmayı hedefler…

Empatiyle acımanın kesişen yanları olmasına rağmen farklıdırlar da. Lokantadaki eli kesilen kişi ben olabilirim. Ayrıca herkes lokantadaki insanın yaşadığıyla aynı ya da benzer durumlar yaşamıştır. Empati iki aynı değerde ya da benzer kişilerin kendilerini ötekinin yerine koyabilme beceri ve yeteneğidir. Bu yerine koyma üzerinden ötekinin duygu, düşünce ve perspektifiyle olaya, yani yaşanan duruma bakabilirler. Empati imajinerdir... Yoksul birine empati göstermek yoksul olmayı gerektirmez. Eğer ben ötekini anlamak için ötekiyle aynılaşıyorsam, kendim olmaktan vazgeçiyorum demektir. İki insanın farklılıklarını koruyarak yapabildikleri şeydir empati...

EMPATİNİN ZEHİRİ: TARAFTARLIK

Kurguların ve mitlerin ortak ve en etkili yanları kutuplaşma üzerine kurulmalarıdır. İyi ve kötü, siyah ve beyaz kesin çizgilerle ayrılırlar ve ayrı taraflarda dururlar. İyinin ve kötünün böyle oluşturulduğu dünyada insanlar genelde iyinin kazanmasından yanadır.

Masallarda ve filmlerde bu istek depreşir ve kötü olanın kaybetmesi ve kötülüğün cezalandırılması arzulanır. Yani insan taraftardır; kendi tarafını ‘iyi’ olarak tanımlar ve kendi tarafının, yani iyinin kazanmasını ister. Toplumda kutuplaşma başarılmışsa artık her taraf kendi tarafındakilerle empati kurmaya başlar. Bu durum ‘öteki’ olanla empatinin önünü keser. Yani çoğu insan kendi tarafına karşı empatiye açık iken ötekinden uzak durur.

Böyle bir kutuplaşma sonrasında, bu kutuplaşmayı başaran liderler taraftarlarının kendilerinden yana olmasına çok çaba göstermezler. Çünkü insanlar bir tarafla empatiyi kurarken diğerinden uzaklaşır ve bir dönem sonra öteki ile empatinin yolları kapanır. Yani bir dönem sonra bu insanlar diğerleriyle empati kurma imkanını yitirirler. Ötekinin diline, duygularına, düşüncelerine ve tutumlarına geçiş artık imkansızdır. Bunun bir diğer anlamı da şudur: İnsanlar bir tarafta durmaya ve orada kalmaya mahkum olurlar!

Türkiye’de Erdoğan taraftarlarının yaşanan bu kadar sorun ve zulme rağmen aynı yerde durmaları biraz da bu durumla ilişkili. Muhafazakar kesimin, değerlerinin kaybından ötürü hala muhafazakar taraftaymışçasına bir yerde durması gibi... Bir insanın ırkçı, dinci, Kemalist vs. olması aslında başka bir şey olamama realitesiyle yakından ilgili. Yani kemikleşen bir grubun durduğu yerde ne pahasına olursa olsun durması, artık başka bir değişme şansını yitirmesiyle de ilişkili.

Konunun bir yüzü de şudur: Yıllarca bir tarafta durmuş insanların taraf değiştirmeleri, bugüne kadar durdukları yeri ve savundukları fikirleri de anlamsız hale getiriyor. İnsanların bir ömür boyu emek verdikleri fikirlerin artık yanlış olduğunu söylemelerinin geçmişlerini ve ömürlerini anlamsızlaştıracakmış gibi olur; insanlar bu yüzden, anlamsızlığa düşmektense durdukları yerde kalmayı sürdürebiliyor ve böylece saçma bir anlamı ‘anlamsızlığa’ tercih edebiliyorlar.

Diğer bir mesele, insanın ayrılığının hiç de kolay olmamasıdır. Yıllarca bir tarafta duranların taraf değiştirmeleri bir ayrılık ve bir terk ediş demektir. İşte bu da çok zor geliyor. Arkadaşsız kalmaktansa kötü arkadaşlıkları sürdürmek… Kötü evlilikleri kötü olmasına rağmen sürdürmenin bir nedeni de kötünün ayrılığa tercih edilmesidir. Bazen de ayrılığa gücümüz yoktur... Yorgunuz. Taraf değiştirmek, sosyal ilişkilerini yalnızca kendi tarafındaki insanlarla kurmuş insanlar için bir ‘sosyal kimsesizlik’ olabileceği için bu durum da ayrılığı zorlaştırıyor. İşte bunların empati üzerinde de etkileri var.

Bölünme ve kutuplaşmanın, kutuplaşmayı kurgusallaştırmaya etkisi vardır. Biz ve düşmanlar, biz ve kafirler, vatanseverler ve hainler/teröristler... Böyle bir kurgunun işleyebilmesi için mağdura da ihtiyaç vardır. Her grup kendi mağdurunu ve acıklı hikayesini oluşturur. İşte mağdura yönlendirilen bu empati sonuna kadar kullanılır ve sömürülür. “Türk'ün Türk'ten başka dostu yoktur” (tarih boyunca herkesle mücadele etmek zorunda bırakılmışlardır), “başörtülü bacılarımız” (mesele bacılarımız değildir, ‘bacılarımız’ söyleminin iş yapmasıdır. Keşke, gerçekten bacılarımızın derdi derdimiz olabilse!) ve “Müslümanlara yapılan zulüm” gibi söylemler, çok karlı ve sürekli iş yapan söylemlerdir mesela. Burada vurgulanan, mağdurun söylence yoluyla yaratılan, abartılan ve kurgulanan mağduriyetidir… Mağduriyete yapılan tacizdir bu aslında... Asıl mağduriyeti sıradanlaştırır bu söylem ve mağduriyeti gölgeler...

MAĞDURİYETİN ÇEKİCİLİĞİ

Kurban olmanın çekici bir yanı var; çünkü mağduriyet insanların empatisini mağdura kanalize ediyor. İnsanlar mağdurdan yana olmaya, ona empati göstermeye meyilliler. Fritz Breithaupt, üniversitede öğrencileriyle yaptığı uygulamalardan söz eder: İki öğrenciye önceden belirlenmiş bir konu verilerek münazara yapmaları istenir. Mesela çocuğun velayetinin kime verilmesi gerektiği ya da tatile giden birinin akvaryumuna bakması için öğrenci evindeki (Wohngemeinschaft) bir arkadaşına emanet etmesi ve sonrasında ölen akvaryum balıklarından kimin sorumlu olduğu gibi... Deney gereği roller önceden belirlendiğinden, konuşmacılardan biri diğerini perişan eder. Bu münazarayı izleyen öğrencilerden yarışmacılara puan vererek kimin kazandığını belirlemeleri istenir. İkincisi de, izleyici öğrencilerden ayrıca duygusal olarak kimden yana olduklarını söylemeleri ve bu yandaşlığı da puanlamaları istenir.

Sonuç: Öğrencilerin, daha iyi gerekçelendiren ve retoriği iyi olanı tartışmanın galibi ilan ederken, yenilene daha empatik davrandıkları ve duygusal olarak yenilenden yana oldukları ortaya çıkar. Mağdurluk, biçarelik çekicidir ve izleyiciler genelde mağdurdan yana olmaya çalışırlar… Mesela futbolda oynayan takımlardan birinin taraftarı değilseniz ve oynayan takımlar arasında ciddi güç/para farkı varsa insanlar zayıf (yoksul) takımı desteklemeye meyilliler. Mesela Almanya Gana maçında Gana’yı tutuyorlar. Gana’nın futbolundan bağımsız mağdur saymayla ilgili bir taraftarlık bu... Burada duygusal mesafe çok önemli. Ganalı iş arkadaşımdan nefret ediyorsam durum değişiyor.

İnsanların genel eğilimi mağdurdan yana olmaksa ve mağdura empatileri varsa, aslında insanın bu durumunun kötüyü ve kötülüğü çabucak yok etmeyi de beraberinde getireceği, dünyayı cennete çevirebileceği anlamına geliyor. Sanki çok kolay gibi her şey! Ama empatinin kötüye kullanılması diye bir şey de var… Günümüzde zalimlerin bile bir mağduriyet hikayelerinin olması, gerektiğinde kurgusal, yapay mağduriyetlerin yaratılması bu nedenledir. Empati kötüye kullanılmaya çok yatkındır.

Bu deneyin bir başka sonucu: İnsan ilişkilerinde gücün asimetrik olduğu durumlarda empati, güç dengesizliğini, eşitsizliği ve yer yer adaletsizliği dengeleme duygusu veriyor. Mağdurdan yana olmak kültürlerde kutsalın da istediği bir tutum; hatta mağdurdan yana olanların Tanrı tarafından ödülle müjdelendiğini ve bunun sevap sayıldığını da unutmamak gerek. Empati bu açıdan sanki zulmün telafisi işlevini görüyor...

EMPATİYİ DOĞURAN ETKENLER

Amerikan filmlerinde görürdüm: Yakalanan kötü adam kamusal alanda teşhir edilerek idam edilirdi. İnsanlar bir tiyatroda ya da bir sirkteymişçesine olanı, bir ölümü ‘canlı’ izlerlerdi. Bazı kötüler linç edilirdi; ya da iyiler kötüler tarafından linç edilirdi. Kötünün idam edilişinin sergilenmesi sanki adalet yerini buluyormuşçasına sunulurdu… Tarihe baktığımızda bugünkü anlamda empati ve duyarlılıklar yok. Breithaupt, bugünkü anlamda empatinin şekillenmesinin ve hümanist düşüncelerin 18. yüzyıldan sonra başladığından bahseder.

Empatinin oluşmasında acıya son verebilme umudu oldukça belirleyici oluyor. Umutsuz durumlarda empati az. Eğer bir zulümde acı çekme durumu değişiyorsa, diğer bir ifadeyle, empati kurduğunuz kişi artık acı çekmiyorsa empati azalıyor. Empati sonsuz değil; bir dönem sonra empatinin yoğunluğu azalıyor ya da bütünüyle yok oluyor. Ege sahillerine vuran çocuk cesedi basının da teşvikiyle halkta empati yaratmıştı. Bu empati günümüzde başka çocuklara gösterilmiyor. Ya da yardım kampanyaları empatiyi çoğaltırken aynı duyarlılık aynı meselede zamanla azalıyor.

Empati gösterenler bu tutumlarıyla acıyı paylaştıkları kanısına kapılıyor ve acı çekenin acısını azalttıklarını düşünüyorlar. Bu fikir empatinin oluşmasında önemli bir etken. Bu aslında imajiner bir konsept. Çünkü empati reel olarak acıyı azaltmıyor. Mesela işkence gören birine empati göstermek, işkence görenin acısını azaltmıyor ama empatinin çoğalması ve yaygınlaşması işkence yapılmasını imkansızlaştırıyor. İşkenceye karşı çıkanların çoğalması ve tavır koymaları işkencecilerde tedirginliğe yol açıyor...

Devam edecek


Şahap Eraslan: 1980'de cunta öncesi Almanya'ya gitti. Berlin Teknik Üniversitesi’nde psikoloji bölümünü bitirdi. Daha sonra Humbold Üniversitesi’nde etnoloji okudu. Eş ve aile terapisi, klinik hipnoz eğitimlerini bitirdi. Daha sonra uzun bir eğitim sonrası psikanalist oldu. Uzmanlık alanı kültür psikanalizi ve psikanalitik kültür karşılaştırmaları. Analist/psikoterapist olarak Berin'de çalışıyor.

Önceki ve Sonraki Yazılar
Şahap Eraslan Arşivi