Ragıp Duran
Erdoğan S400’leri neden aldı?
28-29 Haziran günleri Japonya’nın Osaka kentinde düzenlenen G-20 Liderler Zirvesinde ABD Başkanı Donald Trump açık açık söyledi: "Türkiye, Suriye sınırında 65 bin askeri hazır bulunduruyor. Erdoğan’ın Suriye’deki Kürtlerle büyük problemi var, onları haritadan silmek istiyordu" (…) "Kürtler, bize orada IŞİD konusunda yardım etti. Halifeliği yüzde 100 ortadan kaldırdık. Dolayısıyla Erdoğan’ı arayıp bu istediğini yapmamasını söyledim, o da yapmadı. IŞİD halifeliğini birlikte yendiğimiz insanları haritadan silmeye hazırlanmışlardı. Ona, ‘Bunu yapamazsın’ dedim, o da yapmadı. Bu sebeple bir ilişkimiz var." (Beyaz Ev’in resmi sitesinden aktaran bianet.org)
Yabancı bir devlet adamının ağzından Erdoğan’ın Kürt politikasının bunca sert bir eleştirisi ve teşhiri açısından önemli bu açıklama.
Cumhuriyet Savcıları, "Cumhurbaşkanına Hakaret’’, "Örgüt üyesi olmamakla birlikte terör örgütü propagandası yapmak’’ suçlaması ile Donald Bey hakkında soruşturma açmak zorunda. Çünkü bu cümleleri herhangi bir TC yurttaşı sarfetmiş olsaydı, sabaha karşı 04.00’de evi basılır, kelepçelenip Emniyet’e götürülürdü. Acilen Trump hakkında Kırmızı Bülten çıkarılması gerek!
Türkiye Cumhuriyeti devletinin 1923’den bu yana inkâr, imha, şiddet, tebdil, köy-kent yıkma yakma, tehcir, yasak ve asimilasyon ile Türkiye içinde çözmeye çalışıp bir türlü çözemediği Kürt Meselesi, bugün daha çok Suriye’de Ankara’nın başını ağrıtıyor. Çünkü, Suriye’de, PKK felsefesinden beslenen Kürtler, Arap Baharından bu yana, Şam rejimine ve radikal İslamcı ya da ılımlı muhalefete eşit uzaklıkta durup, kendi bağımsız Üçüncü Yol yaklaşımını yaratıp, bugün ülke topraklarının üçte birinde, ki petrol kaynaklarının yüzde 70’ini barındıran bölgede, kendi özerk yönetimlerini kuruyor. PYD’nin başını çektiği siyasi akım, yöredeki diğer etnik ve siyasi grupları, özellikle de Arapları, Ermenileri, Süryanileri, Ezidileri ve irili ufaklı diğer toplulukları SDG çatısı altında birleştirdi. Üstelik, SDG, hem laik kimliği hem de sahada askeri üstünlüğü sayesinde IŞİD’e karşı mücadele eden ve başarı kazanan tek ciddi siyasi-askeri güç olarak temayüz etti. Kürtlerin bu başarısı, bölgede egemenlik mücadelesini sürdüren ABD ve Rusya’yı da etkiledi. SDG de, bu iki büyük devletle, kendi çıkarları doğrultusunda dengeli bir ilişki içine girdi. Moskova’nın Erdoğan’ın zaafından yararlanıp onu kendi safına çekmek için Afrin’i işgal etmesini kışkırtıp desteklemesinin ardından, SDG-Moskova ilişkileri bozuldu. Ne var ki, SDG bugün başta Batı Dünyası olmak üzere uluslararası arenada Kuzey ve Doğu Suriye’nin de facto yerel iktidarı olarak kabul görüyor. IŞİD mensubu yurttaşlarını alıp ülkelerine götürmek isteyen Batılı hükümetler, Suriye’de Esat rejimi, Rusya ya da ABD yetkilileri ile değil, SDG sorumluları ile müzakere ediyor. SDG heyetleri Paris, Londra ve Berlin’de normal bir hükümet delegasyonu gibi ağırlanıyor.
Tüm bu gelişmeler, Ankara’yı paniğe sevk etmiş durumda. "Güney sınırlarımızda terörist bir yapılanmaya izin vermeyeceğiz’’ temasını işleyen hariciye, şimdiye kadar bölgede ve uluslararası camiada beklediği desteği bulamadı. "Terörist yapı’’ derken, SDG’yi kasteden Erdoğan, bütün dünyanın açıkça terörist olarak kabul ettiği IŞİD konusunda en hafif deyimle pek müsamahakâr bir tutum içinde. Türkiye’de gözaltına alınan IŞİD üyeleri kısa sürede salıverildiği gibi, bu örgütün önde gelen yöneticileri Türkiye hastanelerinde tedavi edildi. Ayrıca Moskova’nın elinde Ankara’nın IŞİD dahil, Suriye’deki dinci teröristlere silah temin ettiğini kanıtlayan belgeler bulunuyor. MİT kamyonları da işin bonus’ü. Ankara, kendi aklınca, IŞİD’i Kürtlere karşı kullanmak istiyor(du). Ama pratikte IŞİD ve diğer radikal İslamcı örgütler, Ankara’yı kullanmış oldu. Hatta öyle ki, son Soçi toplantılarında, Putin’in manevraları sayesinde, Erdoğan resmen bu terör örgütlerinin gayrı-resmi hamisi ve sözcüsü durumuna düştü.
Ankara’nın bir başka endişesi, SDG’nin Suriye’de başardığı girişimlerin Türkiye Kürtleri nezdinde sempatiyle karşılanması ve hatta bu pratiklerden/ tecrübelerden ilham alması. Erdoğan’ın kâbusu, Türkiye’de Kürtlerin, bölgedeki ve bütün memleketteki diğer bütün etnik, siyasi grupları bir araya getirip, memleket sathında demokratik özerklik modelini uygulamaya sokması. Tüm yurttaşların yönetime eşit katılımı, Mahalle Meclis’lerinden başlayıp en tepeye kadar her birimde kadın-erkek eşitliği, eş-başkanlıklar, çevreye özel bir duyarlılık, herhangi bir kesimin imtiyaz sahibi olmaması, seçilenlerin sürekli olarak tabanın denetiminde olması, başta bütçe olmak üzere her kamusal işlemin tamamen şeffaf yöntemlerle idare edilmesi, savaşa değil barışa odaklanmak… Erdoğan’ın sinir olduğu ve şiddetle yok etmeye çalıştığı ne kadar siyasi, toplumsal, kültürel ve ahlaki değer varsa neredeyse hepsi Suriye Kürtlerinde var. Türkiye-Suriye sınırı zaten yapay ve cetvelle çizilmiş, aileler bölünmüş, aynı soyadını taşıyan aile fertlerinin bir kısmı TC vatandaşı geri kalanı Suriye vatandaşı. Yani karşılıklı etkileşim için zemin müsait.
Erdoğan, Kürt fobisini vatanın milletin bölünmesi tehlikesi ile meşrulaştırmaya çalışırken, Ergenekon, Avrasyacılar, CHP yönetimi, İYİ Partinin kurmayları, MHP ve toplumun Kürt düşmanı önemli bir kesimi iktidarın Suriye operasyonlarını açıkça destekliyor.
Aslında AKP iktidara gelirken askeri vesayeti tasfiye etme vaadi vermişti. Bu vaadini de büyük ölçüde gerçekleştirdi. Ne var ki yerine Türk usulü, ucube bir Başkanlık Rejimi adı altında kendi şahsi vesayetini koydu. Bu sistem de kendi sonunu hazırladı. Henüz ve hala tam farkında değil. Farkında olsa da artık dönülemeyecek bir yola girmiş durumda.
Keza AKP ilk başlarda, askeri vesayetin bir çıktısı olan Kürt Meselesini şiddetle çözme seçeneğine de karşı çıkıyordu. Mesela Erdoğan’ın 2005 Diyarbakır konuşması genel olarak olumlu idi. Oslo Süreci (2011) ardından Barış Süreci de (2015) bu ilk yaklaşımın kör topal da olsa genel olarak olumsuz sayılamayacak girişimleri idi. Erdoğan’ın bu hamlelerinden büyük ölçüde rahatsız olan geleneksel devlet yapısı/yerleşik düzenin bekçileri Dolmabahçe’de masayı devirdi ve Kürtlere karşı topyekün savaş stratejisini benimsedi. Turgut Özal’ın başına gelen daha az hasarla Erdoğan’ın da başına gelmişti.
Çok boyutlu çok unsurlu alanlar olan iç politikada ve diplomaside, tek hedef olmaz, olamaz. Bütün yumurtalar aynı sepete konmaz. Siyaset, nefretle değil akılla yapılır. Siyaset, düşman kazanma değil sorun çözme sanatı. Bir de arslan yarasını göstermez. Bugün bütün dünya Erdoğan rejiminin aşil topuğunun Kürt Meselesi olduğunu biliyor. Putin de bunu son derece ustaca kullandı. TSK’nın Suriye’ye girmesini, Afrin’i işgal etmesine göz yumdu. Ama Erdoğan, Suriye topraklarına zırhlı bir aracın içinde girmişti. Aracın direksiyonunda Putin vardı. Dolayısıyla Vladimir, arkasına dönüp "Tamam buraya kadar, son durak, inebilirsiniz!’’ dediği anda TSK, Afrin’den de İdlib’den de çekilmek zorunda kalacak. Bu konuda tek karar verici Putin değil. Esad’ın Moskova ile ilişkileri ve dengeler çerçevesinde, Şam rejimi de kendi topraklarının yabancı bir gücün işgali altında kalmasına sonuna kadar evet demez, demeyecektir.
S400’lerin alımı tabii ki tek boyutlu bir girişim değil: Suriye’de Kürtleri destekleyen Washington’a bir cevap. 15 Temmuz darbe girişiminin sorumlusu olarak gördüğü Fethullah Gülen’i Ankara’ya iade etmeyen Amerikan yönetimine bir meydan okuma. Ankara-Washington ilişkilerinde bir diş gösterme. Sadece siyasi değil, toplumsal, ideolojik ve kültürel alanlarda Batı dünyasından uzaklaşma sinyali. Ayrıca belki de bir külliye sakininin özel güvenlik önlemi.
S400’lerin ilk parçalarının Türkiye’ye geldiği gün, TSK’nın Suriye sınır bölgelerine yeni yığınaklara başlaması tesadüf olmasa gerek. Tıpkı, S400 parçalarının Gülen’e yakın güçlerin ele geçirdiği ve karargâh olarak kullandığı Mürted/Akıncılar üssüne, 15 Temmuz’dan sadece 3 gün önce indirilmesi de tesadüf değil. Kendi deyimleri ile FETÖ, Kürt düşmanlığının bir perdesi. Kullanışlı bir perde. Şimdi herkes zaten Cemaate karşı. Belki herkes açıktan Kürt düşmanlığı yapamıyor ama FETÖ perdesi ile Kürt düşmanlığını yaygınlaştırmak ve meşrulaştırmak iktidar açısından önemli. Bu nedenle hiçbir geçerliliği olmayan FETÖ-PKK işbirliği propagandası sürekli olarak yapılıyor. Her ne kadar FETÖ en az AKP kadar Kürt düşmanı olsa da. Belki de AKP’den daha fazla…
Saray, bu S400 meselesinde çok kararlı gibi gözükse de, saçma sapan açıklamalarla Amerikan yaptırımlarını engellemeye ya da ertelemeye çalışıyor. İlk başlarda mesela Çavuşoğlu, "S400’ler çok pahalı. Bu nedenle onları hemen devreye sokmayacağız. Gerektiği zaman işleteceğiz’’ mealinde bir demeç verdi.
Tutumlu bakan! Türkiye’ye saldıracak güç önceden haber verecek, Mevlüt Bey de askeriyeyi uyaracak, açın S400’ü, füzeler geliyormuş diyecek.
Kurmay ünvanı taşıyan, Genel Kurmay Başkanlığı yapmış Hulusi Bey de güzel bir cevher yumurtladı: "Biz S400’leri F-35lerin uçmadığı bölgelere yerleştireceğiz’’ dedi. Çünkü F-35’lerin nerede uçacağına da Hulusi Bey karar veriyor!
Bu iki açıklamayı ciddiye alan uzman görmedim. Pentagon’dakiler birbirine bakıp "They are not very smart, aren’t they?’’ filan diyorlardır herhalde. Ayıp olmasın diye esas olarak ne dediklerini yazamıyorum.
İlk üç Rus uçağının indiği gün, Türk Savunma Bakanı "Patriot almak için girişimlerimizi sürdürüyoruz. Arkadaşlarımız çalışıyor’’ demez mi? Pentagon da, dünkü çocuk, hemen ikna ve teskin oldu bu açıklama ile değil mi?
S400’ler, TSK’nın Suriye’de Kürtlere yönelik askeri harekatının olası bir Amerikan engellemesine karşı da tedbir. Yoksa PKK’nin F35’leri yok. Sözkonusu harekât ancak Moskova’nın yeşil ışık yakmasıyla mümkün. 2.5 milyar dolarlık S400’leri alınca Putin de herhalde Erdoğan’a hayır demez (mi?).
Erdoğan, S400’leri alırken, anlaşılan devasa riskleri, tepkileri doğru hesaplayamamış. Bir tek F-35’den olmak değil mesele. Sadece askeri alanda ambargo da değil. ABD’yi, NATO’yu karşına alıyorsun. Global finans piyasalarından kredi alamayacaksın. Diplomatik olarak da tecrit edecek Batı dünyası seni. O zaman ‘’Yaşasın Şanghay Beşlisi!’’ diye Perinçek önderliğinde slogan atarsınız. Ayrıca, Kıbrıs nedeniyle AB zaten yaptırımlar hazırlıyor. Ekonomik ve mali yaptırımlar da gelince S400’leri Putin’e iade mi edeceksin?
Lüzum var mıydı bu kadar kan dökmeye? İnsanları, köyleri, ormanları yakmaya? Kürtlerin ve siyasi temsilcilerinin talepleri açık. Ayrı devlet istemiyoruz, TC yurttaşı olarak eşit haklar ve kolektif kimliğimizin resmen tanınmasını istiyoruz diyorlar. Anayasal statümüz kayda geçsin, istiyorlar. Ana dilde eğitim, yerel yönetimlerin güçlendirilmesi gibi son derece meşru, yasal talepler bunlar. Ciddi yani demokratik bir devlet, muhatapları belirler, oturur bütün bu konuları müzakere eder, Meclis’i devreye sokar, kamuoyunu bilgilendirir, her görüşün ifade edilmesini sağlar. Sonra da belki bir referandumla işi tatlıya bağlayabilir. Böylelikle Kürt gerillası da Türk askeri de ölmez. Savaşın getirdiği maddi ve manevi zararlar da biter. İşte o zaman başta İran ve Irak olmak üzere önce Kürt Dünyasında sonra da uluslararası kamuoyunda takdir edilen, barışçı, demokratik bir ülkenin yönetimi ya da yurttaşı olarak başın dik dolaşırsın istediğin yerde.
Ben uzun yıllar yurtdışında yaşadım. Ağırıma gidiyor sınır kapılarında ay-yıldızlı pasaportumu garip bir nesneymiş gibi uzun uzun inceleyen polisler. Sorduklarında "Türkiyeliyim’’ dediğim için sinik bakışlar fırlatan Batılılar da asap bozucu. Neyse ki "Ama biz Erdoğan’a karşıyız!’’ deyince buzlar çözülüyor hemen.
TC yurttaşı Kürtler, yurtdışında nereli oldukları sorulduğunda bu nedenle "Kürdüm’’ ya da "Kürdistanlıyım’’ diyor. Bu tür bir açıklama Batı’da suç değil ki…