Şahap Eraslan
Erdoğan’dan Hulusi Kentmen olur mu?
"Bazı gecelerin sabahı yoktur yalnızca karanlık olarak kalırlar.
Bazı ayrılıkların dönüşü olmaz."
Murathan Mungan
Geçtiğimiz haftalarda AKP’ye katılan bir milletvekili için düzenlenen törende Erdoğan’ın “felsefesine” bir kez daha tanık olduk. Erdoğan yaptığı konuşmada kadınlara çocuk yapmalarını, nüfus üzerinden diğer ülkelere üstünlük sağlanabileceğini öngörüyor. Güvenlik sorununu asker sayısıyla çözeceğini savunuyor. Çocuk sayısını çoğaltarak Kürtlere karşı bir şekilde üstünlük sağlanacağını düşünüyor, bu nedenle de “çok çocuk yapın” çağrısını yineledi. Erdoğan’ın dünyayı nasıl kavradığına dair bir örnek. Üretimden galiba yatak odalarındaki üretimi anlıyor. Erdoğan’ın dünya görüşü, vatandaşlık kurgusu bu.
Toplumu biz bir aile, bir vücut gibi metaforize ediyoruz. Bu ailenin bir başı, bir babası var. Erdoğan milletin babası gibi yani. İşte bu babadan vatandaşlarına karşı eşit, hakkaniyetli ve şefkatli davranışlar bekliyor insanlar.
Ancak tam tersi gerçekleşiyor.
Erdoğan’daki bölücülük, kutuplaştırıcı tutum evlatlarına da yansıyor. Bazı evlatları üvey evlat, yani öteki... Bu üvey evlatlara (Aleviler, Kürtler, yani İslamcı olmayanların Sünni Türk’e dönüştürülmeleri aksi halde yok edilmeleri. Dönüştürmek de bu kontekste aslında bir tür yok etmektir) nasıl davranıldığına her gün yeniden tanık oluyoruz. Bana göre Erdoğan’ın çok sıradan, basit bir dünyası var ve bu dünya zıtlıklar üzerine kurulu.
Erdoğan ve taraftarları meseleleri futbol mantığıyla algılıyor ve düşünüyorlar. Ya bizdensin ya da rakipsin. Nasıl kâr ederim, nasıl yenerim, yendiğimi nasıl daha da ezerim... Bu anlamda çok soyut, evrensel konuşmaya gerek yok. Futbol konuşur gibi, filmler üzerinden anlatmak gerek belki de... Erdoğan başarısız bir futbolcu değil sadece, aynı zamanda başarısız, beklediği ve istediği üne kavuşamamış bir film yıldızı, star.
Özal’a fırsat verilse şarkıcı olurdu herhalde. İçinde başarısız bir şarkıcı vardı sanki. Kendisine mikrofon uzatıldığında bu sanatçı yanı depreşir ve kendini sahnelerin sultanı sanırdı. O çok kötü sesiyle şarkıların nakarat kısmını söylerdi. Çevresindekilere papatya deniyordu ve bu papatyalar elleri kanayacakmışçasına alkışlarlardı. Özal bir müsamere çocuğu, papatyalar da ergenlik öncesi çocuklardı adetâ.
Erdoğan ise dünyayı sanıyorum gençlik yıllarında izlediği filmlerden kavramış ve içinde yıldız olamamış ama bu beceriksizliği de kabul etmeyen bir ruhu var. Yürüyüşü, konuşması, dayılanması, racon kesmesi... Amacına ulaşamamış mahallenin bıçkın delikanlısı ve bir tür sahte Kadir İnanır. Yaşından ötürü artık karakter rollerine soyunmaktan da vazgeçmiyor. Sanıyorum benzer filmleri izledik, tanıdığım bir dünya bir anlamda. İşte şimdilerde Hulusi Kentmen’den rol çalıyor kendince.
HULİSİ KENTMEN
Yeşilçam’ın en meşhur karakterlerinden biridir Hulusi Kentmen. Filmlerde gücü ve otoritesi olan (zengin fabrikatör) ve yönetici vasıflarına sahip biri. Çocuklarını kendi arzularına göre yetiştiren, yani çocuklarını kendi kopyası yapmak isteyen ve bunu başarmak için de çocuklarının yaşam standardını yüksek tutan (aslında bu harçlıklarla çocuklarını bir anlamda satın alıyor ve çocukları üzerinde iktidar kuruyor/kurduğunu sanıyor) ve bu nedenle çocuklarını yönlendirmeyi deneyen biri.
Burada aslında ‘iyi baba’nın farkına varmadan nasıl ‘kötü’yü yetiştirdiğine de tanık oluyoruz. Çocuğunu para vererek ayartan, manipüle eden ve kişiliğini satılılabilir yapan baba. Ödipal mesele dediğimiz konu burada da karşımıza çıkıyor: Kuşaklar arası problemlerin, çatışmaların, gücün nasıl organize olduğu...
Çocuklarının büyüdüğünü, onların kendisi dışında birey olduğunu kabul etmeyen ve onları kendisinin emir eri gibi gören babaya çocuklar hileye başvurarak pasif, dolaylı bir direniş gösteriyorlar, yalan söyleyerek Kentmen’i ayakta uyutuyorlar. Trajedilerin, dramların, masalların finalinde bu türden yalanlar ortaya çıkar ve çatışma kaçınılmaz hale gelir. Buradan sonra "baba” verdiği desteği çekiyor, gücünü gösteriyor... Çocukları seçtikleri yolda terk ediyor, tek başına bırakıyor.
Burada ceza amaçlı düşünülen şey, çocukların bağımsızlaşmasını, kendi yollarına gitmelerini sağlıyor. Onlara verdiği desteği çekerek bağımlılığı çocuklarına karşı kullanmaya çalışan baba bir kez daha amacına ulaşamıyor. Burada annenin tavrı filmin akışını değiştiriyor: Anne taraf değiştiriyor, eşinin koalisyon ortaklığından çıkarak oğullarına destek oluyor. İlişkilerini çıkar ve para üzerinden, sunduğu yaşam standardı üzerinden organize eden, yani aslında insanları satın alarak çevresinde tutan baba ise yalnız kalıyor, terk ediliyor. İnsanın doğuştan başlayarak en zor çözdüğü ayrılık ve terk edilmelerden biri yaşanıyor.
“AYRILIK KOLAY DEĞİL”: ABDULLAH GÜL, BÜLENT ARINÇ
Ayrılıkla baş edebilenler olgunlaşırlar, öyle oluyor. Babanın kişiliği bir transformasyon geçiriyor. Katı, kaba, insanları satın alan ve bu anlamda rüşvetçi, kendisine bağımlı olan kişileri acımasızca kullanan baba kendi tarafını terk ederek o da karşı tarafa geçiyor. Kentmen iki kişilikli olarak karşımıza çıkar bu filmlerde ama bir kişilik terk edilerek ve ondan vazgeçilerek, evrilerek oluşur yeni kişilik. Psikotik durumlarda bildiğimiz iki kişiliklilik yoktur bu tür filmlerde. Kişiliğin iç çatışma ve kendisiyle hesaplaşması sonucu bir dönüşüm... Ve bu dönüşümün uç noktasında Kentmen çocuklarına ve gelinlerine “Hadi torunları verin de kucağımıza sevelim” der.
Bu farkında olmadan uygarlığın bulduğu ödipal bir çözüme işaret eder: Gücü, iktidarı yitiren babanın ödipal yenilgiyi kabul etmesi ve hiyerarşide kendisine yeni bir koltuk bulmasıdır. Burada otorite yitimi ve bu otoriteye bağlı olarak da baba pozisyonunu kaybeder.
Çocuklar artık baba koltuğunda oturmaktadır. Ayakta kalan baba da kendisine yeni bir koltuk ve pozisyon arar. Dede...
Dede iktidarını yitirmiş baba için saygın bir konumdur. Bu eski baba geçmişteki zulmünden ötürü sürgüne gönderilmez, öldürülmez, yok edilmez. Politik arenada ‘bir bilen’ pozisyonudur bu ve gücü eline geçiren çocuklar kriz anında bu eski babaya yani dedeye danışırlar. Gücünden ötürü değil de deneyiminden ötürü edinilen bir saygınlıktır bu. Bizde bu uygarlaştırılmış ödipal gelenek yok... Eski yöneticiler sahaflardaki değerli sandığımız değersiz kitaplar gibiler... Abdullah Gül, A. Necdet Sezer... Dışlananların önemsizlik duygusuyla baş edemeyerek ve sürekli müdahale ederek (Bülent Arınç) önemli olduklarını anımsatırlar... Bu kontekste Hulusi Kentmen aslında başka bir dedeliğin mümkün olduğunun sinyalini verir...
Ödipal komplekste ana öne çıkarılmayan ama asıl önemli olandır. Adile Naşit sevecen, şefkatli anne, ama sistemi bozacak, babayı kastre edecek gizli gücü de elinde tutan kadındır. Ayrıca gücü oğullarıyla oluşturduğu gizli ve güçlü bağdan kaynaklı. Burada Adile Naşit kocasıyla koalisyon yapıyor görünen ama asıl çocuklarıyla gizli koalisyon yaparak ödipal sınırları zorlayandır. Onun aseksüel bir kadın olması onun çocuklarıyla yaptığı ensestik renkli koalisyonun cinsel yanını relative eder.
Bizim mitolojik dişi figürümüz Asena’dır. Ona yol gösterici ve kurtarıcı özellikler yüklense de aslında yırtıcı, dövüşken ve vahşidir de. Bu özellikleriyle fallik bir ana ve dişidir. Yani erkeksidir de. Asena sadece kendi öz çocuklarına annedir... İşte bu durumun gözden kaçması, her insana anacan olacağının sanılması, öteki olan çocuklara (mesela Kürtlere) da şefkatli yaklaşacağının sanılması bazen politik arenada iletişim kazalarına ve düş kırıklığına yol açıyor.
Ülkedeki her insanın sembolik annesi olması beklenen Tansu Çiller ve Meral Akşener’in sadece kendi ‘taraflarına’ yakınlığı ve öteki çocukları düş kırıklığına uğratmaları, düşmanlıkları ülkedeki annenin eksikliğinin sonuçları gibi de okunabilir. Anacan olanın eksikliği... Anacan olanın, merhamet ve şefkatin eksikliği kabalığa ve zulme yatkınlık demek aynı zamanda. Otoritenin erkeksiliği, dişilikten arınmışlığı hem o kişiye hem de topluma zorluk olarak karşımıza çıkıyor. Aynı zamanda iktidarı yitirmenin, erkeklik, otorite, saygınlık yitimi gibi algılanmaması, narsistik yaranın derinleşmemesi için merhem olarak da dişileşme, anacanlaşma pozitif olarak Kentmen’in kişiliğine yansır.
O sadece kaba/yanlış erkekliği, gücünü yitirmemiş aynı zamanda dişiliği bir zenginlik ve güçlülük olarak kendine eklemlemiştir. (Burada kafamda kurduğum kişilik özeliklerine kadını hapsetmek değil amacım. Toplumda anacan özellikler olarak bilinenlerin, aslında insana ait özelliklerin erkeklikten uzaklaştırılmış olmasına vurgu yapmak amacım. Bu özelliklerin erkekten uzak olması ciddi sorunlar yaratıyor. Aslında bu formülasyon başka türlü anlatamamanın acizliğiyle ilişkili). İktidarı kaybedenlerin onursal başkan olmaları, bir bilen konumuna konulmaları böyle bir hikâyedir. İktidarı yitirenlere başka bir konum bulmak, onları onore etmek ve böylece kastrasyonun verdiği narsistik incinmeye merhem sürecek uygar bir çözüm bularak, sembolik olarak ölümcül, öfkeli çatışmalardan kaçınmak... Burada çocuklarına yenilen nine ve dedelerin torunlarla başka bir koalisyonun peşine düşmeleri.
Hulusi Kentmen üzerinden üretilen çözümde bir mucize, olağanüstülük var ve her şey sonunda harmonik. Sınıflar arası antogonist ilişki çözülüyor, kuşaklar arası çatışma bitiyor. Kadın ve erkek arasında cinsiyet rolleri değişmeden uyum sağlanıyor. “Kutsal aile” kutsal kalıyor. Tanrıların vaat ettiği cennet yeryüzünde kuruluyor ve “hayat bayram” oluyor. Sunulan masalsı çözümler filmi çekici kılıyor. Bu filmlerde çocukça ama masalsı, hoşumuza giden ideal çözümler var. İkilemler ve çelişkiler yok ediliyor. Bu filmler bize kerametler ve mucizeler olabileceğini, bunun babanın (devlet, tanrı, otorite) biraz dönüşmesiyle mümkün olduğunu anlatıyor. Keramet ve mucize babanın dönüşmesine, insanlaşmasına bağlı. Bu regresyon hoşumuza da gidiyor.
OTORİTEYE İTAATSİZLİK
Ödipal mesele bu kültürdeki en önemli sorun. Türklerin ödipal çözümü babanın çocuğunun kendisini geçmemesi, babanın geleneğinin sürdürmesi üzerine kuruluyor. Onun için yaşlı kuşağın genç kuşağa güvensizliği de bu hikâyeyle ilişkili. Onun için parti liderleri ölene kadar koltuklarını terk etmiyorlar, kendilerinden sonrakileri yetiştirmek, onların kendilerinden daha iyi olmasını sağlamak da mümkün olmuyor.
Saygı, kutsallık gibi kavramlarla otoritenin gücü güvence altına alınıyor. Erdoğan’ı eleştirmek de saygısızlık, itaatsizlik, terbiyesizlik. Şimdi bir de suç oldu: Eleştiri kriminalize ediliyor. Bunama belirtileri gösterenlerin bile o koltuklarda oturmaları bu yüzden. Aslında ödipal çözümün ne olacağının olumlu örneğini usta çırak ilişkilerinde bulmak mümkün. Ayrıca akademi de bu geleneğe bağlıdır, çünkü gelecek kuşağın daha iyi olmasını amaçlar. Her hoca kendisinden yıllarca sonra hoca olacak öğrencileri teşvik etmek, eğitmekle sorumludur. Kimin böyle bir öğrenciliği hak ettiği ve o koltuğa oturacağı yetenek, beceri ve bilgiyle belirlenir ve bu yolda ilerleyenler bir gün hocalarının koltuğuna hak ettikleri için otururlar. Akademi kuramsal olarak ödipal kanlı çatışmalara izin vermez. Burada üniversite mezunlarını, diploması olanları değil akademisyenleri kastediyorum. “Akademiyi ele geçirmeye çalışmak” bu bağlamda istilacı bir tutumdur ve “akademi” fikriyle bağdaşmaz.
Erdoğan her ne kadar “sembolik” evlatlarına “en az üç çocuk” isterim diyerek Hulusi Kentmenvari bir tavırla yaklaşsa da aslında ondan çok da uzak biri. Kurulan cümleler aynı fakat bağlamlar farklı. Torunları parka götürmek, dondurma almak için değil ölsün ve öldürsünler diye istiyor. Kentmen’de sevecen ve şefkat varken, Erdoğan’ın söyleminde kan ve zulüm var. Hem de gelecekte de sürdürülecek bir zulüm. Erdoğan’ın bugüne kadar gösterime soktuğu filmi başka motiflerle dolu. Kendisinin yerine geçecek birinin olmaması, ölene kadar otorite olacağı inancını taze tutmasına, yıpranan otoritesini yeniden tesis etmek için de şiddete daha çok başvurmasına neden oluyor.
ERDOĞAN’IN BONKÖRLÜĞÜ
Hulusi Kentmen geçirdiği dönüşümden sonra yanında çalışanlara da iyi davranır. Bu dönüşümün en önemli konusu güce sahip olunmasına rağmen ‘kötü’ için kullanılmamasıdır. Güç hissettirilip kullanılmadığı sürece pozitif bir güç olabiliyor. Değişen Kentmen işçilerine fabrikadan pay verir (gücü paylaşır, güce ortak eder), çalışanlarına ikramiye armağan eder. Bonkördür... Bu sahneleri gençliğinde izlemiş olan Erdoğan da ‘Kentmenleşmek’ ister ve depremden, selden kurtulmuş halkının kafasına çay, para fırlatır.
Erdoğan filme bakmış yine anlamamıştır: Erdoğan çay/para atarken insanlara, onları ödüllendirmek mutlu etmek değildir amacı, amacı insanları aşağılamaktır. Bu, gücün sahnelenmesidir. İnsanları aşağılayarak, onların atılan paraları/çayları kapmak için birbirlerini itmelerini, kendilerine sunulan armağanı aşağılanarak kabul ettiklerine tanık olarak gücünü onaylatarak... Onların aşağılanmayı kabul etmelerinin mutluluğuyla mutlu olmak... Kentmen kendisine ait varlığı paylaşarak bonkör olur... Erdoğan halkın malını halka, halkı aşağılayarak fırlatmayı bonkörlük sanmaktadır.
Devam edecek
Şahap Eraslan: 1980'de cunta öncesi Almanya'ya gitti. Berlin Teknik Üniversitesi’nde psikoloji bölümünü bitirdi. Daha sonra Humbold Üniversitesi’nde etnoloji okudu. Eş ve aile terapisi, klinik hipnoz eğitimlerini bitirdi. Daha sonra uzun bir eğitim sonrası psikanalist oldu. Uzmanlık alanı kültür psikanalizi ve psikanalitik kültür karşılaştırmaları. Analist/psikoterapist olarak Berin'de çalışıyor.