Ceren Gündoğan

Ceren Gündoğan

Eşkal: Varsılın payından yoksulun kendine düşeni alması

Moda Sahnesi - Stüdyo Sahne’de sahnelenen 50 dakikalık oyun, iki ayrı kutbun-sınıfın temsilcisi karakterin diyaloglarıyla, ilginç bir uzlaşmazlık örneği.

Moda Sahnesi-Stüdyo Sahne’de, Derviş Aydın Akkoç’un yazıp, Kemal Aydoğan’ın yönettiği Eşkal’de; Sedat Küçükay iş insanını, Cenk Dost Verdi örgütlü bir devrimciyi başarıyla canlandırıyorlar. Sahne Tasarımı Bengi Günay’a, Işık Tasarımı İrfan Varlı’ya ve afiş fotoğrafları Orçun Kaya’ya ait.

50 dakikalık oyun, iki ayrı kutbun-sınıfın temsilcisi karakterin diyaloglarıyla, ilginç bir uzlaşmazlık örneği. Oyunda, her iki ayrı karakterin, dirhem değişime uğramadan kendi yolunda gitmeyi sürdürmesi, kimsenin bir diğerine baskın gel(e)meyişi inandırıcı ve gerçekti. Türkiyeli yapımlarda sıklıkla yazarın dünya görüşünün baskın hale gelmesi sorunsalı, göstergelerle sahne kurmak ve sözün devamını seyirciye/okura bırakmak yerine, yazarın didaktik söylemlerle bu dünya görüşünü hâkim kılma çabasına rastlıyoruz. Eşkal tam da bundan uzak, seyirciye "taraf seçme" konusunda alan bırakmasıyla önemli bir yapım. Elbette oyunun tasarlanışında yazarın ve yönetmenin paylaştığı bir dünya görüşünün izleri, rengi var. Seyirci yerlerini alırken bir çocuğun sesiyle kayıttan duyduğumuz, "Avrupa’da bir heyûla dolanıyor – komünizm heyûlası." alıntısıyla başlayan Komünist Manifesto’ya Tanıl Bora’nın yazdığı sunuş yazısından bir parça, bize tasarlanan oyunun ibresinin de işaretlerini veriyor.

Yan odada, eşi ve çocuğu rehin alınan iş insanı "Beyefendi" ile onunla aynı odada, arkadaşlarına fidyenin ödenmesini bekleyen silahlı bir genç adam, fidyenin teslim edilip edilmediğinden, odadaki kablolu, eski tip telefon aracılığıyla haberdar oluyor. Mekân, dekor ve olay, sol örgütlerin yükselişte olduğu 1970’lerin izlerini taşıyor. Banka soygunlarının, varsıl insanların rehin alınması gibi olayların sık yaşandığı 70’ler ortamını şimdiye çeken şey ise kullanılan dil. Karakterlerin diyaloğu, zamansız ve belirgin bir ayrımı işaret ediyor. İş insanı, proleteryayı küçümserken, nazik ve saygın görüntüsünün, sahneye gelerek seyirciyle güncel işveren/sendika sorunlarını anlatan işçinin ardından kaybolduğunu görüyoruz. Nezaketten, öfke kontrolünden bahseden bir varsılın eril küfürler saçıp öfkelenmesi, onu ve ailesini rehin alan gençle konuşmaları ile değil, gerçek bir işçiyi karşısında görmesi ile oluyor.

Genç adam karakterine gelirsek, Beckett’in, Moliere’in oyunlarından alıntılarla konuşan muhtemel bir tiyatro öğrencisi olduğu izlenimi veriyor. Sol bir örgüte mensup gencin, iş insanının gözlerinin bağını çözmesiyle başlıyor oyun. "Beyefendi", viskisini de yudumluyor ara ara. Genç adam, konuşmanın hiçbir şeye yaramayacağını söylese de bir noktadan sonra "Beyefendi"yle konuşmaya başlıyor.

Herkesin kendi yoluna gitmesiyle, rehin alınanın kaba şiddete maruz kalmayışıyla, hatta rehin alanın elindeki silahın bile aslında rehineye ait oluşuyla, iki düşüncenin, iç içe geçmesi zor iki ayrı düşüncenin oyunu Eşkal… İki ayrı dünyanın eşitlenmesi için varsılın payından yoksulun kendine düşeni alması da denebilir. Seyirci koltuklarının altındaki kırmızı taşların hatırlattığı gibi, estetize edilmiş bir öfkeyle, biraz da seyircinin hareketlenmesi için açık kapılar bırakıyor. Şiddete çağırmıyor, bir barış daveti de değil ama.

Önceki ve Sonraki Yazılar
Ceren Gündoğan Arşivi