Ey Muhammed Adîl OL!

Yargı ve diyanet gibi kurumları kendine alet eden ana akım siyasetin karakteristik özelliği olan kutuplaştırıcı, kaba ve sığ söylemleri terk etmeye hem siyaseten hem de dinen mecburuz.

Avusturya’nın başkenti Viyana’da bir mahkeme, vatandaşların siyasetçilere sadece eleştiride bulunmasına onay vermekle kalmadı, küfür ve hakarette de bulunabileceğine hükmetti. ABD’deki söz ve düşünce hürriyetinin oldukça geniş sınırlarını ise anlatmaya gerek yok. Kendisine yapılan eleştiri ve hakaretlere karşı başkan Trump’ın yapacağı fazlaca bir şey yok.

Bizde de parlamentodaki milletvekillerine sorumluluklarını hatırlatarak TSK’nın Efrîn Harekâtı için "Savaşı Durdurun" çağrısında bulunan 170’i aşkın aydın ve yazara miting meydanında "hainler!" diyerek hakarette bulunan CB Erdoğan hakkında bildiride imzası bulunan 14 aydın suç duyurusunda bulunmuş. Böylece rütbesi ve konumu ne olursa olsun hiç kimsenin hiç kimseye hakaret etme imtiyazının olmadığına vurgu yaparak yargıyı göreve çağırmış oldular.

Tabi ki OHAL yargısının CB veya iktidarın herhangi bir yanlış icraatını denetleyip durdurmaktan aciz olduğunu hepimiz biliyoruz. Ama aynı ‘korkusuz ve tarafsız’ yargı muhalif bir siyasetçinin rahatlıkla eleştiri kapsamına sokulabilecek bir cümlesini yoğun uğraşlar sonucu buldu. İlk kez Cumhurbaşkanına hakaret gibi lastikli bir gerekçeyle Muş Milletvekili Ahmet Yıldırım’ın vekilliğini düşürdü. HDP’yi tasfiye edip en azından güçsüz bırakıp belki de seçimlere koymama adına devlet aklının almış olduğu dışlayıcı karara paralel olarak 9 milletvekilini cezaevinde tutan iktidar yargısı adeta kurdun kuzuya olan bahanesi türünden bir kararla 9. milletvekilinin vekilliğini de düşürmüş oldu. Cılız bir açıklama dışında ne iktidardaki Kürd milletvekillerinden ne muhalif partilerden ne de muhafazakâr basın ve kamuoyundan ciddi demokratik bir tepki gelmedi. En dramatik olanı ise ülkede olup biten sayısız mağduriyet ve hukuksuzluklara büyük çoğunluğu Müslüman olan bir toplumun sessiz kalışı adeta arka çıkması.

Yargı ve diyanet gibi kurumları kendine alet eden şimdiki ana akım siyasetin karakteristik özelliği olan kutuplaştırıcı, kaba ve sığ söylemleri terk etmeye hem siyaseten hem dinen hem de ahlaken mecburuz.

Günümüzün farklılıkları ötekileştiren, eleştiri ve muhalefeti hazmedemeyen muhafazakâr liderleri ve kamuoyuna bir-iki çarpıcı misali İslam Peyğamberi (ve aynı zamanda Medine Devleti’nin başkanı) Hz. Muhammed’den verelim. Böylece bu yeni okumalarımızla belki bir farkındalık edinir, yerli ve milli de olsa beşeri otoritelerin kutsal olmayıp sorgulanabilinirliğini öğreniriz. Unutmayalım! Sağlıklı bir muhalefet kültüründen yoksun toplumlar linç kültürünü beslemeye devam ederler.

Mekke ve Taif arasında bulunan Cirane’de mal dağıtımı esnasında Temim Kabilesinden Zül-Hüveysıra adında biri gelip kaba-saba bir şekilde ve herkesin duyabileceği bir tonda:

"Ey Muhammed adîl ol! Senin adîl olmadığını görüyorum." diye seslenmesi üzerine herkes öfkelenmişti. Gerçekte dostları gibi düşmanlarının da adaletine şahitlik ettiği Hz. Muhammed (a.s.m) ise bu ‘padişah bozuntusu’ndan çok daha ağır olan itham ve hakarete karşın her hangi bir taşkınlığa meydan vermeden şöylece cevap vermekle yetinmişti:

"Yazık sana! Ben adîl olmazsam kim adil olacak! Adîl olmayan (ben veya sen) zarar ve hüsrana uğrar." (Buhari)

Üsâme bin Zeyd anlatıyor; Medine’de Hz. Peygamberle beraber evinde hasta yatmakta olan Sa’d b. Ubâde’nin ziyaretine gidiyorduk. Yolda Müslüman, Müşrik ve Yahudilerden oluşan çok sesli, çok renkli bir toplulukla karşılaştık. (Müşrik ve Yahudilerin Hz. Muhammed’in Peyğamberliğini red, devlet başkanlığını ise kabul ettiklerini biliyoruz.) Onlara yaklaştığımız sırada o zaman bir münafık olan Abdullah b.Übey b.Selul kaftanıyla burnunu kapatarak, "Toz kaldırmayın..!" diye tepki göstermişti. Bununla beraber Hz. Peygamber eşeğinden inerek onlara selâm vermiş, Müslüman olmayanları İslâm’a davet etmişti. Bundan rahatsız olan Abdullah b. Übey ise Peygamber’e, söylediklerinin doğru ve güzel olduğunu, ancak kendilerini rahatsız etmemesini, tebliğatını sadece kendisini ziyarete gelenlere yapmasını söylemiştir. Onun bu sözlerine bir Müslüman olan Abdullah b. Revâha karşı çıkmış ve Hz. Peygamber’e hitaben şöyle demiştir:

"Tam aksine ey Allah’ın Resûlü, sen her zaman bizim meclislerimize buyur. Senin bu şekilde dine davet etmenden, mesajını dinlemekten biz hoşnut oluyoruz!" Bunun üzerine atmosfer gerginleşip Müslümanlarla Müşrikler ve Yahudiler birbirleri ile vuruşmaya başlamak üzere iken Hz. Peygamber, araya girip onları teskin etmiş ve kızgın ortamı yatıştırmıştır. (Buhari) Bineğiyle uzaklaşırken hakarete varabilecek haksız eleştirilere karşı özelde bir Müslüman liderin genelde hepimizin nasıl davranması gerektiğini fiilen göstermiştir.

Bu iki tabloda net olarak görüldü ki en saygın otorite dediğimiz Hz. Peyğamber, şiddet içermemek şartıyla muhaliflerin haksız da olsa eleştiri ve hakaretlerine despotça bir tavır olan cezalandırmakla değil bilakis şiddete izin vermeyen, kutuplaşmayı tolere eden bir tahammül ve sabırla, tansiyonu düşürten bir soğukkanlılıkla cevap vermiştir. Bir de o zaman ki çoğu muhalifin şimdikiler gibi medeni olmayıp vahşi olduklarını da ekleyelim.

Sonuç olarak çağdaş geçinen Müslüman ülkelerin (şimdi iktidardaki yeşile boyanmış kızıl elma rejiminde olduğu gibi) iktidarlarına bir yardımcı aktör olarak seçtikleri, lidere, siyasete ve devlete hizmet eden bir İslam değil, ilk devir medeniyetimizin başat aktörü olan saf, katıksız, doğru İslam, sorun çözücü olarak dertlerimize deva olabilir.

 

Önceki ve Sonraki Yazılar
Arşivi