Fail travması: Bunca suçun failleri kim?

Bu topraklardaki tüm gruplar mağdur olduklarını söylüyorlar: Ama fail savunma mekanizması aracılığıyla travma yaşamıyor. Böylece mağdurlar mağdurluğu ve failler de failliği gelecek kuşaklara miras bırakıyorlar.

Bir kaza anını düşünelim. Kazaya sebebiyet veren insanın şok geçirdiğini duymuş ya da bu durum tanık olmuşuzdur. Başka insanlarda/canlılarda acıya neden olanların yaptıklarının kendilerinde yarattığı şoktan söz ediyorum. Kazaya neden olanın daha sonra şoktan kurtulması, suçunu üstlenmesi, mağdurun mağduriyetini azaltmaya çaba göstermesi. İşte, fail travması failin yarattığı zulmü fark etmesi ve bu fark etmenin davranışlarına yansıması, duygusal hallerinde değişiklik olması.

Zulmün/mağduriyetin ortaya çıktığı durumlarda bu travmanın reddedilmesi, suçun mağdurun üzerine yıkma eğilimi ya da olayın inkârı biçiminde oluyor. Bu durumda fail olayla ilgili kendi duygularını ve mağdura ait hissedilebilecek duyguları kendi içinde metaforik olarak bir kutunun içinde saklıyor. Bu kutuyu açmak isteyene, bu kutudan söz edene öfkeli tepkiler gösteriyor.

Büyüklerimizle özdeşleşirken büyüme sürecinde çocuklar bu bilinç ötesine hapsedilmiş bu kutuyla da özdeşleşir. Özdeşleşme, bizim dışımızdaki bir şeyi özdeşleşerek kendi içimize almamız, kendimize eklemlememiz demektir de. İşte bu olay/travma bu özdeşleşmeyle gelecek kuşağa aktarılır. Bu içimize aldığımız kapalı kutu (Introjekt) bize yabancıdır ve yabancı kalır çünkü biz bununla ilişkilenemeyiz. Kuşaklar arası aktarım söz konusu. Mağdurlar mağdurluğu ve failler de failliği gelecek kuşaklara miras bırakırlar, böylece mağdur ve fail kimlikleri ve kültürleri oluşur.

Travma bir insan/grubun başka insana/gruba yaptığı zulümde ortaya çıkar. Bu zulümde mağdur çok belirgin bir biçimde mağdurdur ve travmayı yaşayandır. Mağdur travması dediğim şeyde aslında bu kadar zulüm yapabiliyor olmanın faili de travma geçiren ruh haline dönüştürmesidir. Travmasının fail tarafından reddi, travmayı bilinç ötesinde daha da karmaşık ve çözümsüz hale getirir. Çünkü bu konunun uzaması yeni acılar, hukuksuzlar da getirir.

Bir dönem avcılık yapan bazı insanlar bir süre sonra avladıkları hayvan türünün koruyucusu olur. Bunun anlamı, kişinin yaptığı şeyi idrak etmesi, bir vahşetin faili olduğunun farkına vararak, “Ben ne yaptım?” ya da “Bunları nasıl yapabildim?” sorularıyla başlayan bir bilinçlenme ve uyguladığı vahşetle yüzleşmesidir; bu yüzleşmeden sonra da zulmettiği canlıdan özür dilercesine, onun için özel bir çaba göstermesidir. İşte bu tür bir travmanın tartışılmaması, kolektif bilinç ötemizdeki kirlenmeleri bir psikolojik filtreden geçirmemize de engel oluyor. Şimdi yaşadığımız her günkü vahşetin geçmişteki vahşetlerle yüzleşmemekle de ilişkili olduğunu sanıyorum. Travma fail tarafından gizleniyor ya da savunma mekanizmaları aracılığıyla bir kenara itiliyor ve böylece zulüm fail travmasına dönüşmüyor. Söz konusu yüzleşme yapılmadığı takdirde gelecek kuşağın, atalarının izinden yürüyerek başka gruplara zarar vermeyi (savaşmayı) gelenek haline getirme tehlikesi var.

Bu travmayı düşünmenin, tartışmanın ve fark edebilmenin hem bireysel hem de toplumsal dönüşmemize katkısı olacaktır. Örneğin, bir önceki kuşak eğitimde dayağı esas alıyordu. İnsanların kendi yaptıkları vahşetin farkına varması, dayağı bir eğitim yöntemi olmaktan çıkarıyor günümüzde. “Allah’ın aslanı” Ali’nin daha sonraki yıllarda bir felsefeci gibi görünmesi de böyle bir sürecin sonucu olarak görülebilir.

Size şu ilginç gelmiyor mu? Bu topraklardaki tüm gruplar mağdur olduklarını söylüyorlar: Etnik kontekste Ermeniler, Rumlar ve Kürtler... Politik kontekste Aleviler, solcular ve sağcılar, dinciler ve Kemalistler. Çeşitli kontekstlerde köylüler ve kentliler; kadınlar ve çocuklar, Amed Sporlular, Fenerbahçeliler ve Galatasaraylılar vd. Kısacası her grup haksızlığa uğramış, mağdur edilmiş. Bu mağduriyetlere ve zulümlere yeterince somut örnek bulabiliriz. Peki bu kadar suçun faili kim?

Sadece Cumartesi Anneleri’nin dile getirdiği ‘faili meçhul’ gerçekliği yok; bu ülkede faili meçhul çok sayıda başka kolektif zulümler de var. Hukuki anlamda belki suçlu değiliz bazılarımız, ama psikanalitik ve ahlaki anlamda herkes biraz kirli, herkes biraz suçlu. Bu kadar kolektif suçun olduğu ortamda “masum değiliz hiçbirimiz” ... Belki de bu kadar suçlu olma halinden ötürü “masumiyetlerimizi” yarıştırıyor, “mağdur rolünü” çabucak benimsiyoruz.

Çünkü mağdur pozisyonunun ahlaki üstünlük sağladığına inanıyor, böylece kendi suçumuzu gizlemeyi de deniyoruz... Fail olduklarını gizlemek isteyenler, ‘mağduriyet çalıp mağduriyet hırsızlığı’ yapar çoğu kez. Gezi’dekilerin protestolarına kan bulaşırken halk ‘camiler elden gidiyor’, ‘baş örtülü bacımız’ yalanını dinliyordu. Bizi failler şuna inandırmak için çaba gösterirler: Asıl mağdur biziz... Bu tutumla mağdurların mağduriyeti hak ettiklerine insanları inandırmak kolaylaşır. Ayrıca, mağdur edeceğiniz/ettiğiniz insanların ‘insan’ özelliklerini yok sayar ve çevrenizi buna inandırmaya çalışırsınız. Pis mahluklar, hayvan, böcek gibi sıfatlar bu bağlamda sıkça kullanılır ve hâlâ geçerlidir.

‘Terörist’ tanımının son otuz yılda geçirdiği dönüşüm incelendiğinde söylediklerim daha rahat anlaşılır sanırım. Terörist çocuk katili, iğrenç, havyan, insan bile değildir. Bunlar yıllarca insanların bilincine öylesine kazındı ki, sorgulanmaları dahi suç ve terör anlamına geliyor. Birilerini sürekli teröristlikle suçlayanlar, birilerine parmak sallayanlar ve ‘terörle arana mesafe koy’ diyenler kendileri ama bu ülkede hiçbir zaman terörle aralarına mesafe koymadılar. On binlerce insan öldürüldü, yüzbinlerce insan hapishanelerde, sürgünde… Cumartesi Anneleri herkesi teröristlikle suçlayanların terörünün kurbanı olmuş yakınlarına ne olduğunu soruyorlar.

Şunu söylemeye çalışıyorum: Yapılan zulmü anlatarak failde bir dönüşüme, yüzleşmeye yol açamıyoruz. Yani fail travması gerçekleşmiyor. Bunun nedeni sanıyorum kolektif hafızamızın derinlerinde yatan ve kolektif bilinçötemizde=kültürümüzde bir fail geleneği var. Sorumluluk ve suçumuzu üstlenmek sadece bireyin değil kolektifin de konusu. Devletin, kurumların, eğitimin sorun çözme gibi bir derdi yok. Böyle olunca devletin tutumu halkın da tutumuna dönüşüyor. İnkâr birçok anlamda kârlı iş.

Nazi yönetimi zulmü kurumsallaştırdı ve endüstrisini oluşturdu. Savaş, terör, şehitlik kurumsal ve endüstrisi var. Zulüm endüstrisi. Ayrıca zulüm kuşaktan kuşağa aktarılıyor. [1]Yani insanlar geçmiş kuşakların suçlarını kendilerine ait olmamasına rağmen psikolojik yük ve miras olarak üstleniyorlar. Günümüz insanlarının geçmişin sorumluluğunu da üstlenmesi ve yaraların sarılması için çaba göstermesi gerekiyor. Yani günümüz kuşağı başkasına ait bir zulmün sorumluluğunu üstlenmek durumunda. Bu fail travmasına engel oluyor. Kısacası kuşaklar boyu sürdürülen ve her kuşakta yeni mağdurlar yaratan bir kültür ve geleneğin oluşumundan ötürü fail travmasını sağlamak zorlaşıyor.

Burada en önemli sorunlardan biri mağdur ve fail arasındaki güç dengesinde hâlâ failin güçlü olması ve bu güçlülükten ötürü de kendisini sorgulama gereği duymaması. Bana göre en büyük sorun zulmün, soykırımların, toplu katliamların çok bariz olması ve failin bunları gücünden gizleme gereği bile duymaması. Zulmün suç sayılmadığı gibi arlanma duygusu da uyandırmıyor. Fail güçlü, suçlu saymıyor kendini, hatta yaptığı zulmü başarı sayıyor (1915, 1938 kahramanlık söylencesi hâlâ) arlanmıyor. Fail sorumluluk üstlenmesinin sonucu da sağlıksız kuşaklar ve toplumlar.

SUÇ BİLİNCİ OLMAYINCA BİREY VE TOPLUM KİRLENİYOR

Psikanaliz başından beri sadece bir terapi yöntemi değil, aynı zamanda toplum eleştirisi, din ve kültür eleştirisi... Zulmün bu kadar yoğun yaşandığı bir ülkede ‘pozitif olalım’ masalı derdindeki bir psikoloji aslında ilkel kolektif savunma mekanizmalarını aktive etmiş, kendisi belki de bu bağlamda klinik vaka olmuştur... Madımak Oteli failleri Kuran’a el basıp yeminle “tahrik edilmek” gibi, “dinimize saygı duymuyorlar” gibi bir mağduriyeti yaşadıklarını anlattılar. Toplu taşıma araçlarındaki saldırganların savunmaları “tahrik etti” biçiminde.

Tecavüzcü, katil ve mafyacı/çeteci mahkûmların kendilerine buldukları estetize edilmiş lirik bir isim bile var: “kader kurbanları” veya “kader mahkûmları.” Kendi bireysel sorumluluklarından kaçarak kader üzerinden sorumluluğu kutsala bağlıyor, dolayısıyla suçu anonimleştiriyorlar. Mağdurlarının ruh haline minimal saygı duymayan, kendini kurban gösteren bir anlayış... Mağdurlar mezardayken failler kendilerini kurban ilan edebiliyor. Bizim kirliliğimiz de bu ortama ve duruma itirazımızın olmaması. Bu ülke insanlarının fail travmasına tepkisinin bastırmak ve inkâr etmek biçiminde olduğunu sanıyorum.

FAİL GELENEĞİ VE ROLLERİN DEĞİŞİMİ

Psikanaliz, çocuğun ebeveynlerinin bilinçötesiyle özdeşleşerek ve onları taklit ederek büyüdüğünü anlatır. Eğer bir kuşak kendi kolektif suçuyla yüzleşmezse, bireysel sorumluluğundan da kaçmışsa, bu çalışılmamış ve bu nedenle filtrelenmemiş suç, gelecek kuşağa arıtılmamış biçimde devredilir. Bu bağlamda travma çözülmez, gelecek kuşağın bilinç ötesine aktarılır ve her kuşak atalarından miras aldığı zulmü devam ettirir. İnsanlar kendi psikolojilerinde karşılığı olmayan, kendilerine yabancı, geçmiş jenerasyonun kirini içlerine aldıklarında (introjekt) bundan kurtulmak, yabancı olan elementi dışarı çıkarmak (externalisierung) isterler.

Bir yanıyla entegre edilmeyen ve bana ait olmayan şiddeti/kötüyü dışa vururken ben de fail olurum çünkü dışa vurmak birilerine şiddet uygulamak demektir de. Ya da özdeşleştiğim için, ben de atalarım gibi olarak ve onların izinden giderek öteki’lere şiddet uygularım. Bu dışa vurmada kişi/grup fail olur ve böylece “fail geleneği” oluşturulur.

Bazen Anna Freud’un kuramsallaştırdığı “saldırganla özdeşleşme” [1]de olur. Mağdurlar, bir daha mağdur olmamak için kendileri zulmeder, fail olabilirler. Son yüzyılda zulüm yaşamamış/yaşatmamış kuşak yok... 68 Hareketi’nin binlerce can kaybına neden olmasının, Alevilere defalarca toplu katliam yapılmasının, binlerce Kürt'ün öldürülmesinin psikanalitik açıklamaları olmalı (gerçi Kürtler artık öldürmüyorlar, sadece ‘etkisiz hale’! getiriliyorlar).

Travma konusunu biraz araştıranlar bireysel travmada bir fenomeni fark ederler: Rollerin değişmesi ya da rol tersleşmesi (fail-kurban değişimi). Psikanalitik travma kuramlarında sıkça karşılaşırız; travmanın mağdurları travma koşulları ortadan kalkınca, koşullar değişip olanaklar elverdikçe kendileri fail olurlar. Yani dayak yiyerek büyüyen çocuklar yetişkinliklerinde kendileri dayakçı anne-baba olabilirler. (Dayak yiyen herkes o an dayak atandan nefret eder, bu baba da olsa! Babanın vurduğu yerde 'gül' de bitmez ayrıca. Acının olduğu yerde gül romantizmi o an için sürreel ve sapık bir resimdir.)

Dayak yediği için dayaktan nefret edenler daha sonra şiddeti yüceltirler. Şiddetin bu toplumda yüceltilmesi biraz da bu durumla ilişkilidir. Çocukluğunda nefret ettiği babasının konumuna gelerek kendisi nefret objesine dönüşür, bu da nefret dinamiğinin içselleştirildiği çeşitli rollerde tekrar edildiği anlamına gelir.

Freud’un sıklıkla üzerinde durduğu ‘tekrarın zorunluluğu’ sorunun çözülme ihtiyacı/umuduyla da ilişkilendirilebilir. Travma süresinde ve sonrasında kendisinde oluşan, derinlerinde yer bulan ‘kötü’yü başkalarına atarak kendi travmalarından kurtulmak isteyen bir dinamik vardır bilinç ötelerinde. Travma psikodinamiği karmaşık bir dinamiktir...

Rol tersleşmesi dinamiğini başka kontekstlerde de sıkça gözlemleriz: “Şiir okudum, hapse attılar” diyen Erdoğan’ın ağzını açanı hapse yollaması ya da yollamakla tehdit etmesi de böyle bir şeydir mesela. Son dönemlerde yaşanan zulmün gerekçesi de bugün bunları yapanların geçmişte mağdur olduklarına vurgu yapmaları ve bu yolla kendi zulümlerini göreceleştirmeye çalışmalarıdır. Böylece zulmün bir geleneği ve sürekliliği oluşuyor ve bunu durdurmak zorlaşıyor.

[1] Das Ich und die Abwehrmechnismen, 1994, Fischer Verlag, s. 85

[1] Ş. Eraslan, Failin Travması ve mağdurun yeniden inşası, 2023, Birikim Dergisi, sayı 414

Devam edecek

Şahap Eraslan: 1980'de cunta öncesi Almanya'ya gitti. Berlin Teknik Üniversitesi’nde psikoloji bölümünü bitirdi. Daha sonra Humbold Üniversitesi’nde etnoloji okudu. Eş ve aile terapisi, klinik hipnoz eğitimlerini bitirdi. Daha sonra uzun bir eğitim sonrası psikanalist oldu. Uzmanlık alanı kültür psikanalizi ve psikanalitik kültür karşılaştırmaları. Analist/psikoterapist olarak Berin'de çalışıyor.

Önceki ve Sonraki Yazılar
Şahap Eraslan Arşivi