Deniz Durukan
Geleneksel olanın gelecek olanla sınavı
“Ten rengim siyah, kollarım uzun, saçım arapsaçı, sırtım güçlü; sürekli tekrar eden acıları kaldıracak kadar güçlü… Benim adım Sarah teyze.” Böyle anlatıyordu Nina Simone, ‘Four Women’ adlı şarkısındaki karakterlerden Sarah‘ın hikayesini.
‘Four Women’, dört siyahi kadın karakterin kendi ağızlarından, karşılaştıkları şiddeti, tecavüzü, köleliği, seks işçiliğine zorlanmayı, ayrımcılığı anlatıyor. Bu şarkı, Nina Simone’un müzisyen kimliğinin, hayattaki duruşunun, siyahi hakları ve sivil haklar hareketi için verdiği mücadelenin bir ürünü. Onun başkaldırısı bu şarkıyla sınırlı değil.
Martin Luther King’in öldürülmesi üzerine yazdığı ‘Why? (The King of Love is Dead)’ ve 1964 yılında Klu Klux Klan tarafından dört siyahi çocuğun kilisede öldürülmesi üzerine yazdığı ‘Mississippi Goddam’ şarkılarından dolayı, özellikle Güney eyaletlerindeki radyo istasyonları tarafından albümlerine ambargo koyulur. Irkçılığa karşı aldığı sert tavır, katıldığı eylemler nedeniyle müzik endüstrisinin kendini cezalandırdığını söyler Nina Simone. Aidiyet duymadığı bu ülkeyi terk ederek Fransa’ya yerleşir. Hayatının son yıllarını orada geçirir.
“Hayatın kendisi bir düzen ve anlam sunmadığında, müzisyen enstrümanlarından akan seslerden bir düzen ve anlam yaratır,” demişti Martin Luther King 1964 yılındaki Berlin Caz Festivali’nde. Altmışların ilk yarısı, özgürlük ve haklar konusundaki hareketlenmelerin, savaş ve ırkçılık karşıtı eylemlerin arttığı yıllardı. Aynı zamanda, tarihe geçecek o büyük isyanın, 68 hareketinin koşullarını hazırlayan yıllardı.
Siyahi müzisyenlerin, özellikle caz müzisyenlerinin 60’larda ırkçılığa karşı sivil haklar hareketinde aktif yer alması, yine rock müzisyenlerinin 68 hareketinin sesini duyurması açısından öncü bir rol oynamıştı. Bu durum, müziğin yalnızca ‘sahibinin sesi’ olmadığı hakkında yeterince bilgi veriyor bize. "Müzik sadece müzik değildir". Aynı zamanda, toplumun tüm kültürel, siyasi, ekonomik etkileşimlerini, değişimini ve dönüşümünü gösteren, gerektiğinde öncü rol oynayan bir güç alanıdır. Müzik tarihi, özgürlük ve hak mücadelesi veren, daha iyi bir dünya özlemi taşıyan, yaşadığı dönemin sorunlarına duyarsız kalmayan, yaşanan adaletsizlikleri dile getiren birçok müzisyenle doludur.
Mesela, John Lennon’ın 1971 yılında çıkardığı albümle aynı adı taşıyan ‘Imagine’ adlı şarkısı, her anlamda sınırların kalktığı, sınıfsız, mülkiyetsiz bir dünya hayalini içerir ve her türlü inanç sistemini, hayalini kurduğu dünyanın dışında bırakır. Daha iyi bir dünya için, umut için yazılan ‘Imagine’, hâlâ tüm zamanların en iyi beş yüz şarkısı arasında yer alıyor.
Hayal etmek, umudu diri tutan bir unsur. Hem de, dünyanın içinde bulunduğu tüm umutsuzluğa rağmen. John Lennon’ın bu barışçıl şarkısı başka bir dünya arzusunu taşırken, Sex Pistols’ın İngiltere milli marşına gönderme yaptığı “Tanrı Kraliçeyi Korusun” şarkısı ise, “gelecek yok” şiarıyla, içerdiği tüm sertliği hissettiriyor. Şarkının en önemli tarafı, monarşiye, faşizme karşı alaycı ama yıkıcı bir tavır göstermesi.
İngiltere’deki punk hareketinin marşı haline gelen bu şarkı, elbette tahtta oturanları ve İngiliz siyasetini rahatsız eder, hatta grubun bazı üyeleri monarşi destekçisi kişilerin saldırısına uğrar. Bununla da kalınmaz, grubun bağlı olduğu EMİ plak firması, grupla sözleşmesini fesheder. Bunun üzerine ‘God Save The Queen/ No Feeling’ 45’liği başka bir şirket tarafından basılır ancak plak basılır basılmaz toplatılıp imha edilir. Şarkının geniş kitlelere ulaşması, ABD’li plak şirketi Virgin Record’un bu duruma kayıtsız kalmaması ve bu 45’liği yayınlaması sayesinde olur.
BU YAZ BİR KADIN İSYANI OLACAK
‘Evet, isyan’. Böyle diyordu indie- punk feminist hareketi olan Riot Girrrl. 1980-1990’lar punk sahnesinde kadınların ve queer’lerin dışlanmasına karşı egemen anlayışa, eril müzik dünyasına başkaldıran iki önemli hareketten biriydi Riot Girrrl.
Metinlerle, bildirilerle, hazırladıkları fanzinlerle, Riot Girrrl gruplarının şarkı sözleriyle seslerini yükseltiyorlardı. Mesela Bikini Kill’in demo albümü 'Revolution Girl Style Now' aldıkları tavrı anlamada önemliydi. Bu hareket, ırkçılığa, türcülüğe, cinsiyetçiliğe, heteroseksizme karşı manifestosunu da yazdı. Kanada merkezli queercore hareketi de homofobiye karşı aldığı tavırla punk sahnesinde yerini aldı.
2011 yılında kurulan Pussy Riot grubunu da hatırlamakta fayda var. Protest, feminist Rus post punk grubu, halka açık alanlarda yaptıkları izinsiz, provokatif gösterilerle gündeme gelmişti. Bu gösteriler sırasında yapılan çekimler, şarkılarında klip olarak kullanılmış ve dijital mecralarda yayınlanmıştı.
Pussy Riot, kadın hakları ve LGBTİ+ haklarının yanı sıra, otokrasiye karşı aldığı sert politik tutumla da dikkat çekti. Özellikle Vladimir Putin’in politikalarına karşı eleştirel yaklaşımları, iktidarın ideolojik aygıtlarını bozguna uğratma hamleleri dünya basınında gündem oldu. 2012 yılında grubun beş üyesinin Kurtarıcı İsa Katedrali’nde yaptığı gösteri, üyelerinin üçünün holiganlık suçlamasıyla yargılanmasına, ikişer yıl hapis cezası almalarına neden olmuştu.
Pussy Riot grubu bugüne kadar eylemlerine hiç ara vermedi. Hiç beklenmeyen anlarda sahaya inip ortamı provoke etmeleriyle, kendilerini iktidara sürekli hatırlatıyorlar. 2018’de, polis şiddetini protesto etmek için Moskova’daki Dünya Kupası finalinde sahaya inmeleri gibi. Rusya’nın Ukrayna’ya saldırmasını da protesto eden ve Putin’in yargılanması çağrısında bulunan grup, 'Mama, Dont Watch TV' adlı şarkıyla da gündeme geldi.
Peki, Türkiye’de geçmişte neler oldu, günümüzde neler oluyor? Dünden bugüne ülkemizde de birçok müzisyen düşünce suçundan veya yazdıkları şarkılar yüzünden yasaklarla, sürgünlerle, baskılarla, hapis cezalarıyla karşılaştılar. Politik söylemleriyle öne çıkan Selda Bağcan, Şanar Yurdatapan, Melike Demirağ, Ahmet Kaya, Cem Karaca gibi birçok müzisyen, ağır bedeller ödemek zorunda kaldı.
Bugün de durum pek iç açıcı değil. Ancak, hem işleyişte hem de içerikte epey değişiklik var. Dün komünizm propagandası, sol söylemler tehlikeli görülürken, “devlet aygıtı” var olmak için ihtiyaç duyduğu ‘düşman’ını günün koşullarına göre revize etti. Artık, kadın haklarından, LGBTİ+ haklarından söz etmenin ve bu kimlikler üzerinden kendini ifade etmenin tehlikeli bir boyuta geldiğini görüyoruz.
Bir süredir müzisyenler üzerinde, gittikçe artan dozdaki baskıların son günlerdeki hedefi de Melek Mosso, Mabel Matiz ve Melike Şahin oldu. Bu isimler, yaptıkları açıklamalar nedeniyle yasaklara maruz kaldılar, konserleri iptal edildi. Peki niye?
Bu sorunsala daha geniş açıdan, kimlikler siyaseti çerçevesinde şekillenen politikalar üzerinden bakmakta fayda var. Dünyada olsun, ülkemizde olsun, kimlik inşası siyasal ve kültürel toplumsallaşmada önemli role sahip. Kimlik siyasetleri döneme göre değişiklik gösteriyor, yeniden kurgulanıp düzenleniyor.
Her iktidar kendi ideolojisi doğrultusunda toplumu inşa ediyor ancak bu yapılanma yerel olduğu kadar dünyadaki politikalarla da bağlantılı. Ya da dünyadaki yapılanma, yerel olanı da etkiliyor diyebiliriz. Kurgulanmış dünya düzenindeki bireysel kimlik inşaları arasında cinsiyet, cinsel kimlik, cinsellik önemli unsurlar arasında yer alır. Kimlik ve cinsiyet politikaları eril olanla dişil olanı ayırır
Erkeği yüceltir, kadını ikincil ve bağımlı konumda tutar. Toplumsal cinsiyetin oluşması da, baskın olacak cinsiyetin tahakkümü de, onlara biçilen rollerle belirlenir. Yani cinsiyet temelli hiyerarşi rolleri şekillendirir. Dolayısıyla aile kurumunun inşasında, toplumsal cinsiyetin kurgulanması, iktidarın elini güçlendirmesi anlamında önemlidir. Bedenin cinsellik yoluyla denetim altına alınması; sınırların çizilmesi, arzunun yönlendirilmesi, iktidarın kontrolü sağlamasına yardımcı olacaktır.
Aile gibi, iktidarın yayıldığı birçok kurum bu işlevi görür. Sadece kurumların değil, bireylerin de bu düzene dahil olması, bu doğrultuda şekillendirilmesi iktidarın her yere yayılmasını kolaylaştıracaktır. M. Foucault, iktidarın özelliğinin, “her yere yayılmasından çok her yerden gelmesi” olduğunu belirtiyor. Bugün yaşadığımız tam da bu. Sosyal medyada başlatılan kampanyalar, baskılar, linçler, iktidarın her yerden gelmesi olarak değerlendirilebilir.
Ancak içinde bulunduğumuz post-modern çağda kavramların, kimliklerin, rollerin yeniden sorgulandığı, kurgulanmış toplumsal cinsiyet kimliklerinin parçalanma sürecine girdiği, sürekli iktidarla kışkırtılmış olan erkeğin, erkekliğin güç kaybı korkusu yaşadığı ve bu korkunun büyük bir baskı yarattığını da söylemek gerek. Geleneksel olanın, gelecek olanla sınavı bu.
Dünya değişiyor, yeniden dizayn ediliyor. Bize düşen, her şeyden arınıp sadece insan olabilmek. Ne diyordu Pussy Riot şarkısında: “Kadınları dinle!” Dinle ki hep birlikte, kimseyi ötelemeden dünyayı daha iyi bir yer yapalım.