Deniz Durukan
Gökçe Akçelik’in ardından: Hem kuytularda hem ateş üstünde...
Replikas’ın kurucu üyelerinden gitarda ve vokalde yer alan Gökçe Akçelik’i, Gökçemizi yakalandığı amansız hastalıktan dolayı kaybettik. Beklemiyordum, beklemiyorduk çünkü iyileşme yolundaydı. Aniden her şey değişti. Ve 11 Ağustos gecesi haberi geldi. Bu geceye inen sessizlik “benden (bizden) yüksek”ti. Şarkısındaki gibi; bilemezdik sonun nereden bakacağını. Ama Gökçe’yi bilirdik, nasıl bilirdik, iyi bilirdik ve hep o iyilikle, durulukla kalacak anılarımızda. O halde başa dönelim; hem Gökçe’nin hem de Replikas’ın dünden bugüne uzanan yolcuklarına…
Replikas’ı 1999 yılındaki 5.Roxy Müzik Günleri’nde tanımış, ilk kez sahnede izlemiştim. İkincilik ödülü almışlardı. Gökçe'nin o kadifemsi, yumuşak huylu sesi büyülemişti beni. Sesi yumuşak huyluydu ama şarkıyı yorumlama biçiminin yarattığı etki çok derinlerden, bir sızı olarak dışarı taşıyordu. Yaranın değişildiği hissini iliklerimize kadar yaşatıyordu. O anlamda sertti etkisi. Elbette şarkının formuna, melodisine, meselesine göre yorumu değişiyor ama sesindeki ona has tonlamayı bozmadan yapıyordu bunu. Orijinal, kendine has bir rengi vardı vokalinin. Bir renk yakıştıracaksak sesine, kara kırmızı denilebilir. O ses bizi hem kuytularda hem de ateş üstünde gezdiriyordu.
Sadece Gökçe değil, Replikas’ın tüm kadrosu şahsına münhasır ve önemli müzik insanlarından oluşuyor. 1996 yılında grubun kurucu kadrosunda gitar ve vokalde yer alan Gökçe ile beraber, Orçun Baştürk (davul), Barkın Engin (gitar) yer almış, sonrasında 1998’de Selçuk Artut (bas), 2000 yılındaysa Erden Özer Yalçınkaya (klavye) gruba katılmıştı. Bu müthiş ekip, 2000 yılında çıkardıkları ilk albümleri “Köledoyuran”la ve ardından gelen diğer albümleriyle rock müzik tarihinde kendinden sonra geleceklere önemli bir kanal açacaktı. Aslında o yılların müzik ortamına bakıldığında, 90’ların sonunda başlayan, 2000’lere uzanan süreçte rock müziğin zirve yaptığını, geniş bir dinleyici kitlesine ulaştığını söyleyebiliriz.
Rock müzik ve türevlerinin popülerleştiği bu dönem; punk, grunge, trash- metal, heavy metal, brit pop/ rock gibi formların da öne çıktığı, çeşitliliğin arttığı hareketli yıllardı. Bunların dışında, farklı bir kanaldan giden, doğaçlama, avangard ve deneysel çalışmalar yapan, kendi seslerini ve tavırlarını oluşturan Zen, Nekropsi, Babazula gibi gruplar da müzikteki farklı yapılanmanın öncü isimlerindendi.
Replikas ise saykodelik rock, elektronik müzik, avangard esintilerle, deneysel olanı gelenekle birleştirerek kimseye benzemeyen, kendilerine ait bir dil, sound oluşturmuştu. Bağımsız, avangard işler yapan birçok müzisyene sahne açan, aynı zamanda bir kültürün temsilcisi işlevini de gören, Hakan Orman dönemindeki eski Peyote’nin de Replikas’ın müzikal yolculuğunda önemli bir yeri olduğunu, müzikteki birçok denemelerine bu sahnede başladıklarını bilen bilir. Ve sonrası geldi…
Daha ilk albümleri Köledoyuran’la (2000) farklı bir müzik yaptıklarını duyurdular. Gotik unsurlarla, saykodelik bir tavırla, sufi dokunuşları, mistik esintileri de içinde barındıran bu albüm, dönemi itibariyle bambaşka bir sesin kapılarını açtı. Elbette etkilendikleri isimlerin başında dünyadan Velvet Underground, Sonic Youth, Kraftwerk gibi isimlerin yanı sıra Erkin Koray’ın, yıllar önce yaptığı deneysel arayışlarından feyz almışlardı. Aynı zamanda 60’ların, 70’lerin Anadolu pop/rock tarzını, Hakkı Bulut’tan Neşet Ertaş’a kadar giden geniş bir müzikal birikimi sırtlanan Replikas, buranın melodisine bakarken, bir anlamda kendi geçmişlerine de bakmışlardı. Ama bundan daha fazlası vardı onlarda… Duydukları tüm sesleri dönüştürerek, başka bir ses arayışının peşinden gidiyorlardı. Grubun meselesi müzikteki ana akım kalıpları kırmak, daha loşta kalan, periferide ya da derinde olanı bulmaktı. Bu hem başka bir ses arayışının temsiliydi hem de anlamın en alt katmanına inip onu yukarıya çıkarmaktı. Onlar her albümde anlam ve ses arayışında bir kazıcı gibi daha da aşağıya, derine iniyorlardı. Bunu yapmak aynı zamanda insanın en karanlık, kuytudaki yerlerini göstermekle de özdeşleşiyordu. Alttan alta bir kimlik meselesini de kapsıyordu ses arayışları. Dille, sesle kendini aramak da denebilir buna.
Özellikle ilk iki albümde ses denemelerini fazlasıyla öne çıkardılar. İkinci albümleri “Dadaruhi” (2002) hem kaotik bir yapıya sahipti hem de o ses arayışlarını çok daha net görebileceğimiz, elektronik müzikle harmanlanmış ilham verici bir çalışmaydı. Bu albümde öne çıkan ölüm ve yaşlılık sorunsalı diğer çalışmalarda da kendini duyuracaktı. Kuşkusuz ölüm imgesinin yoğunluğu varlık/yokluk meselesine tekabül ediyordu.
SOLACAKSAK HİÇTE, GÖRDÜM DEME
2005 yılında çıkardıkları, prodüktörlüğünü Wharton Tiers’in yaptığı üçüncü albümleri “Avaz”la sözlü şarkılara daha da önem vermişler, başka denemelere kapı araladıkları, daha sert dokunuşların olduğu, aslında her anlamda ustalıklarını pekiştirdikleri bir albüme imza atmışlardı. Post punk hissiyatını her zaman taşıyan Replikas, bu çalışmada bunu biraz daha öne çıkarmıştı. Ya da bu hissiyatın bana daha fazla geçtiğini söyleyebilirim. Bu albümde yer yer ironik dokunuşlar da vardı; ancak albümde yine Gökçe’nin o hüzün barındıran, bizi derin bir mahzene götüren yorumunun etkili olduğunu ve grubun müzikal tavrının bozguncu bir anlayışı da taşıdığını söylemek yanlış olmaz. Zaten Replikas’ın dönüştürme arzusu, bozguncu yaklaşımı da içeriyor.
2008 yılında yayınladıkları beşinci albüm “Zerre” ile Replikas daha da aşağıya, zemin kattan temele doğru inmişti. “Zerre” öze, en küçük parçacığa ulaşma arzusunun tezahürüydü. En küçük, görünmeyen bu parçacık hem kökensel olanı hem de bilinmeyen şeylerin temsilini işaret ediyordu. Evrenin sırrı, insanın varoluş nedeni, ölüm gibi meseleleri anlama çabasıydı bu. Mesela sözleri Gökçe’ye ait olan, albüme adını veren “Zerre” şarkısındaki “elbette zerredir belki, ama yok denilemez”, Barkın’ın sözlerini yazdığı “Bitti Deme” şarkısındaki “Solacaksak hiçte, gördüm deme” söyleminde ve Orçun’un yazdığı “Bugün Varım Yarın Yokum” şarkısının sözlerinde varlık/yokluk meselesi görmek/görmemek olgusuyla birlikte ele alınıyor. Yokta varlığın, varlıkta yokluğun anlamına bakıyorlar. Yine “Zerre” şarkısındaki “kan ile can, baştan bir olmuş/ öldür beni, yine dirilt, öldür” sözleri yaşam ve ölümün birlikteliğine gönderme yaparken, öldür, dirilt ve tekrardan öldür denilerek bir döngüden söz ediliyor: Ölüm ve yaşam döngüsünden. Zaten Replikas’ın tüm şarkılarında döngüsel olanı görmek mümkün. Gece/gündüz, aydınlık/karanlık gibi zıtlıklar ölüm ve yaşam döngüsüne vurgu yapar. Her şeyin kendini yinelemesi de diyebiliriz buna. Albümlerinde sıklıkla geçen beden ve tin kavramlarının da varlık/yokluk meselesiyle ilişkisi kurulabilir. Boş beden, çürümüş beden, kanlı beden gibi ifadeler hem yaşamı hem de ölümü çağrıştırır. Aynı zamanda gerçek arayışı da tin ile kendini duyurur.
“Zerre” ile, grubun baştan beri bize duyurduğu meselesinin temeline indiklerini söylemiştik, bunu hem müzikleriyle hem anlamla hem de kendilerini var eden öze, sese kavuşarak yaptılar. O yüzden, bu albüme hazırlanırken ses çalışmaları için farklı bir mekân kullanmışlardı. Gökçeada’da eskiden yarı açık cezaevi olan bir binayı stüdyoya çeviren grup, buradaki akustik ortamda yeni ses arayışlarına girmişti. İlk albümlerinden itibaren çıktıkları yolculuğun deneyimlerini de katarak, bu albümle olgunluk eserine imza attılar. “Zerre”de punk tavrı, metalin sert dokunuşları, elektroniğin ve yer yer buranın melodileri var . Orçun’n muhteşem davulu, Selçuk’un bas gitarı, Gökçe ve Barkın’ın gitarlarda coşması, gruba “Avaz” albümünden sonra katılan Burak Tamer’in elektronikteki mahareti ve Gökçe’nin vokalde yaptığı farklı denemeler sayesinde; bugünden geriye baktığımızda, benzersiz bir müzik inşa ettiklerini, bu sesi içimizdeki en küçük parçaya, tüm moleküllerimize yaydıklarını görüyoruz.
Köklere ulaşma arzusunu, 2012 yılında yayınladıkları, 1960-1970 yıllarındaki “Anadolu Pop” müziğinin kült şarkılarını yorumladıkları “Biz Burada Yok İken” albümünde de görüyoruz. Onları var eden, seslerini bulmada yol gösteren müzisyenlere, Anadolu müziklerine duydukları bir saygı albümüydü bu. Replikas bir röportajında, kendi seslerini bulmalarında “Anadolu Pop” akımının ve bu akımı yaratan müzisyenleri keşfetmelerinin önemli bir unsur olduğunu belirtmişti. “Biz Burada Yok İken” albümünü yapma sebebi de buydu aslında. Buna, var olma nedenlerine sahip çıkma denilebilir.
En son 2013 yılında “Ep No1” adlı enstrümantal çalışmasını çıkaran Replikas, film müzikleri de yapmıştı. Sonrası malum… Ayrılma kararıyla, grup dağıldı dağılmasına ama hiç unutulmayacak önemli bir külliyata imza attılar. Sadece (grubun ortak yaptığı) besteleriyle değil şarkı sözleriyle de geniş bir anlam bıraktılar dinleyende. Mesela Barkın Engin’in sözlerini yazdığı “Kemir Beni”, “Deli Halayı”, “Yol”, “Gülmediğin Günler”, Orçun Baştürk’ün sözlerini yazdığı “Seyyah”, “Fakir”, “Leylek”, “Gece Kadar Rahatsız Etmiyor”, Yaş Elli, Gökçe Akçelik’in yazdığı “Bahar”, “Dayan”, “Benden Yüksek”, “Ömür Sayacı”, “Kör Taşın Kıyısında”, “Karabasan” gibi şarkı sözleriyle, yarattıkları anlam dünyasını güçlü melodilerle ördüler. Türkiye’nin müzik tarihine kalıcı, özgün, estetik düzeyi yüksek, ayrıksı bir ses bıraktılar. O yüzden yarattıkları şarkılar hiç unutulmadı ve unutulmayacak. Ve Gökçe “Dayan” diye seslenecek bize.