Süreyya Karacabey
Hadi bakalım, doğru olan kazansın!
"Bu ödülü kendisine layık görülenlere boyun eğmeyip eyleme geçen, bu uğurda her şeyi göze alan ve ne olursa olsun umut etmekten vazgeçmeyen tüm kız kardeşlerime ve Türkiye'de hak ettiği güzel günleri yaşamayı bekleyen tüm mücadeleci ruhlara armağan ediyorum. “
Bu sözleri Merve Dizdar Cannes 2023'te en iyi kadın oyuncu ödülünü alırken söyledi. O bunları söylerken ülke yakıcı, eşitsiz bir seçim kampanyasının içindeydi. Sonucu gerilimle bekleyenlerin çoğunluğu kadınlardı ve kendilerini nasıl bir geleceğin beklediği konusunda haklı endişeleri vardı. Daha meclise girer girmez, yalnız kadınların sahiplendirilmesinden söz eden ya da kadınların narin oldukları için çalışmaya zorlanmaması gerektiğini bildiren ortodoks müslüman beyler- herkeste öfke yaratmıştı. Bu beylerin bir zamanlar dahil oldukları örgütün estirdiği şiddet ve dile getirdikleri düşünceler uzun yıllar herkesin kanını dondurmuştu. Onları meclise taşıyan süreç, zaten çoktandır kaybedilen makul'ü, maktul haline getirmek ve ölüsüne de çeşitli yerlerinden hançer saplamak demekti. Buna cesaret ettiler, sabahtan akşama terör diye zikir çekenler, terörün en saf biçimini meşrulaştırmayı başardılar. Gerçek suçları paranteze alıp, kendine bu alanda geniş yetkiler tanıyan iktidar, toplumsal huzuru yerle yeksan etmek için önüne gelene, kendisine itiraz edene iliştirdiği suç rozetiyle hapiste niye yattığını anlamadığımız bir kitle yarattı ve bu yolla herkesi bir biçimde sindirmeyi denedi.
Merve Dizdar'ın sözünü ettiği kızkardeşler gerçekten karanlık bir labirente benzeyen uzun yıllarda hiç sessiz kalmadı, öldürüldü, sokağa çıktı, gazlandı, hapse atıldı, bağırmaktan vazgeçmedi. Baskıcı rejimin karşısında neşesini ve mizahını hiç yitirmemiş bir havai fişek enerjisiyle durmayı başardı. Üç kişinin basın açıklamasının bile engellendiği kentlerde, onlar kalabalık bir halde sokaklardan aktı. Gerçekten de bir ümit ışığı gördüysek bu karanlık koridorda, kızkardeşlerin sayesinde mümkün oldu.
Henüz seçim sonuçlanmamıştı Dizdar'ın konuşmasını gördüğümde, kendime dedim ki, sonuç ne olursa olsun, zaten bir kazanmanın ya da yenilmenin çok uzağında bir yerde, başka bir hayat kurmak için, biz hiç durmayacağız ki. Önce sokakları alacağız ellerinden, tek biçimli bir eğitimle taştan bir blok haline getirilmiş kitlelerin içine daha fazla gireceğiz. Oradaki kadınlar anlar bizi, götürdüğümüz tabağı boş bırakmazlar, acı acıyı tanır, erkeklerin uzun eşek oyununa benzeyen siyasetini tam ortasından onlarla birlikte hamur tahtasıyla kıracağız. Biz durmayacağız, çocukların karnını doyurmamız, okula gidemeyeni okula götürmemiz gerekecek.
Biz durmayacağız diye yüksek sesle bağırınca, neşem yükseldi, uzun zamandır benden kaçan huzurum yeniden geldi. Bu uzun bir yoldu çünkü, kıyısına uğranmamış fabrikalar, yolundan geçilmemiş mahalleler, dertleşilmemiş kızkardeşler, birlikte temizlenmemiş evler vardı.
Biz durmayacaktık, dur dedikleri hiçbir zamanda durmadığımız gibi, seçimi kim kazanmış olursa olsun, tırnaklarımızla kazarak elde ettiğimiz varoluş hakkımızı kimseye teslim etmeyecek, bizimle uğraşanlara hayatı zehir edecektik. Bu konuda kadınlara büyük büyük ninelerinden kalan sağlam öğretiler vardır, sessizce uyum göstermek zorunda kaldığı zamanlarda ürettikleri, burnundan getirmek ve hayatı zehir etmek gibi yöntemlerin öğretileri. Hiçbir şey yapamasak bunları yapacağımız muhakkaktı, bu hafif reçetelerin dışında elbette daha sert önlemlerimiz de olacaktı. Bizimle başa çıkamazlar ise bundan sonra ekibimizin adıydı.
Biz durmayacaktık, kimse bize altın bir tepside sunmamıştı hayatı, hayatı ona kimsenin sunmadığı, kolaylaştırmadığı, sürekli çalışarak, didinerek olmayı öğrenmiş kadınlardan korkmayı öğretecektik herkese. En çok da kendini ayrıcalıklı ve her şeyin sahibi olduğunu sananlara. Bu ülke onlardan çok bizimdi, açlarını olmayan yiyecekle biz doyurmuştuk, ölülerine biz ağlamıştık, evlerini yaşanır hale biz getirmiştik, yapmayı bildiğimiz kadar yıkmayı da biliyorduk. Durmayacaktık, iki yumurtayı çırpamayan, kendi pantolonunu ütüleyemeyen bu beceriksiz adamların kurduğu düzenden mi korkacaktık.
Şimdi gerçek bir karşılaşmaya hazır olunuz! Buradayız, bir yere gitmiyoruz, evlere girmiyoruz, düzeninizi tanımıyoruz! Sokakları geri alana kadar, maktul haline getirdiğiniz makul kendi biçimine dönene kadar, kendi yasalarınıza uymayı öğrenene kadar, hapisteki arkadaşlarımızı geri alana kadar durmayacağız!
Süreyya Karacabey: Adana'da doğdu. 1992'de Ankara Üniversitesi DTCF Tiyatro Bölümü'nden mezun oldu. Yüksek Lisans ve doktorasını aynı bölümde yaptı. Dramatik Yazarlık, Epik Tiyatro, Geleneksel Türk Tiyatrosu, Ortaçağ Tiyatrosu, Radyo Oyunu Yazarlığı derslerini yürüttü. 2010 yılında doçent ünvanını aldı.2017 yılına kadar çalıştığı bölümden 6 Ocak 2017 KHK'sıyla atıldı. Modern Sonrası Tiyatro ve Heiner Müller, Brecht'ten Sonra ve Gündelik Hayata Direnmek kitapları ve çeşitli dergilerde yayınlanmış yazıları vardır.