Ragıp Duran
Hariciyenin sefaleti/Sefaletin hariciyesi
Ben mektepten mezun olurken, yıllıkta benim için ‘’Gelecekteki Paris Büyükelçisine şimdiden başarılar dileriz’’ gibi bir cümle yazmışlardı bizim çocuklar. O tıfıl halimle büyüyünce sefir olmayı düşlüyordum. Aslında o zamanlar diplomasiden çok edebiyatla ilgilenirdim. Yahya Kemal’den Pablo Neruda’ya kadar çok sayıda edebiyatçı da büyükelçilik yapmıştı. Bir de ‘’Büyükelçilik, yurtdışında devlet parasıyla ense yapmaktır’’ deyişi cezbetmişti beni. Kitap okuyacaksın, sinema, tiyatro, konser ve müzelere gideceksin. Gel keyfim gel... Biraz aklım başına gelince, benden Büyükelçi olamayacağını kavradım. Ya da benim Büyükelçisi olabileceğim bir devletin henüz kurulmadığını gördüm.
Yine de en çok gazeteci ve diplomat anısı okumuşumdur. Çünkü anı kitapları, içten ve gerçekçi bir şekilde kaleme alınırsa, bilimsel inceleme ve araştırmalarda bulunamayacak önemli bilgi ve tahliller içerebiliyor. İlgilendiğiniz konularda yayınlanmış ciddi, bilimsel yayınların yanısıra anı kitapları, ufkumuzu genişletir, bilgimizi artırır, tahlil yeteneğimizi yükseltir.
Yıllar önce, Feridun Cemal Erkin’in Türk Tarih Kurumu yayınlarında çıkmış 3 ciltlik ‘’Dışişlerinde 34 yıl’’ başlıklı anılarını okuduğumu hatırlıyorum. Son yıllarda belleğimde kalmış üç kitap var: Esat Cemal Paker’in ‘’Kırk Yıllık Hariciye Hatıraları’’, çünkü Paker hem Osmanlı hem de Cumhuriyet döneminde diplomatlık yapmış bir zat. Diğer iki kitap, şahsen tanıma şansına da ulaştığım Tanşuğ Bleda’nın ‘’Maskeli Balo’’ kitabı ile Yalım Eralp’ın bilhassa ilk bölümü zengin bilgiler içeren ‘’Perdeyi Aralarken - Bir ‘Monşer’in’ Hatıratı’’ başlıklı eseri. Bu son iki kitabın iki ortak özelliği, Hariciye’nin resmi çizgisini de somut olarak değerlendirme ve eleştirme cesaretinde bulunması. Ayrıca da mizahtan nasibini almış şahsiyetler tarafından yazılmış olması.
Ayrıntıya girmenin yeri şimdi burası değil. Ama merkeze rapor yazar gibi hatırat yazan diplomat anıları da okudum. Benim okuduğum anıların hepsi emekli büyükelçiler tarafından kaleme alınmış kitaplardı. Ama yazarlar tekaüt maaşı almalarına ve artık daireye hiç gitmemelerine rağmen, hala bakanlıkta çalışıyor gibi düşünüp yazmışlardı. Bir de turist rehberliğine özenen hariciyeci anıları hatırlıyorum. Gittiği kentleri, yediği yemekleri, içtiği içkileri anlatangiller. Hepsi de yabancıların Türkiye’yi çok sevip takdir ettiğini yazmayı ihmal etmez.
Bu uzun girizgâhtan sonra gelelim şimdi Aydın Selcen’in ‘’Gözden Irakta’’ kitabına. Yazar Artı TV programcısı ve tanıdığım olduğu için yazmıyorum, Aydın yakın dönemde Hariciye’nin çöküşünü ve çıkmazlarını bizzat kendi yaşadığı, bildiği somut olaylara dayanarak çok iyi anlatıyor. Siyasi iktidarın ‘’Monşer’’ düşmanlığını, bakanlığı kendi çapsız ve beceriksiz kadroları ve yönetimi ile nasıl yozlaştırdığını bir bir yazıyor. Merkezden sonra Stockholm, Washington, Cezayir ve Irak’ta geçen 20 yıllık meslek hayatının en kayda değer olaylarını aktaran Selcen, resmi ideolojiyi üstelik alternatif üreterek eleştirirken, canlı, dinamik hatta gırgır sayılabilecek diplomatik günlerinden olay ve anekdotları aralara güzelce yerleştirmiş. Hariciye-Siyaset-Askeriye üçlüsü ve aralarındaki ilişkiler, kitapta anlatıldığı şekilde gerçekten vahim.
Türkiye’nin en önemli sorunu olan Kürt Meselesini, Bakanlıktan istifa edene kadar devletin gözünden ya da uygulamalarından daha sonra da kendi bağımsız görüşleri çerçevesinde tahlil eden Selcen, hem Erbil hem de Ankara’da ayrıca da Washington’da Irak/Kürt dosyasıyla ilgilendiği için konunun önemli ve gerçekten bağımsız nadir uzmanlarından biri. Aydın, bugün bu alandaki uzmanlığını yazılarında ve Tv programlarında da sergilemeye devam ediyor.
Kitapta benim özel olarak hoşuma giden üç bölüm var: 8 sayfalık olağanüstü derin bir Ahmet Davudoğlu portresi (Ayrı basım yapılmalı ve Davudoğlu’nun yeni partisinin Manifestosunun yanısıra Bonus olarak bedava dağıtılmalı!) , 5 sayfalık bir Diplomasi ve diplomat tanımı (Bakanlığın eğitim kurslarında okutulmalı) nihayet ‘’Parken’’ başlıklı 15 sayfalık Galatasaray taraftarlığı (Çerçevelenip Ali Sami Yen’deki müzeye konmalı) öyküsü...
262 sayfalık kitap (İletişim Yayınları), meraklısı için bir oturuşta sayfaları yutup okunacak bir eser.
Bilmezdim, Aydın’ın üst düzey kaliteli, zengin ve kıvrak üstelik de ciddi edebi bir uslubu var. Kelimeleri iyi seçiyor, cümleyi güzel kuruyor, derdini kıyak anlatmış.
Her güzelin bir kusuru vardır. Ben Aydın’ın kitabında üç noktaya takıldım:
Kitabın galiba 3-4 makalesi daha önce yayınlanmış yazılar olduğu için bir kaç yerde tekrarlara düşülmüş. Editörün de gözünden kaçmış anlaşılan. Ben bu tekrarlara rastladığımda acaba baskı sırasında yanlışlık olmuş, bazı sayfalar iki kez mi basılmış diye, sayfa numaralarına baktım da...
Yazarın yarattığı hayali Gündüz Gerçeker kahramanı aslında şeker bir adam. Ben sanki tanıyorum Gündüz’ü. Anlattıkları da ilginç, hoş, gıgır şeyler. Ama bence sanki Gündüz’ü başka bir kitaba saklamak daha iyi olurdu. Ben öyle soğanlı, maydanozlu çoban salatasını sevmem. Söğüş domates salatalığı tercih ederim. Demem o ki, somut olguların aktarılıp tahlil edildiği bölümlerin arasına bu kurgu metinler çok iyi oturmamış.
Nihayet, siyasi bir değerlendirme: Aydın, Neçirvan Barzani konusunda olumlu/olumsuz nitelikler dengesinde ayarı tam tutturamamış sanki. Yazar gibi Kürt meselesini hem çok iyi bilen hem de hiç bir aktörle organik ilişkisi bulunmayan bir araştırmacı, Kürt dünyasının her yerinde aynı şekilde ağırlanmayan bir lider için de eleştirel olabilirdi.
Gerçi bu kadar kusur, kadı kızında da olur. Aydın’ın emeğine, aklına ve kalemine sağlık.