Celal Başlangıç
Hazin bir macera; Kürt fobisinden İdlib bataklığına…
Tarifesi bile belli…
Yaralananlara 15 bin Türk Lirası…
Yaralanarak engelli hale gelenlere 30 bin Türk Lirası…
Ölenlerin yakınlarına; 60 bin Türk Lirası, Türkiye Cumhuriyeti yurttaşlığı ve Türkiye topraklarında bir ev…
Tanıkları da var. İsim isim yazılmış anlattıkları.
Örneğin Afrin’de hayatını kaybeden üç kişinin akrabalarına 60’ar bin Türk Lirası verilmiş; sınıra yakın bir kasabada parmak izi ve belgeler karşılığında…
Maamoun Şaban 19 yaşındaki oğlunu yitirmiş.
"Türk kardeşlerimiz bize çok yardım ediyor. Bize vatandaşlık ve Türk topraklarında ev sözü verdiler."
Malak al-Sweid 30 yaşında. Eşi Afrin’de bir mayına basarak yaşamını yitirmiş ÖSO savaşçısı.
Eşinden kalan 500 Türk Lirası maaşı almaya devam ediyormuş. Söz verilen Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlığı gerçekleşir gerçekleşmez Türkiye’de verilen eve taşınacakmış.
Reuters Ajansı’nın bu unsurları içeren önceki günkü haberi bölgedeki muhabiri Khalil Ashawi'nin imzasını taşıyordu.
Bu haber üzerine İYİ Parti Genel Başkan Yardımcısı Aytun Çıray "Bu iddialar Türkiye’yi uluslararası hukuk önünde zor duruma düşürecek kadar vahimdir" diyerek Cumhurbaşkanı Yardımcısı Fuat Oktay ve Milli Savunma Bakanı Hulusi Akar’ın yanıtlaması istemiyle bir soru önergesi verdi TBMM’ye.
Çıray’ın soruları daha çok Türkiye’nin iç politikasını ilgilendirecek tarzda ama bu sorulara verilecek yanıtların uluslararası hukuk açısından suç sayılacak sonuçları var.
- Özgür Suriye Ordusu militanlarına Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlığı verilmiş midir? Kaç ÖSO militanına ve ailesine Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlığı verilmiştir?
- ÖSO militanlarının eğitim, donanım, ikmal ve iaşeleri için ne kadar para harcanmıştır?
- ÖSO militanlarına bugüne kadar maaş ve sosyal güvence imkanı sağlanmış mıdır? Sağlandıysa bu tutar ne kadar TL’dir?
- ÖSO militanları sağlık hizmetlerinden faydalanmış mıdır? Faydalandılarsa hizmetlerin tutarı güncel rakamlarla kaç TL’dir?
- ÖSO militanları veya ailelerinin ikamesi için konut kiralamış ya da satın alınmış mıdır? Şayet bu imkanlardan herhangi birisi sağlandıysa kaç adet konut sağlanmış ve bunun güncel rakamlarla devlete hazinesine olan maliyeti kaç TL’dir?
Bütün var olan olgular bir gerçeği apaçık biçimde gösteriyor.
Birincisi, bırakın daha önce IŞİD ve benzeri örgütlere verilen desteği, MİT TIR’larında yakalananları, Türkiye sınırları içersinde bir Özgür Suriye Ordusu besliyormuş ve Afrin harekatı başlayınca böyle bir ordu Türkiye sınırları içersinden çıkartılıp bölgeye Türk Silahlı Kuvvetleri’nin önünde sevk edildi.
Yani Türkiye, Türk Silahlı Kuvvetleri’nin yanı sıra kendi sınırları içersinde komşu bir ülkenin yönetimini devirmek üzere başka bir orduyu eğitiyor, silahlandırıyor ve besliyormuş.
Hatta, dolara karşı Türk Lirası hızla değer kaybederken, yedi yıldır iç savaş yaşayan Suriye’nin parası daha fazla değer kazanmıştı. Bu nedenle Türkiye’nin maaşa bağladığı cihatçılar asker maaşlarını Türk Lirası olarak almaktan yakınmışlar, sonunda "Bize hiç değilse TL olarak değil, Suriye lirası olarak maaş verin" demek zorunda kalmışlardı.
Yani ortada şu gerçek var ki Türkiye, Şam rejimine karşı savaşan cihatçıları maaşa, ailelerini tazminata bağlamıştır.
Yani AKP iktidarı komşu bir ülkede iktidarı devirmek için cihatçı çeteleri maaşa ve tazminata bağlamıştır.
Bu ulusal ve uluslararası hukukta büyük bir suçtur ve Erdoğan’ın bu konudaki dosyası giderek kabarmaktadır.
Bu noktada sorulacak en önemli soru şu; Türkiye’nin AKP iktidarı ve ortağı Ergenekon bu "savaş suçu"nu işlemeyi neden göze aldı?
Bu sorunun tek bir yanıtı var; Kürt fobisi…
Türkiye, Suriye bataklığına Kürt fobisi nedeniyle girdi ve o bataklığa saplandığı en tepe nokta şu anda İdlib’tir.
Rusya’nın İdlib’te kurduğu büyük kapana Türkiye yakalandı. Sonuç olarak Tahran Zirvesi’nin Erdoğan açısından büyük bir fiyaskoyla sonuçlanmasının en temel nedeni Kürt fobisidir.
Erdoğan’ın, Tahran Zirvesi’nde İdlib’teki eli silahlı cihatçı çetelerinin savunucusu durumuna düşmesinin nedeni de aynı fobidir; Kürtler…
Türkiye’yi yönetenler bu Kürt fobisi yüzünden öylesine gözlerini kararttılar ki uluslararası hukuk açısından suç sayılan bütün eylemleri icra ve itiraf ettiler.
Örneğin Yeşilköy’de bir otelde 29 Kasım 2016’da düzenlenen Parlamentolar Arası Kudüs Platformu Kudüs ve Sürecin Problemleri Sempozyumu’nda işlediği "savaş suçu"nu itiraf ediyor Erdoğan:
"En sonunda Suriye’ye ÖSO ile beraber girmek zorunda kaldık. Devlet terörü estiren, zalim Esed’in hükümdarlığına son vermek için biz oraya girdik."
Yani sonuç olarak Erdoğan’ın itirafı da eklenince toplam bilgiler şunu bize anlatıyor ki; Türkiye sınırları dahilinde bir ordu besledi, eğitti, donattı, maaşa bağladı, savaşçılara ve geride kalanlara sosyal güvence, maaş, Türkiye topraklarında bir ev ve Türkiye Cumhuriyeti yurttaşlığı vaat ederek 21. yüzyılda görülmemiş bir savaş suçu işledi.
İnanmıyorsanız Birleşmiş Milletler’in belgesindeki iki cümleye bakın:
"Her devletin, başka bir Devletin toprağına saldırı amacı taşıyan, ücretli askerler de dahi olmak üzere, düzensiz güçler ya da silahlı grupları örgütlemek veya örgütlenmelerini teşvik etmekten kaçınma yükümlülüğü vardır.
"Her Devlet, bir başka Devletin içindeki sivil mücadele hareketleri ya da terörist hareketleri örgütlemek, kışkırtmak, bunlara yardımda bulunmak ya da bunların içinde yer almaktan ya da bu tür hareketlerin yürütülmesine yönelik olarak kendi toprakları içinde yürütülen örgütlü etkinliklere rıza göstermekten, bu paragrafta sözü edilen hareketler güç tehdidi ya da güç kullanımı içerdiği zaman kaçınmakla yükümlüdür."
Erdoğan iktidarının gerek Tahran Zirvesi’nde rezil olmasının, gerek Suriye politikasında duvara çarpmasının, İdlib’te Rus kapanına bütün vücudunu kaptırmasının tek nedeni Kürt fobisidir.
Erdoğan iktidarının tek derdi Kürtlerin Suriye’de bir statü elde etmesini engellemektir. Yoksa Türkiye’de bu kadar ağır Kürt sorunuyla yaşaması daha da zorlanır.
Bütün bu yaşananların kısa özeti şudur ki; Kürt fobisinden Suriye’de savaş suçu işleyen, İdlib’te bataklığa sürüklenen Erdoğan Türkiyesi'nin hazin macerasıdır.