Doğan Özgüden

Doğan Özgüden

Haziran'ın kiraz, isyan ve hüzün günleri...

24 Haziran, doğup  büyüdüğümüz toprakları 47 yıl sonra yeniden görme umudu veren bir ışık huzmesiydi. Yine olmadı... Yıkıldık mı? Hayır! Biliyoruz ki, kavga sürüyor!

Her yıl olduğu gibi, ıhlamur ağaçlarının o baş döndürücü kokusunun her yanı sardığı günler Brüksel'de de geldi çattı… Eskilerin tabiriyle bu güzelim rayihayı müzmin bronşit sabıkalısı ciğerlerime çekmek için kendimi Josaphat Parkı'na atıyorum.

24 Haziran… Türkiye insanı sandık başında… Türkiye'nin Belçika'daki göçmeni ise oy verme sırasını çoktan savmış, yaz tatiline erken giren bir kısmı çoktan uçaklarla, arabalarla sıla yolunda… Gidemeyenleri de parkın ıhlamur kokulu geniş alanlarında Schaerbeek Belediyesi'nin geleneksel "Kiraz Bayramı" coşkusunu paylaşmakta…

Geçen haftaki yazımda Türkiye'deki seçimlere ilişkin sormuştum: "25 Haziran sabahı bu 784 Bin Km2'lik zındana güneş doğacak mı?"

Brüksel'de hava güneşli, 25 Haziran'da da öyle… Ya Türkiye?

Sandıkların açılıp oyların sayılmasına daha saatler var… Kiraz Bayramı kutlamalarının yoğun olduğu, asırlık ağaçların gölgesindeki parkın merkez alanına dalıyorum… Podyumdaki müzik topluluğundan coşturucu melodileri yükseliyor.

Ve de bayramın en heyecan verici olayı, çekirdek tükürme yarışı… Meydanın bir yanında hevenklerle kiraz, içecek servisi yapılan masalarda Belçika'nın ünlü kiraz birası kriek yudumlayanlar, orta yerdeki bir pistte sıraya dizilmiş, ağızlarına attıkları kirazın çekirdeğini en uzağa tükürerek alkışlanmak için sabırsızlıkla sıra bekleyen yarışmacılar… Aralarında daha sonra Türk medyası tarafından beşinci olduğu açıklanan Türk kökenli bir belediye başkan yardımcısı da var!

Görüntüleri ıhlamur ağaçlarının saldığı nefis koku ve hevenklerdeki kirazların kızıl güzelliğiyle bağdaştıramadığım için alandan hızla uzaklaşıp Schaerbeek'in ara sokaklarını arşınlıyorum…

Arşınlarken de Yves Montand'ın sesinden yüzlerce defa dinlediğim Paris komüncülerinin türküsü Kirazlar Zamanı'nı mırıldanıp duruyorum… Sözlerini Jean Baptiste Clement'ın 1866'da yazdığı, Antoine Renaud'nun da 1871'de bestelediği türkü, isyan ve direnişin en zor günlerinde dahi dillerinden düşmemiş komünar'ların…

Halsiz bacaklarım nedense beni Schaerbeek'in hayli uzaktaki Jean Jaurès Caddesi'ne sürüklüyor. Neden? Bir hafta kadar önce Info-Türk sayfalarında Schaerbeek'in tarihiyle ilgili önemli bir belgeye yer vermişim… Savaşa karşı çıktığı için 1914'te katledilen sosyalizm ve barış davasının ünlü siması Jaurès'in, ölümünden yıllarca önce, 1902 yılında Brüksel'in Schaerbeek Belediyesi'nde,1895 Ermeni soykırımı konusunda düzenlenen uluslarası bir toplantıya katılarak adaletin tecellisini isteyen tarihi bir konuşma yaptığı pek bilinmez.

Konuşmayı aynen yayınlarken de not düşmüşüm: "İşte Jean Jaurès'in 116 yıl önceki tarihi konuşması...  Ne yazık ki bu konuşmadan 13 yıl sonra, 1915'de Osmanlı İmparatorluğu'nda Ermeni halkı ikinci kez soykırım ve tehcir kurbanı olacaktı…"

Dahası, yüzyıl sonra da, tıpkı Türk yoğunluğu olan tüm Belçika belediyeleri gibi Schaerbeek'te de belediye meclisi koltuklarını 1915 soykırımını inkar eden Türk üyeler işgal edecekti.

Jean Jaurès caddesini de hızla arşınladıktan sonra Kirazlar Zamanı'nı Yves Montand'ın kendi sesinden dinlemek için hızla eve dönüyorum.

Dönerken sadece Paris Komünü'nü değil, Ermeni Soykırımı'nı değil, 50 yıl öncesinin Haziranı'ndaki 68 uyanışını, 48 yıl öncesindeki Türkiye işçi sınıfının tarihsel 15-16 Haziran başkaldırısını, beş yıl öncesinin Haziran'ındaki kitlesel Gezi Direnişi'ni, Berkin Elvan'ları düşünüyorum.

Eve döndüğümde, sağlık sorunları nedeniyle pek sokağa çıkamayan İnci'ye kiraz çekirdeği tükürme yarışını anlatıp midesini bulandırdıktan sonra, "Seçim sonuçlarının açıklanmasını beklerken Les Temps des Cérises'i dinleyelim... Yves Montand'dan..." diyorum... "Ardından da dokumacıların isyan türküsü Les Canuts'yü ve de İtalyan partizanlarının Bella Ciao'ını..."

Ve nihayet akşam üzeri televizyon ekranlarına Türkiye seçimlerinin ilk sonuçları düşüyor, belli ki her seçim akşamının ilk saatlerinde olduğu gibi iktidardan yana abartılı: Tayyip nerdeyse yüzde 60'larda... AKP ha keza! Daha da vahimi, CHP ve seçim ortağı diğer iki parti tarafından ittifaktan dışlandığı için yüzde 10 barajını aşması tehlikedeki HDP'nin yüzde 6'larda görünmesi.

Yarım yüzyılı aşan deneylerimizle biliyoruz ki ilerleyen saatlerde tüm sonuçlar gelince Tayyip aşağı inecek, HDP de mutlaka yukarı çıkacak...

Kanaldan kanala sıçrayıp Tayyip'in yüzde 52'ye düştüğünü, HDP'nin ise yüzde 11'i bularak barajı aştığını, hele de zındandaki dostumuz Selahattin Demirtaş'ın siyaset sahnesine büyük dopingle sürülen "Kürtsüz siyasetin Madonnası" Meral'den daha yüksek oy aldığını gördükten sonra geçmiş günlere gidiyorum.

Cumhurbaşkanlığı seçiminde özgürlük ve demokrasi mücadelesinin gerçek temsilcisi, 68'lilerin adayı Demirtaş'a değil de, HDP'yi demokrasi ittifakından dışlayan CHP'nin adayı İnce'ye oy vereceğini ilan etmiş olanlar şimdi ne düşünmekte?

Tayyip'in ilk turda yüzde 50'yi aşamayıp da ikinci tura kalması halinde İnce'ye oy verilmesinden daha doğal bir şey olamazken, daha birinci turda Demirtaş aleyhine böyle bir tercih yapılması neyin nesiydi?

Bu buruk düşüncelerden bir nebze uzaklaşıp Brüksel'in Türk yoğunluklu mahallelerinde ne olup bittiğini yokluyorum. Tayyip posterlerini, Türk bayraklarını, AKP ve MHP sancaklarını fora etmiş Belçikalı Türkler çoktan sokaklarda... Kıyametler kopuyor... Türk düğünleri sırasında ve Türk takımlarının galibiyeti sonrasında klakson konserli şamatalara alışmış polisler müdahale etmiyor... Sadece Heusden-Zolder'de ölçüyü kaçıran Tayyip fedailerinin polisle de çatıştığı haberleri geliyor...

Artık belli ki, 25 Haziran sabahı 784 Bin Km2'lik zındana yine güneş doğmayacak. Ya dünyanın dört bir tarafına dağılmış 3 milyon Türk seçmenin yüzde 59'unun Tayyip'e, yüzde 52'sinin de onun partisine oy verdiği diyaspora? Hele hele 142 bin Türk seçmenin yüzde 75'inin Tayyip'e, yüzde 64'ünün de onun partisine oy verdiği ve de Almanya, Hollanda, Fransa, Avusturya gibi ülkeler…

Bu kasvet içindedir ki seçimden iki gün sonra Belçika Parlamenterler Evi'nde, Afrin işgaline karşı oluşturduğumuz  SOS Turkey kampanyasının seçim sonuçlarını değerlendirmek üzere organize ettiği bir yuvarlak masa konferansında, Kürt, Ermeni ve Alevi arkadaşlarla birlikteyiz... Ve de Türkiye'nin demokratikleşmesi mücadelesine özveriyle katkıda bulunan Belçikalı dostlar...

Soruyorlar: "24 Haziran'da gerçekten ne oldu? Şimdi neler bekleniyor?"

Yanıtlıyorum:

24 Haziran'da olup biten çok açık: Ülkeyi 16 yıldır demir yumrukla yöneten Recep Tayyip Erdoğan oyların yüzde 52'sini alıp geçen seneki anayasa değişikliğiyle tanınan sınırsız yetkilerle de donanarak diktatörlüğünü pekiştirmiş bulunuyor.

CHP'nin adayı İnce, çok iddialı populist nutuklarına ve kitlesel mitinglerine rağmen, Erdoğan'ı yenmek şöyle dursun, 20 puan gerisinden nal topladı. Diğer dört başkan adayından Akşener, Karamollaoğlu ve Perinçek ise siyasetin parlamenter sahnesinde yoklar...

Başkanlık yarışının öne çıkan tek adayı, Edirne zındanındaki hücresinden kampanya yürütmek zorunda kalmasına, kitlelerle ilişki kurmasının engellenmesine rağmen yüzde 8.2 oy alarak bol reklamlı Akşener'i de geride bırakan HDP liderlerinden Selahattin Demirtaş...

HDP'ye gelince, liderinin, birçok milletvekili ve yöneticisinin hapiste bulunmasına, CHP'nin başını çektiği muhalif partiler ittifakından dışlanmış olmasına ve yüzde 10'luk barajı aşamayarak tüm milletvekillerini AKP'ye kaptırma tehlikesine rağmen, örnek bir seferberlikle 67 milletvekilliği kazanarak MHP ve İyi Parti'nin de önünde yeni Millet Meclisi'nin üçüncü büyük partisi olmayı başardı.

Evet, İnce'nin de kutlama gönderek teslim ettiği gibi, Erdoğan başkanlık seçimini kazandı, ama bu zafer Meclis'in yeni sandalye dağılımıyla şimdiden gölgelenmiş durumda...

Devletin ve iktidarın hizmetindeki büyük medyanın sağladığı tüm propaganda olanaklarını kullanmış olmasına rağmen AKP Meclis seçimlerinde oyların sadece yüzde 41,4'ünü elde edebildi. Oysa 1 Kasım 2015 seçimlerinde bu partinin oy oranı yüzde 49.5'tu. İşte partisinin bu büyük oy kaybı Tayyip'in "zafer"ini neye borçlu olduğunu net şekilde ortaya koyuyor.

Tayyip yüzde 52 oyu seçim öncesi MHP ile "Cumhur İttifakı" yapmış olmasına borçlu... Bu ittifak sayesinde yüzde 52 oy toplayan Erdoğan'ın kendi partisi AKP seçmenlerinden alabileceği oy sadece yüzde 42'ydi.

Eğer MHP ile ittifak yapmamış olsa ve de cumhurbaşkanlığı seçimlerine MHP kendi lideri Devlet Bahçeli'yi aday göstererek katılmış olsaydı, hiç kuşku yok ki, Tayyip oyların sadece yüzde 42'sini alabilecek ve ikinci turda CHP adayı Muharrem İnce ile yarışmak zorunda kalacaktı.

İşte bu yüzdendir ki, o göklere çıkartılan seçim zaferine rağmen, Erdoğan MHP'nin desteği olmaksızın "süper başkan"lık dönemi için öngördüğü projelerinden hiçbirini gerçekleştiremeyecek.

Hele hele bu "süper başkan"lığını anayasadaki değişikliklerin verdiği olanaklarla sadece cumhuriyetin 100. yıldönümü olan 2023'e değil, hatta ömrü vefa ederse 2028 yılına kadar uzatma hayalleri içindeyse, Erdoğan'ın MHP ile cürüm ortaklığını sürdürmekten, ona her istediği ödünü vermekten başka çaresi yok.

Evet, 24 Haziran seçimlerine rağmen Türkiye hâlâ 784 Km2'lik bir hapishanedir. Avrupa Konseyi üyesi ve Avrupa Birliği üyeliğine aday bu ülkede hâlâ olağanüstü hal rejimi hüküm sürmekte, insan hakları savunucuları, Kürt siyasetçileri, gazeteciler, üniversiteretim üyeleri, sanatçılar sudan nedenlerle tutuklanmakta ve hapislerde çürütülmekte...

24 Haziran sonrası Türkiye'nin gündeminde bugün bir yandan AKP'nin, diğer yandan MHP'nin egemenliği altında bir dikta rejiminin resmileştirilmesi ve yapılandırılması için Erdoğan ile Bahçeli arasında sürdürülen kirli pazarlıklar var.

Erdoğan başkanlık "zafer"ini Bahçeli'nin feragatına borçlu olduğuna ve AKP Meclis'te tek başına mutlak çoğunluk sağlayamadığı için belli yasaların geçirilmesinde MHP'nin 49 milletvekilinin oyuna muhtaç bulunduğuna göre, TC Devleti'nin perde arkasındaki gerçek patronu, muhalif medyada sık sık söylenir olduğu gibi "yönetenin yöneteni" Bahçeli olacaktır.

Kirli pazarlıklarının tezahürlerini önümüzdeki günlerde bakanlıkların, üst düzey bürrokratların ve hakimlerin belirlenmesinde daha net olarak göreceğiz.

Bitirirken, 142 bin Türk seçmenin yüzde 75'inin Tayyip'e, yüzde 64'ünün de onun partisine oy verdiği Belçika özeline ilişkin bir vurgulama...

Bu sonuç TC diplomatik misyonlarının, Türk Diyanet Vakfı'nın, onun emrindeki Türk camilerinin, Türk-İslam sentezinin emrindeki milliyetçi ve islamcı Türk derneklerinin, Türkçe yerel medyanın da desteğiyle göçmen kitlesine uyguladıkları beyin yıkama göz önünde tutulduğunda hiç de şaşırtıcı değil.

Ancak TC diktasına bu teslimiyetin Belçika açısından son derece endişe verici bir yanı var. Avrupa Birliği'nin merkez kurumlarını barındıran bu ülkede önümüzdeki Ekim ayında belediye seçimleri, gelecek yılın Mayıs ayında da federal ve bölgesel parlamentolarla birlikte Avrupa Parlamentosu için de seçim yapılacak. Ve de en azından Belçika vatandaşı olmuş 100 bin'i aşkınTürkiyeli bu seçimlerde oy kullanacak.

AKP-MHP diktasının bu ülkedeki Türk göçmen kitlesi üzerindeki etki ve kontrolü göz önünde tutulduğunda, Belçika siyasal partileri, en solcusundan en sağcısına, özellikle Türk göçmenlerin yoğun olduğu kent ve belediyelerde aday listelerinin seçiminde ne yapacak?

Yıllardır federal ve bölge meclislerine, belediye meclislerine Türk seçmenlerin tercih oylarıyla girmiş olan soykırım inkarcısı ve Tayyip destekçisi Türk kökenli siyasetçilere bu partilerin listelerinde yine yer verilecek mi?

Soru yakıcı... Yanıtını bir iki ay içinde göreceğiz.

Ve de son birkaç kelime:

İnci'yle birlikte sürgünümüzün 47. yılındayız... 24 Haziran, doğup  büyüdügümüz toprakları 47 yıl sonra yeniden görme, havasını teneffüs etme umudu veren bir ışık huzmesiydi.

Yine olmadı... Hüzünlüyüz...

Yıkıldık mı? Hayır!

Biliyoruz ki, kavga sürüyor ve bu kavgada ömrümüz ve sağlığımız elverdiğince biz de varız!

 

Önceki ve Sonraki Yazılar
Doğan Özgüden Arşivi