Süreyya Karacabey

Süreyya Karacabey

Her şeyi anlama(ma) kılavuzu

Aileye karışılmazmış, bal gibi karışılır. İçinde kadın ve çocuk öğütülen mekanizmalara karışmak bir insanlık görevidir, diğeri bu çağın kimsenin birbirine dokunmadan yaşama düsturunun bir sonucudur ve kesin bir dille reddedilmelidir.

Haber vertigosu diye bir şey yaşıyorum, bütün haberler kafamın içinde dönüyor, bir süre sonra başım da dönmeye başlıyor. Yaygınmış, ortalama birkaç yüzyılda sindirilebilecek olaylara günlük maruz kalışın yan etkisiymiş. Öldürmezmiş ama iflah da olunmazmış. Çocukken kendi etrafımızda dönmeyi oyuna çevirirdik ya, sonra baş dönmesini durdurmak için iki tur da ters yöne döner, bu saçma oyunu bitirirdik.

Burada öyle yapmak da mümkün değil, kafanızın içinde dönen haberlerin sırasını değiştirseniz de bir şey fark etmiyor, ben hayvan videolarını araya koyup ters tur yapmaya çalışıyorum ama bu defa da öteki haberlerdeki feci olaylar, o sevimli hayvancıkların görüntülerine karışıp orayı da bozuyor. Bu haber vertigosunun zorunlu sonucu ayar kayması: İnsanlar bu deli saçması olayların ortasında durup güzel güzel açıklamalar yapmaya çalışıyorlar, en sık kullanılan kalıp, “aa tabii şunu da anlamak lazım.” Akıllı bir yazarımızın, işitenin yarım yüzyıl kendine gelemeyeceği bir olaya ilişkin, “ama tabii sosyolojik olarak bunu da anlamak lazım” dediğine tanık oldum.

Bu bir form, epeydir moda, girizgahı muhakkak bir anlayışla esnetmek ondan sonra eleştirmek gerekiyor, yoksa sizi toptancı ilan ediyorlar. “Tabii tabii o başka bir hayat biçimi, oradan bakmak lazım”, “saygı duymak lazım”, biçiminde çeşitlemeleri mevcut. Her şeyi anlamaya çalışmak denilen bu üst yaklaşım, zihinleri bulanıklaştırmış durumda; şu yüce gönüllüğe bakar mısınız, nasıl anlıyoruz herkesi.

Bununla ilgili ilk kuramsal kitaplar çevrilmeye başladığında bir müddet, çok iyi noktaya geldiğimizi sanmıştık, yargılamadan başkasını anlamanın incelikli yoluna girdik, heyyooo artık rafine topluluklar haline geleceğiz diye. Dediğim gibi bir müddet. Sonra bir baktık, başka bir homojenliğe patikadan ulaşan bu yolda, berbat bir değişmezlik duası, şeyleri ve grupları olduğu gibi bırakmak türünden bir eğilim ve gezegene hiçbir faydası dokunmayan şeylerin kendiliğine karşı bir düşkünlük var.

Her şeyi olduğu gibi kabul etmenin bu abartılı akrabasını evde ağırlamak istemiyorum, kapıda durmasından da hoşnut değilim, şeylere şey gibi davranmaktan ve mümkünse anlaşılacak bir tarafı kalmamış inançları ve pratikleri pek nazik olmayan bir biçimde uzaklaştırmaktan yanayım.

Uzun zamandır sosyal bilimcilerin önemli bir bölümü gözüme, tıpkı tayin edildikleri taşranın baskısından yılmış, alternatif üretemediği için beladan erdem çıkarma yarışına girmiş figürler olarak görünüyor.

Değişimden ümidini kesmiş, bir topluluğun küresel düzlemde yeniden inşası için gerekli bütün bilgileri bir tarafa bırakmış, sistem olumsuzlamasını Hegelyen ilan ederek unutmuş ve çarkın kusursuz işleyişine yaptığı teorik katkıyı, bilimsel çalışma olarak önümüze koymuş bu arkadaşları da evde istemiyorum.

Anlamam için önüme konulan pek çok bilgiyi de anlamak istemiyorum. Değişsin istediğim bir dünyayı, olduğu halde sabitlemek isteyenlere herhangi bir yerinden katkı sunmak, kadınlara ve çocuklara hayatı cehennem eden insanları, herhangi bir yerinden tanımak istemiyorum. Doğrunun bu derece göreli olduğu kanısında hiç değilim, insan topluluklarının ortak yaşayışına ait binlerce yıl öncesinden kalma kodlar var, komün köy toplulukları, ortak hasat ve çocuklara hep birlikte sahip çıkan toplum örnekleri var, üstelik vahşi denilen zamanlarda.

KOLEKTİF SORUMLULUĞU YENİDEN ÇAĞIRIYORUM

Şu modası geçmiş kolektif sorumluluğu yeniden çağırıyorum, yaşadığımız yerin zamanın bize yüklediği sorumluluk, hoşumuza gitmeyen hayatlara arkamızı dönmemizi engellemek zorunda. Bunları ayrıştırdığımız için bu haldeyiz, herkesi kendi dünyasında yalnız bıraktığımız için. Üstelik bu ayırma işlemini, üstün bir “başkasına karışmama” jestiyle yaptığımız için sadece som kayıtsızlıklar üretmeyi başardık, başka bir şey değil.

Üstüme vazife olmayan her şeye burnumu sokmayı, içinde hayatların karartıldığı mikro yapılara cepheden dalmayı ve ortak iyi için yapılacak bir mücadelede kimseyi gözden çıkarmayacağımızı haykırmak istiyorum. Aileye karışılmazmış, bal gibi karışılır. İçinde kadın ve çocuk öğütülen mekanizmalara karışmak bir insanlık görevidir, diğeri bu çağın kimsenin birbirine dokunmadan yaşama düsturunun bir sonucudur ve kesin bir dille reddedilmelidir.

Haber vertigosu, ters haber turuyla iyileşmeyecek ama cesur bir tutumla işittiğimiz şeylere uzlaşmadan tepki verdiğimizde düzelecek. Senin çocuğun beni ilgilendiriyor kardeşim diyeceğim, onun mutsuzluğu benim de mutsuzluğum. Kapandığın dehlizleri böyle dağıtacağım, onlar için güvenli bir sığınak inşa etmek boynumuzun borcu olsun. Ve hayat diye örgütlediğiniz cehennemi hiçbir dilde anlamayacağım.


Süreyya Karacabey: Adana'da doğdu. 1992'de Ankara Üniversitesi DTCF Tiyatro Bölümü'nden mezun oldu. Yüksek Lisans ve doktorasını aynı bölümde yaptı. Dramatik Yazarlık, Epik Tiyatro, Geleneksel Türk Tiyatrosu, Ortaçağ Tiyatrosu, Radyo Oyunu Yazarlığı derslerini yürüttü. 2010 yılında doçent ünvanını aldı.2017 yılına kadar çalıştığı bölümden 6 Ocak 2017 KHK'sıyla atıldı. Modern Sonrası Tiyatro ve Heiner Müller, Brecht'ten Sonra ve Gündelik Hayata Direnmek kitapları ve çeşitli dergilerde yayınlanmış yazıları vardır.

Önceki ve Sonraki Yazılar
Süreyya Karacabey Arşivi