Hulusi Yahyagil ve Dersim faciası

Bediüzzaman’ın çok değer verdiği talebesi albay Hulusi Bey’in meşhur ‘facia’ ile ilgili hatıralarını sizlerle paylaşacağım.

Dün yani 26 Temmuz Hulusi Bey’in vefat yıldönümü idi. 1896 Elâziz doğumlu İbrahim Hulusi Yahyagil, Çanakkale Savaşı’na da katılmıştı. Isparta Barla’da sürgünde olan Said-i Nursi’yi nam-ı diğerle Seîd-i Kurdî’yi 1929 yılında yüzbaşı iken ziyaret eder ve eserleriyle tanıştıktan sonra da vefatına kadar Üstad’ının yolundan ayrılmaz. 1950’de askeriyeden albay rütbesiyle emekli olan Hulusi Bey, 1986 yılında yine memleketi Elâziz’de vefat eder. Türbesi Harput’tadır. Çok sevilip sayılan Hulusi Bey’in cenaze törenine Sünni-Alevi çok sayıda yurttaş katılmıştır.

Önce Bediüzzaman’ın çok değer verdiği talebesi albay Hulusi Bey’in meşhur ‘facia’ ile ilgili hatıralarını sizlerle paylaşacağım:

Tarihte benzeri olmayan vahşetlerin yaşandığı Dersim Faciası’na bulaşmama adına o zamanki rütbesi olan binbaşılıktan ciddi ciddi istifa etmeyi düşünen talebesi Hulusi Bey aktarıyor:

"1938’de bizi ‘Dersim İsyanı’nı bastırmaya memur etmişlerdi.  ize verilen emir tek kelimeyle imha idi; "Canlı bir şey bırakmayın. Genç-ihtiyar, çocuk-kadın demeden imha edin!" "Bize gelen yazıda dehşetli bir ifade vardı. Aynen şöyle diyordu: ‘Dersim’e derhal gidilecek ve orada canlı varlık adına hiçbir şey bırakılmayacaktır. Parantez içerisinde "Bunlar içerisine her çeşit hayvan dahildir. Bunlara her çeşit ot ve buğday da dahildir." deniliyordu.

Ben kıta komutanıydım. En zor ve çetin vazifeyi bize verdiler. "Sen piyadesin, seni topla takviye etmek gerekir" dediler. Halbuki ben o zamana kadar bütün cephelerde silahlı düşmanla savaşmıştım. Bir asker silahsız masum insanları nasıl öldürebilir? Bu yüzden müthiş bir hüzün ve ızdırap içindeydim. Çok üzüntülüydüm. Çünkü Çanakkale’de Fransız ve İngilizlerle, Kafkaslarda Ruslarla çarpıştık. Fakat bunlar kim? Çapulcu ve muharip değil ki! Bunlarla yapacağımız muharebede iki taraf için de ölüm tehlikesi var. Bir yara alıp ölürsek ne sayılacağız?

Kimseye hissimi açmaya imkân yok. Kimseye emniyet edip söyleyemiyorum... Merhum pederimle tam vedalaştım. Kapımızın önünden geçen tabura yetişmek üzere atıma bindim, gidiyordum. Zor bir durumdaydım. Baktım bizim hizmet eri elinde bir zarfla bana doğru koşuyor... Sıkıntımı manen hissedip bana mektup göndermiş Üstad Bediüzzaman… Beyanları beni teselli etti: "Nur talebeleri inayet, rahmet, nezaret ve himayet altındalar… Bana dünyayı verselerdi o kadar sevinç olmazdı. Bende öyle bir emniyet hasıl oldu ki mektubu öptüm, başıma koydum… Yola devam ettim. Verilen vazife gayet çetin ve kanlı bir hadise olma ihtimali vardı. Cenab-ı Hak öyle korudu ki tereyağından kıl çeker gibi elimizi kana bulaştırmadan kurtardı."

Çünkü halk bölgeyi terk edip dağlara çekilmişti. Böylece hiçbir çatışmaya girişmeden elini kana bulaştırmadan geri döner binbaşı Hulusi Bey. (İhsan Atasoy, Nur’un Birinci Talebesi Hulusi Yahyagil, s.111-112)

Malatyalı emekli yüzbaşı Şevki Bey’in anlattıkları bir sahne var ki "Zalimler için yaşasın Cehennem!" sözünün niçin bu kadar yerinde ve bolca kullanıldığının ispatıydı: "Askerler yöre erkekleri dağlara kaçıp sığınınca askerler geri dönüp masum çoluk-çocuk, ihtiyar demeden katletmişler. Hatta onları surlu bir evin içine doldurup bir çok teneke gazyağı döküp evi ateşe vermişler. Feryatlar! Çığlıklar!.. Hatta bir kadın kucağındaki bebeği yanmasın diye onu surun üstünden dışarı fırlattı. Fakat bir yüzbaşı o bebeği süngüleyerek tekrar surun üstünden o ateşin ortasına atmıştı…" (A. Badıllı: Mufassal Tarihçe-i Hayat)

Sonuçta hiçbir sorun çözülmemiş, Bediüzzaman’a göre bir isyan ihtimaline binaen on binlerce kişi vahşice yakılıp öldürülmüştü…

Şimdi derin bir nefes aldıktan sonra bu ciddi konuyu kitaplarına alan birkaç ismi ve ele alış biçimlerini irdeleyelim:

Nurcu kalemlerden Necmeddin Şahiner’in aktarımında Hulusi Bey’in ‘askerlik disiplinini bozmama ve elini kana bulaştırmama’ gibi bir ikilem yaşadığından, yöre halkını "Rafizi" olarak nitelendirdiğinden ve harekâtta yaralanmaya sebep olmayan ufak tefek kurşun atmalardan bahsedilir. A. Badıllı, Ahmet Akgündüz, İslam Yaşar ve daha niceleri ne hikmetse meseleyi hep devletçi bir üslupla ele alan Şahiner’in aktarımını esas almışlar. İsmail Mutlu ise verdiği bir demeçte; 1938’de İngiliz ve Fransız kışkırtmasıyla meydana gelen bir isyandan bahseder. (Risale Haber: 29.11.2011) Bunların hiçbiri İhsan Atasoy’un aktarımında yoktur. Atasoy’un aktarımında sadece bir yerde Hulusi Bey’e "yer yer eşkıya takibi görevi" verildiğinden bahsedilir ki bu tabir dışındaki aktarımları metin ve ravi sıhhatı açısından sahihtir. (a.g.e, s:108)

Yaşamında defalarca Hulusi Bey’le görüşen muhalif Nurcu Sıddık Şeyhanzade’nin aktarımında ise bu yanlış ve yanlı tasvirlerin hiçbiri yoktur. Kitabında "Tek bir kurşun atmaksızın geri döndük" şeklinde geçiyor. (Nurculuğun Tarihçesi, sayfa: 513,Tenvir Neşriyat)

Son derece önemli bir kişiliği ve ciddi bir konuyu ele alan kalemlerden biri de (tabi ki hürriyet vardır övünebilir, komünistliğiyle ha bire övünen bir yazar) Emrah Cilasun’dur. Nursi’nin sahih metinlerini ve muhalif kalemlerin aktarımlarını değil devletçi, Türkçü kalemlerin aktarımlarını esas alarak Nursi’yi kendince samimiyetsiz bulup hücum gösteriyor. Kitabının 2018 baskısında da bir değişikliğe gitmemesiyle anlaşılıyor ki Cilasun, fena halde yanıldığını hala fark edememiş. (Devam edecek)

Önceki ve Sonraki Yazılar
Arşivi