Huysuz Virjin, VJ Bülent, Selin Ciğerci ve çıplak hayatlar

Huysuz Virjin’i, VJ Bülent’i verdik. Sessiz sedasız. Ve Selin Ciğerci. Şimdi sırada sansürün ötesinde meseleler var belli ki. Daha doğrusu, 2015’ten beri LGBTİ+’lar üzerinde denenen yöntemlerin daha genele yayılması. Sınavımız da burada başlıyor,

Olağanüstü hal döneminde KHK’larla ihraçların başladığı zaman seks işçisi trans kadın bir arkadaşım ihraç edilenlere dönüp, “Hayatımıza hoş geldiniz” demişti. Dediği isimler o dönem bu söylemle neyi kastettiğini anlamasa da, yıllar o arkadaşımı haklı çıkardı. Ne yalan söyleyeyim, söylediğinde ben de bir tuhaf olmuştum. Aşikar olanı niye böyle acımasızca söylüyor diye düşünmüş, ezilenin kiniyle ne kadar acımasızlaşabileceğine şaşırmıştım. Sonra fark ettim ki, seks işçisi bir trans kadın için aşikar olan herkes için o kadar da aşikar olmayabiliyor. Bazı şeyler yaşamadan bilinmez. Her iş başvurunuzda daha nüfus cüzdanınızdan dolayı elenmek gibi. Orada elenmediğinizde tipinize şöyle bir bakıldığında işe alınmamanız gibi. Açlıkla terbiye edilmek gibi.

Barış Akademisyenleri ile LGBTİ+ hareketi arasında gelişen, kökleri çok daha önceye dayanan bağın her iki gruba da yaşatılanlarla bir ilgisi olsa gerek. Ama bundan da önemlisi, egemenin zor, ikna ve rıza yöntemlerini bir tür deneme yanılmayla öğrenmesi gerçeği. Egemenlik denen tek dişi kalmış canavar, o dişini ne zaman göstereceğini de ne zaman saklayacağını da adeta 19. yüzyıl bilimcileri gibi deneyle öğreniyor. Nasıl ki bir laboratuvarda daha geniş bir örneklem üzerinde olanı biteni öngörebilmek için küçük bir deney grubu seçilirse, devletin de bütün aparatlarıyla benzer bir yol izlediğini söylemek abartılı
olmayacak.

“Egemenlik alanı, cinayet işlemeksizin ve kurban etmeksizin adam öldürmenin meşru olduğu alandır ve kutsal hayat -yani öldürülebilen ama kurban edilemeyen hayat- da bu alanda zapt edilen hayattır.” 1

Giorgio Agamben, Kutsal İnsan’ında homo sacer’le yani öldürülebilen ama kurban edilemeyen insanla egemenin ilişkisini böyle tarifliyor. Homo sacer’i öldürmek, cinayet değildir, suç değildir. Öte yandan egemenin bedenine saldırı ve onu öldürmek ise cinayetten çok daha fazlası. Ve Agamben’e göre, egemenliğin ortaya koyduğu ilk etkinlik de çıplak hayat yaratmak.

AKP egemenliğinin yarattığı ilk çıplak hayatlarsa LGBTİ+’lar. Gözümüzün önünde, göstere göstere yaptı bunu ve yapmaya devam ediyor. Kırmızı Pazartesi gibi herkesin bildiği bir cinayet. Ama aynı zamanda cinayet de değil. Çünkü cinayete verebileceğimiz tepkilerin, bir cinayetin anlam dünyamızda açabileceği ontolojik yarılmanın zerresini yaşamadık.

Öte yandan kurban da değil. Zira kurban ritüelinin kendisi bir tür arınmayı da çağırır yanı sıra. Ancak çıplak hayatlara dönüştürüldüğünüzde, kurban edilmenizle toplumun arınmasından daha başka bir hedefe meze olursunuz. Biteviye bir deneydir hayatınız. İktidar, elinde bir neşterle, soğukkanlılığını hiç kaybetmeden deşer durur hayatınızı. Bir yandan da kara kaplı defterine notlar alır. Nereyi, ne kadar deşerse kan çıkıyor? Hangi sinire vurduğunda bedenin hangi bölgesi seğiriyor? Canlı bedene ve hayata yapılan otopsiyi düşününce aklıma ilk Huysuz Virjin geliyor. Sansür, Huysuz Virjin’i 2000’lerde öldürdü. Seyfi Dursunoğlu ise bundan üç yıl önce hayatını kaybetti.

Huysuz Virjin karakteriyle tanınan Seyfi Dursunoğlu, 17 Temmuz 2020’de İstanbul'da tedavi gördüğü özel bir hastanede hayatını kaybetti. Türkiye eğlence hayatının 50 yılına damgasını vuran Huysuz Virjin’in televizyon ile bağı ise 2007 yılında Fox TV’de yayınlanan ‘Benimle Dans Eder misin?’ programının 3. sezonunda RTÜK tarafından sansürlenmesinin ardından koparılmıştı. Dursunoğlu bu yasak için Hürriyet Kelebek’e verdiği bir röportajında , “ideoloji” diyerek ele veriyor sansürün gerekçesini:

“Bunun nedeni yaptığım iş değil. Nedeni, bir fikir anlaşmazlığı diyebilirim. Aslında bunun içinde ideoloji var, ama ben fikir anlaşmazlığı diyorum. Başkalarının, bu yaştan sonra beni şekillendirme isteğine tahammülüm yok. Ben artık bir şekil aldım. Bu kadar sene, bu şekle hiç kimse itiraz etmedi. Ben şimdiye kadar yaşadığım şekilde yaşamak istiyorum. Ama maalesef bazı ideolojiler uğruna, sanatımda değişiklikler yapılması mecburiyeti geliyor.”

Bu değişikliğin anlamı Huysuz Virjin’in ölmesi aslında. Huysuz Virjin’i bu sansürle öldürdüler. Dursunoğlu’nun eşcinsellikle, trans olmakla, ülke meseleleriyle, siyasetle ilgili neredeyse hiçbir fikrine katılmasam da aynı söyleşide kendisine yöneltilen “eşcinsel belediye başkanı” sorusuna verdiği şu yanıt da görmesini bilen gözlere, işitmesini bilen kulaklara çok şey anlatıyor: “Belediye başkanı olabilir ama o bir yara ve ondan asla kurtulamayacak.” Dursunoğlu, yaranın kaynağı olarak neyi görüyordu, bilemiyorum. Ama asla kurtulamayacağınız bir yara cinsel yönelim ya da cinsiyet kimliğiniz değil. Sırf öyle olduğunuz için size yaşatılanlar. Kim olursanız olun, ne olursanız olun sistemin size amiyane tabirle “üç kuruşluk ibne” olmaktan başka bir şans tanımaması.

O dönem sadece Huysuz ölmedi. Televizyonların sevilen başka bir ismi daha aynı dalgadan nasibini aldı. VJ Bülent, aynı dönem Kral TV’de işten çıkarılışının Huysuz Virjin’e sansürün yarattığı dalga ile gerçekleştiğini seneler sonra Armağan Çağlayan’a şöyle anlatacaktır:

“Seyfi Bey gibi muhteşem bir zekanın, ruhun ve görselin kendi karakteriyle televizyona çıkamaması; en büyük fay hattıydı, kırıldı. Ve bundan dolayı sarı nokta hastalığına kadar
gittiğini biliyorum. Ben Huysuz Virjin’in programına katıldığımda muhteşem bir insanla karşılaştım. Siz tabii yıllarca çalıştınız bambaşka bir şey. Bana deseniz ki “Kral TV sayesinde tanıştığınız kaç kişi sayarsınız?”, kesinlikle birincisi Huysuz Virjin’dir. Tanıştığımda onun da beni sevdiğini gördüm, meğerse o beni izlemiş. Bana hiç kötü davranmadı (Sibel Can ile yaptığı programda). Bana inanılmaz davrandı, yani ben şok oldum. Bunlar, büyük devirler. Büyük çınarlar. Ama o fay hattı, Türkiye ekranlarında Seyfi Dursunoğlu’nun duruşuyla başladı ve bana kadar geldi. O, basit bir VJ Bülent’i işten çıkarma değildi.”

Yaşananlar ne basit bir VJ Bülent’i işten çıkarmaydı ne de Huysuz Virjin’i sansürleme. İktidarın, görece “özgürlükçü” olarak addedildiği dönemdeki bu hamlesi tam da egemenliğin çıplak hayatlar yaratma arzusuna benzemiyor mu? Ve yaptığı otopsiden öğrendiklerini seneler sonra festival yasaklarında uygulamadı mı? Veya bugün ülkedeki her LGBTİ+ etkinliğinin yasaklanması da daha geniş yasaklar için bir deney değil miydi bir yandan?

Gelelim yakın döneme.

“Bir trans kadın, bu ülkede ne yaparsa insan olmaktan gelen haysiyetine saldırılmadan yaşayabilir? Herhangi bir kadın gibi yaşayabilmesi, herhangi bir kadın gibi muamele görmesi için ne lazım?”

Böyle sormuştum Selin Ciğerci’ye bu yıl yapılan linç girişiminde. Babasının memleketinde bir dükkan açması birden linç girişimine döndü bu senenin ilk aylarında. Selin Ciğerci’nin transfobiye maruz kalmadan yaşayabilmesi için zengin olması yetmedi, hayırsever olması yetmedi, evlenmesi yetmedi, boşanması yetmedi, göz önünde olmamaya çalışması yetmedi, ‘abartılı’ bir yaşam tarzını benimsememesi yetmedi, seks işçiliği yapmaması yetmedi, evlat edinmesi yetmedi, ticaretle uğraşması yetmedi… Yetmedi de yetmedi.

Neredeyse nefes alması bile olay olacak. Sosyal medyada hedef göstermeyle başlayan olaylar, adeta Madımak’ı andıran sahnelerle devam etti. Oysaki sosyal medyadaki tepkileri gören Ciğerci, sosyal medya hesabından ne kadar üzgün olduğunu anlatan bir video paylaşmıştı.

Huysuz Virjin’i, VJ Bülent’i verdik. Sessiz sedasız. Verdiğimizin karşılığını da sansürün artık ülkenin en olağan meselesi olmasıyla aldık. Şimdi sırada sansürün ötesinde meseleler var belli ki. Daha doğrusu, 2015’ten beri LGBTİ+’lar üzerinde denenen yöntemlerin daha genele yayılması. Sınavımız da burada başlıyor. Gözümüzün önünde sansürü de aşan, yasağı da aşan, linç girişimlerine varan bu yöntemlere rıza gösterecek miyiz? Bu rızayı gösterirken, “mükemmel mağdur” olmamalarını bahanemiz yapacak mıyız? Ama o da şöyle, ama o da zamanında şöyle dedi, ama o da aslında AKP’yi destekledi, ama ama ama… Meselenin kişiler olmadığını, kişilerin var olan ya da varsayılan kimlikleri olduğunu görecek miyiz? Gösterdiğimiz rıza tüm ülkeyi ele geçirdiğinde olacaklara hazır mıyız? Ben hazır değilim. Yeni bir zulüm dalgasında da dönüp yeni mağdurlara, “Hayatımıza hoş geldiniz” demek istemiyorum. Çünkü çıplak hayatlara hoş gelmek mümkün değil…

1 Agamben, g. (2013). Kutsal İnsan. Egemen İktidar ve Çıplak Hayat. (Çev. İ. Türkmen). İstanbul: Ayrıntı Yayınları. (Orijinal yayın tarihi, 1995). 104


Yıldız Tar: 2013 yılında gazeteciliğe başladı. Etkin Haber Ajansı'nda editör, Özgür Radyo'da program yapımcısı ve sunucusu olarak çalıştıktan sonra 2014'ten beri LGBTİ+ internet gazetesi KaosGL.org'ta sırasıyla muhabir, editör ve yayın yönetmeni olarak çalıştı. Halen bu görevi sürdürüyor. Sol, sosyalist siyasi partilerle LGBTİ+ hakları üzerine röportajları "Yoldaş Ben İbneyim" başlığıyla, trans kadınlarla röportajları "Dönmelere Doyamadık" ve Türkiye'deki LGBTİ+ hareketinin tarihine ilişkin sözlü tarih çalışması "Patikalar: Resmî Tarihe Çentik" ismiyle kitaplaştı. Yazı ve söyleşileriyle T24 ve Gazete Duvar’a katkı sundu. Artı TV’de Odak Ankara programını hazırlayıp sunmaya devam ediyor.

Önceki ve Sonraki Yazılar
Yıldız Tar Arşivi