Sivas’ı yakanlar, AKP’yi kuranlar…

Sivas’taki cehennem alevleriyle başlayan katliamın davası Ankara’daki bir adliye salonunda buz gibi hukukla düşürülmüş oldu. Akıllarda ise bir kayıp yakınının salondan çıkarkenki serzenişi kaldı: “Madem böyle olacaktı, otuz yıl bizi niye boşa oyaladınız?”

“Sivas’ı yakanlar, AKP’yi kuranlar” sloganlarıyla bir öbek insan iniyor Ankara Adliyesi’nin merdivenlerinden. Az sonra açıklama yapacaklar. Saatler süren duruşmadan yeni çıkmış, adliye önünde üç cümle kurabilmek için polisle pazarlık yapmak zorunda kalmış bir öbek insan. Kimi 93’te Sivas Madımak Oteli’nde kardeşini kaybetmiş, kimi en yakın dostunu. Otuz yıl artı iki buçuk ayın ardından göstermelik davaların sonuncusu da kapanmışken birkaç cümle kurmak istiyorlar. Bunca yılın ardından hâlâ sözün kudretine inanıyorlar belki de. Belki de anlatmaktan başka yolları kalmadığından ısrarcılar. Anlatmak istiyorlar olanı biteni. Tarihin en korkunç katliamlarından birinin son davasının da zamanaşımı denen naneyle nasıl terbiye edildiğini göstermek için avazları çıktığı kadar bağırıyorlar: Sivas’ın hesabı mahşere kalmayacak!

Ankara 1. Ağır Ceza Mahkemesi’ndeki müsamere gibi duruşmadan çıkmış, sigara içip Madımak ailelerini izlerken aklımdan geçen bunlar. Sayfalarca haberini yazdığım duruşmadan aklımda kalansa koca bir hoyratlık. Mahkeme heyetinin ve savcının hoyratlığı.

Duruşma, zamanaşımının gölgesinde başladı, alacakaranlığında bitti. Salon hınca hınç doluydu. Mahkeme heyeti başkanında ise bir telaş ki sormayın. Bir an evvel duruşmayı bitirmek istediği o kadar belliydi ki. Avukatlar ise son bir umut ısrarla anlattılar insanlık suçlarında zamanaşımı olmayacağını. Zamanaşımı bir yana, mahkemenin kaçak olarak tanımladığı kişiler varken, onların ifadeleri olmadan da karara varılabileceğini. Davanın ilk günlerinden beri avukatı olan Şenal Sarıhan, “Tarihin de bir aynası vardır” dediğinde salondakiler tahmin etmeye başlamıştık aslında kararı. Ama yine de herkes ısrarla doğrudan heyete, heyetin vicdanına seslendi. Yakılarak öldürülen insanların yakınlarının metaneti ve dirayeti, ortamda boşluk bırakmayacak kadar ağır bir şekilde duruveriyordu öylece.

Saatler ilerledikçe umut da azaldı. Heyet başkanının göstermelik anlayışı da yerini buz gibi bir yüz ifadesine bırakmaya başladı. Derken savcı mütalaasını verdi. Heyet başkanının yüzündeki buz gibi ifade, savcının ağzından kelimelere döndü. Hukukun teknik diliyle konuştu. Zamanaşımı uygulanarak davanın düşmesini talep etti.

Mahkeme heyeti ara verdi. Aranın ardından döndüklerinde karar yüzlerinden okunuyordu. Bir de salona yığmaya çalıştıkları polislerden. Artık ne metanet kalmıştı salondaki Alevilerin üzerinde ne de dirayet. “Verdiniz mi kararı” diye bağıranlar oldu. “Polis dışarı” diyenler. Heyet başkanı yine aynı soğuklukla katliamda yakınlarını kaybedenlere dönerek, “Bu davranışınız polisin gerekli olduğunu gösteriyor” dedi. Sonra da açıkladı kararı.

Hakimin yüzündeki, savcının dilindeki soğukluk tüm salona yayıldı. Bu arada hakim, ağız dalaşına girmiş, “Biz kaç davaya giriyoruz biliyor musunuz” diyordu azıcık kekeleyerek. Duruşma boyunca ilk kez kelimelerini tam toplayamadığına şahit olduk. Belki de kendi sorduğu sorunun cevabını kendisi bilmediğinden. Belki de o davalardaki kararlar çoktan yazıldığından.

Nihayetinde, Sivas’taki cehennem alevleriyle başlayan katliamın davası Ankara’daki bir adliye salonunda buz gibi hukukla düşürülmüş oldu. Akıllarda ise bir kayıp yakınının salondan çıkarken ki serzenişi kaldı: “Madem böyle olacaktı, otuz yıl bizi niye boşa oyaladınız?”

***

Madımak Davası, tek kelimeyle skandallar silsilesi. Ancak o kadar çok skandal görmüş bir dava ki, skandalların gücü de kalmamış. Her perde arası yeni firarlar için kurgulanan bir müsamere gibi adeta. Davanın tüm seyrini Gökçer Tahincioğlu T24’te uzun uzun yazdı. Tüm dosyayı bilen az sayıdaki isimden biri. Diğerleri de muhtemelen 30 yıldır davayı takip eden avukatlar. Ben davadaki skandalları, kırmızı bültenlerle arananların nasıl düğün dernek kurduğunu, firarisi bol sanıkların firar hikayelerini, ısrarla görülmeyen İslamcı örgütleri yazmayacağım. Daha başka bir hikâyeyi paylaşmak istiyorum sizinle. Kişisel bir hikâyeyi.

93’te üç yaşındaydım ben. Yaşındaymışım demek daha doğru. Hatırlamıyorum. Ancak bu ülkedeki her Alevi gibi çocukluğum Sivas’la geçti. Elazığ’dan Bursa’ya göç etmiş bir ailenin çocuğu olarak Sivas’la büyüdüm. Ve çok şey öğrendim Sivas katliamından.

Sessizliği öğrendim en çok. Evde dinlenen deyişlerin sesini açmamayı öğrendim. Ses sistemi her yeri inletebilecek kadar güçlü son moda teybimizin en kısık sesinde dinlenebilecek türküler, deyişler olduğunu öğrendim.

Alevi olduğumuzun saklanması gereken bir şey olduğunu öğrendim. En yakın komşumuzun bile bilmemesi gereken bir sırrımız olduğunu. Bu sır açığa çıkarsa bizi yakacaklarını söylerdi aile büyükleri.

Ramazanlarda oruç tutmasak bile sahur vakti ışıkları açmak gerektiğini öğrendim. Okulda yemek yememem gerektiğini, soranlara oruç tuttuğumuzu söylemeyi…

Onca yıldan sonra dün, Sivas katliamı davası bir şey daha öğretti bana. İnsanları yakarak öldürenlerin ceza alması bir yana nasıl alkışlandığını bilirken, göstermelik dahi olsa bir yaptırımı olmadığını. Bunun da ceza kanununun karanlık dehlizleriyle nasıl teknik bir mesele gibi ele alınabileceğini…


Yıldız Tar: 2013 yılında gazeteciliğe başladı. Etkin Haber Ajansı'nda editör, Özgür Radyo'da program yapımcısı ve sunucusu olarak çalıştıktan sonra 2014'ten beri LGBTİ+ internet gazetesi KaosGL.org'ta sırasıyla muhabir, editör ve yayın yönetmeni olarak çalıştı. Halen bu görevi sürdürüyor. Sol, sosyalist siyasi partilerle LGBTİ+ hakları üzerine röportajları "Yoldaş Ben İbneyim" başlığıyla, trans kadınlarla röportajları "Dönmelere Doyamadık" ve Türkiye'deki LGBTİ+ hareketinin tarihine ilişkin sözlü tarih çalışması "Patikalar: Resmî Tarihe Çentik" ismiyle kitaplaştı. Yazı ve söyleşileriyle T24 ve Gazete Duvar’a katkı sundu. Artı TV’de Odak Ankara programını hazırlayıp sunmaya devam ediyor.

Önceki ve Sonraki Yazılar
Yıldız Tar Arşivi