Koray Düzgören
İdlib, Mınbiç, Şam ve mat!
Başlığa bakıp Türkiye’nin Suriye’de bir satranç oynadığını ve sonunda kaybettiğini zannedenler olabilir.
Evet, son gelişmelere baktığımızda Türkiye Suriye’de kaybedenlerin başında geliyor. Ama bu bir satranç maçının sonunda olmadı.
Türkiye’nin Suriye’de değil bir satranç oyunu oynamayı, akılcı ve ülke menfaatlerine uygun herhangi bir politika bile uygulamadığını artık çok iyi biliyoruz.
Türkiye bugün Suriye’de mat olmak üzeredir.
Geçtiğimiz birkaç hafta içinde, iktidarın ABD ve Rusya’yı aynı anda idare ederek uyguladığını zannettiği denge politikasının -aslında politikasızlığın- Suriye’de nasıl bir kere daha duvara tosladığına tanıklık ettik.
Önce 25 Ocak’taki Moskova zirvesinde Putin,1998 yılında Türkiye ile Suriye arasında yapılan Adana Mutabakatını gündeme getirdi. Bu mutabakat, Türkiye’yi yönetenlerin nedense şimdiye kadar aklına gelmemişti.
Böylece, Türkiye’nin beka sorunu olarak gördüğü, Suriye sınırına paralel, Kürtlerden arındırılmış tampon bölge takıntısı ve diğer konularda Ankara’nın tek muhatabının Şam yönetimi olduğunu çok açık bir şekilde ifade etmiş oldu.
Ve Cumhurbaşkanı Erdoğan Türkiye'ye döndüğünde bu çerçevede bir süredir Suriye ile görüşmeler yapıldığını açıklamak zorunda kaldı.
Yıllarca, ‘katil’ diyerek ağır sıfatlarla suçladığı Esad’ı muhatap olarak almak zorunda kalışını, "Görüşmeler alt düzeyde yapılıyor" diyerek hafifletmeye çalıştı.
Buna rağmen AKP-devlet koalisyonu, Esad Suriye’nin meşru yönetimi olarak tanınmadıkça Suriye’ye ilişkin herhangi bir meselenin halledilemeyeceği gerçeğini anlamış bulunuyor.
Suriye ile dolaylı ya da alt düzeyde de olsa dolaysız görüşmeler Astana sürecinin başından bu yana zaten devam ediyor. Türkiye’nin Suriye’de Rusya’nın izni ile attığı her adımda Şam yönetiminin de onayı olduğunu geçenlerde Rus Dışişleri Bakanı Lavrov açıklamıştı.
Tıpkı Rus uçağının düşürülmesinden sonra keskin bir dönüşle Putin’den özür dilenmesinin ardından olduğu gibi, yine keskin bir dönüş söz konusu.
Ankara bu dönüşle, kendi beka meselesinin hatırı için olsa gerek, Rusya’ya biat politikasına yöneldi.
PUTİN’İN TAVSİYESİ(!): MESELELERİNİZİ ESAD’LA GÖRÜŞÜN
Düşünün, son bir yılda Erdoğan çeşitli vesilelerle Putin’le tam 25 defa görüşmüş. MİT Başkanı Hakan Fidan dışında (Kesin bir bilgim yok, öyle olduğunu tahmin ediyorum) yakın bir çalışma arkadaşı ya da herhangi bir yerli ve milli liderle bu rakamın dörtte biri kadar görüşmüş değil.
Şimdi Putin’in 25’inci görüşmede çizdiği yol haritasına göre belki şartlar gerektirirse Esad’dan da özür dilenecek. Bu konuda henüz Şam yönetiminden yansıyan bir değerlendirme yok.
Bu gelişmeleri yansıtan ünlü Alman haber dergisi Der Spiegel geçen haftaki sayısında, "Erdoğan, Kürtlere yönelik harekat karşılığında Esad’ı tanımaya hazır" başlıklı bir haber-analiz yayınlayarak durumu özetlemişti.
Gerçekten de devletin her kademesinin ve Saray yönetiminin beka sorunu olarak gördüğü Suriye Kürtlerine yönelik bir operasyon için her türlü tavizi verecek noktada olduğu anlaşılıyor.
Özellikle de 31 Mart yerel seçimlerinin öncesinde iktidar partilerinin bir başarı öyküsüne, bir kahramanlık gösterisine müthiş ihtiyaçları olduğu anlaşılıyor.
Ekonomik krizin iyice bunalttığı sokaktaki vatandaşlardan gelen tepkisel sesler ve onların kamuoyu yoklamalarına yansıyan eğilimleri yayınlandıkça iktidarın telaşı daha da artıyor.
Buna rağmen Suriye’ye ilişkin olarak ortaya çıkan son gelişmeler iktidar açısından pek iç açıcı değil. Hatta tam bir şah-mat durumunu ifade ediyor dersek abartmış sayılmayız.
Önce, 7 Şubat’ta Rusya Dışişleri Bakanlığı Sözcüsü Mariya Zaharova’nın İdlib konusundaki açıklaması haber bültenlerine yansıdı. Sözcü, "Türk partnerlerimizin İdlib'deki duruma son verilmesine ve silahsızlandırılmış bölge kurulması dahil 17 Eylül 2018 tarihli Soçi Mutabakatı kapsamındaki yükümlülüklerinin yerine getirilmesine yönelik çabalarını yeniden aktif hale getirmesini bekliyoruz" dedi.
Bu oldukça ağır, adeta uyarı niteliğindeki açıklamanın ertesi günü, 8 Şubat’ta bu sefer Rusya Dışişleri Bakan Yardımcısı Sergey Verşenin, "El Nusra Cephesi militanlarının Suriye'nin İdlib kentinde kontrol ettiği toprakları genişlettiğini" belirterek, "Bu kentteki militanların varlığının sonsuza dek süremeyeceğini" söyledi. Verşenin, olası İdlib harekâtının daha etkili şekilde yürütüleceğini de vurguladı.
Bu açıklamalar Türkiye’nin İdlib’de oynamakta olduğu oyunun artık sona ermekte olduğunu gösteriyor.
Özeti, Türkiye bir yıldan fazla bir zamandır verdiği sözleri yerine getirmedi ya da getiremedi. El Nusra türevi cihatçı örgütlerin ağır silahlarını silah bırakarak bölge dışına çıkarılmasını sağlayamadı. Artık İdlib meselesini halletmek amacıyla sürekli ertelenen operasyonun başlaması söz konusu.
TÜRKİYE İDLİB’TEKİ OPERASYONA KATILACAK MI?
Operasyon başlayacak ama Türkiye’nin o bölgede Astana ve Soçi anlaşmalarına göre 12 ateşkes gözlem istasyonu ve askerleri bulunuyor.
Eğer beklendiği gibi Türkiye Adana Mutabakatına dönüp Şam rejimini tanırsa başka çaresi kalmayacak olan Ankara’nın İdlib’de cihatçılara yönelik operasyona katılması dahi söz konusu olabilir. Zaten Rusya’nın son açıklamaları dikkat edilirse bu beklentiye vurgu yapıyor.
Hatta Türkiye’nin, böyle bir gelişme olursa sınır kapılarını Rusya’ya devretmek zorunda kalacağı ve verdiği sözler arasında olan Lazkiye ile Haleb otoyollarını kullanıma açmak durumunda kalacağı söyleniyor.
Tabii daha sonra da Suriye topraklarını terk etmek gündeme gelecektir. Çünkü bunu hem Şam yönetimi istiyor hem de Rusya.
Kuşkusuz İdlib’deki binlerce cihatçının operasyon sonrasında ne olacağı meselesi Türkiye’nin belki de şu sıralarda en fazla düşündüğü konuların başında geliyor olmalı.
Artık son aşamasına gelen İdlib süreci ve Suriye'ye ilişkin diğer konular Astana üçlüsünün 14 Şubat'ta bir araya geleceği zirvede ele alınacak.
Türkiye’nin şah-mat durumu muhtemelen o toplantıda alınacak kararlarla kesinleşecek.
MINBİÇ, KUZEYDOĞU SURİYE VE ABD İLE İLİŞKİLER
Türkiye’nin Suriye’de asıl girmek istediği bölge olan Mınbiç ve Fırat’ın doğusuna ilişkin gelişmeler de iktidarı hayal kırıklığına uğratacak denli kötü gidiyor.
Türkiye’nin bütün derdi bu coğrafyada Kürtlerin olmayacağı güvenli bir bölge kurabilmek. Bu Kürt düşmanlığı politikasına beka sorunu diyor, terörle mücadele süsü veriyor ama buna kimseyi ikna edemiyor.
Trump dahil bir çok yetkilinin, ABD askerlerinin çekilmesinden sonra Kürtlerin Türkiye’nin şerrinden korunmasına ilişkin yaptığı açıklamalar biliniyor.
Bunlara ilaveten önceki gün, Dışişleri Sözcü Vekili Robert Palladino, ABD askerlerinin Suriye'nin kuzeydoğusundan çekilmesinden sonra nasıl yol alınacağına ilişkin şunları söyledi:
"Şunu açıkça söyledik, Suriye Demokratik Güçleri (SDF) askeri açıdan hedef alınmamalıdır. Bu SDF’nin Kürt bileşenini de kapsamalıdır."
ABD Dışişleri Ankara’yı açıkça "YPG’nin hedef alınmaması" konusunda uyarmış oluyor.
ABD’nin Suriye ve Irak’taki birliklerine de komuta eden Merkezi Komutanlık’ın başındaki Orgeneral Joseph Votel’in geçtiğimiz salı günü Senato Savunma Komitesi’ndeki açıklaması şöyle:
"Diplomatlarımız, BM ve diğerleri Suriye’ye siyasi bir çözüm bulmaya çalışırken, ABD’nin temel görevlerinden biri de bizimle birlikte cesurca savaşmış olanların korunması ve emniyette olmalarının güvence altına alınmasıdır."
Bu açıklamalara, geçtiğimiz hafta başında Washington’da koalisyon ülkeleri toplantısına katılan Dışişleri Bakanı Mevlüt Çavuşoğlu’nun hayal kırıklığını yansıtan sözlerini eklersek durum daha iyi anlaşılır.
Çavuşoğlu toplantıda kimsenin Türkiye’nin güvenli bölge tezi ile ilgilenmediğini belirtirken umutsuzluğu yüz ifadesinde yansıyor.
OPERASYON OLMADI SÜLEYMAN ŞAH’I TAŞIYALIM
Geriye kalıyor, son günlerde yoğun olarak konuşulan Süleyman Şah Türbesi’nin yeniden taşınması meselesi.
İdlib’de oyalama politikasının sonuna gelindi, cihatçılara karşı operasyon heran başlayabilir.
Mınbiç’e girilemiyor, güvenli bölge şimdilik çok uzakta belirsiz bir beklentiden ibaret.
Bu durumda, ‘Hiç olmazsa Süleyman Şah’ın kemiklerini, iki sene önce IŞİD tehdidi gerekçesiyle taşındığı Kobani’nin Eşme Köyü’ndeki geçici türbesinden yine eski yerine taşıyıp, bunu bir kahramanlık hikayesine dönüştürebilir miyiz’in hesapları yapılıyor.
22 Şubat 2015’deki taşıma operasyonu YPG’nin desteği sayesinde yapılabilmişti.
Bugün bölgede şartlar çok değişik. Bu sefer Türkiye YPG’nin yardımını asla istemez.
Peki bu şartlarda böyle bir operasyon yapılabilir mi?
Yapılsa bile fark etmez. Sonuç değişmez.
Esad’a dönmek de bir işe yaramaz.
Türkiye Kürt düşmanlığı üzerine oluşturduğu bu saplantılı politikasını değiştirmedikçe Suriye’de mat olmaktan kurtulamaz.