Ali Duran Topuz

Ali Duran Topuz

İki felaket, bir devlet ve halkın acısı

Depremin açıp kapattığı 17 Ağustos 1999 ile 5 Şubat 2023 parantezi arasındaki çeyrek yüzyıl, devletin kendi çürüklüğü ve çöküşü ile toplumu çürütüp çökertmesinin tarihi olarak yazılacak.

Halkız biz, burada, kaç gündür enkazın altında. Halk burada, enkaz altında da devlet nerede? Devlet de işinin başında aslında fakat bizim devlete atfettiğimiz iş ile bugünün devletlularının kendilerine biçtikleri iş aynı değil. Bize “talih kuşu” diye satılan devlet ile “alıcı kuş” olan devlet arasındaki uçurumda yaşıyoruz kaç gündür.

Neoliberal faşizmler ailesinin halkı yoktur; o paradan, çimentodan, demir çelikten, çiplerden, elektronik ağlardan, militarize edilmiş örgütlerden oluşan küresel bir gaspçı, talancı ve yiyici ailedir. Halkı olmayanın halka, halklara dair bir kaygısı, derdi, tasası olmaz. Havayı, suyu, otu, böceği, taşı, toprağı, yeryüzünü, gökyüzün ve uzayı nasıl parselleyip, paketleyip, fitneleyip piyasaya süreceğinden başka derdi tasası yoktur; halk, millet, ulus adına ne derse desin insanlar da onun için bu çarkta ne işe yarayacağına, dahası nasıl alınıp satılacağına ilişkin kaygı konusudur yoksa sağlığı, hastalığı, ölüm kalım riskleri nedir, nasıl önlem alınır, nasıl çare bulunur umurunda değildir onun. Biz “hısım, akraba, aşiret çocukları”yız, halkız, binalarımız çürükse “bilmemezlikten değil yoksulluktan”dır. Onlar binaları göçertiyorsa bilmemezlikten değil, bal gibi bile isteye hırstan.

Bu küresel yiyici aileye mensup iktidarların gücü, çıkarları çerçevesinde kurdukları yerel, yersel ve küresel işbirliklerinden gelir. Hepsinin birbirine benzemesi bundandır. Trump’ın Erdoğan’ı taklit etmesi bu aile ilişkisinin basit bir görünümünden ibaretti; yeri gelir o onu, yeri gelir diğeri berikini taklit eder, birbirilerine laf saydırmaları filan yanıltmasın bizi, kendi pay kavgaları içinde halka, insana, üreticiye, tüketiciye dair bir kaygıdan eser bulamayız.

KÜRESEL GERİCİLİK AİLESİ

Bu büyük gerici ailenin gericiliği somut bir dinden ya da hurafelerden kaynaklanmaz; onların gericiliği, insanlık tarihinin ekmek kavgası yani sınıf mücadelesi dahil, mücadele tarihi içinde keşfedilmiş, geliştirilmiş, oluşturulmuş yol, yöntem, kurum ve kuruluşları yok edecek tarihsel ve güncel bütün fikir ve uygulamaları kendi varlığını, iktidarını tahkim ve devam ettirmek için kullanmasından gelir. “Ekende yok biçende yok yiyende ortak” değildir yücelttiği atası gibi, ondan bir adım ileri giderek, yemede, barınmada, kazada, belada hiçbir ortaklığı kabul etmez. İnsan bir metadır, alıp satarsa tamam yoksa ölse de olur kalsa da. Göçer ordularının talan ilkesini, imparatorlukların yayıla kuralını, köleci efendilerin kıstırma yöntemlerini, eşkıyaların gasp usullerini, kapitalist girişimci, yatırımcıların sömürü numaralarını kendisinde cem eder; insanlığın insanı insan yapan birikimlerini imha ederek yolunu açıp yürür. Dayanışma, yardımlaşma, komşunun derdiyle dertlenme, yurttaşın yazgısını iyileştirme derdi yoktur onun. O nedenle deprem olur gelmez. Sel olur gelmez. Ocak patlar gelmez. Gözyaşına, kana, yaraya bakmaz, paraya, metaya, sayılara bakar. Ölürsen sayar, o da işine gelirse, hepsi o kadar. Sorumsuz, aldırışsız, nobran ve duygusuzdur.

ECEVİT’İN ÇARESİZLİĞİ, ERDOĞAN’IN ÖFKESİ

Sayar, gözler, işaretler, etrafını çevirir, üstüne çöker. Çökmecidir. Türkiye’de 1999’da meydana gelen deprem faciası ile bugünkü deprem faciası arasında enkazda kalanlar bakımından hiçbir fark yok; fakat enkazı yaratanlar bakımından tek ama çok ciddi bir fark var: 1999’dan sonra iktidara gelenler, 17 Ağustos faciasının tekrar etmemesi için ciddi bir sorumluluk altındaydı. Fakat çökmeci neoliberal yönetsel akıl, kendi çökeceği ve çökerteceği değerler dışında hiçbir sorumluluk almadı. O facianın kendilerine açtığı iktidar yolunu, bir daha öyle bir facia olmaması için gerekli tedbirleri almak amacıyla kullanmak yerine faciada mahvolan halkı yok mertebesine indirmekte kullandılar. O zaman beceriksizlik, yetersizlik, organizasyonsuzluk söz konusuydu belki, şimdi ise kararlı ve ısrarlı bir önemsizleştirme ve değer vermemenin yol açtığı “çökme” söz konusu. Ecevit’in yüzünden akan çaresizliğini tamamlayan sözleri ile Erdoğan başta olmak üzere şimdiki yöneticilerde gördüğümüz öfkeli, tehditkar nutukları arasındaki fark bu farktır.

İki facia parantezi arasındaki yaklaşık çeyrek yüzyıl, devletin kendi çürüklüğü ve çöküşü ile toplumu çürütüp çökertmesinin tarihi olarak yazılacak. İlk cümleyi doğa çok acı biçimde yazdı, dünyayı kurulalı beri onun cümlesi aynı: Sallar, sarsar ve yıkar. Son cümleyi umarım bugünlerde canhıraş biçimde acıları dindirmeye, komşularını kurtarmaya, yurttaşlarıyla dayanışmaya çabalayan toplum sandıkta koyacak; çökmeci ve çökertici siyaset ile kurmacı ve yapıcı siyaset arasındaki tercih olarak. Bu son parantezde kurulacak sandık, devlete zeval gelmesin ezberleri eşliğinde iktidarın yamacında hizalananlarla böyle devlet, böyle idare, böyle yönetim olmaz diyenler arasındaki mücadelenin sonucunu tescilleyecek.

NOT:
Hepimiz şahsi meselelerimizi gündemleştirmeye utanıyoruz, başka birçok utancın yanında. Fakat 9 Şubat ArtıGerçekt’in yıldönümü idi; kurucu yayın yönetmeni Celal Başlangıç’a, ben görevi devralana kadar emeği geçen herkese ve bütün mesai arkadaşlarıma şükran borcumu dile getirmeme izin verin yine de.

Önceki ve Sonraki Yazılar
Ali Duran Topuz Arşivi