Süreyya Karacabey
İnsan... Kötü bir fikirdi
Caspar Henderson, Hayal Bile Edemeyeceğimiz Varlıklar Kitabı'nda birbirinden tuhaf yirmi altı canlıdan söz eder. Listede Varil Süngeri, Japon Şebeği, Bıyıklı Sıçrayan Örümcek, Denizkelebeği, Uzun Bıyıklı Baykuş gibi isimler vardır ve yazar, girişte pek çok gerçek hayvanın hayali olanlardan bile acayip olduğunu, onları kavramak için zihnimizin sınırlı olduğunu düşündüğü için bu canlıları bir kitapta bir araya getirmeyi düşündüğünü söyler. Bu kitabın sekizinci bölümü İnsan'a ayrılmıştır.
İnsanı diğer hayvanlardan ayıran şeyin ne olduğuna dair tartışmanın uzun geçmişinden söz eder Henderson (en az iki bin beş yüz yıllık bir geçmiştir bu) ve dinsel geleneklerdeki kutsal töz vurgusu dışarıda bırakılırsa, insanı tanımlamaya girişenlerin pek çoğu onu hayvanlık mertebesine eklenen bir takım özelliklerle tanımlamışlardır.
Pek çoğuna aşina olduğumuz tanımları sıralar Henderson; Siyasi hayvan (Aristoteles), gülen hayvan (Thomas Willis), alet yapan hayvan (Benjamin Franklin), din sahibi hayvan ( Edmund Burke) ve yemek pişiren hayvan. Ayrıca farklı zamanlarda akıl yürüten hayvan, sopa taşıyabilen hayvan, felsefe yapabilen hayvan, aldatabilen hayvan, hikaye anlatan ve acı biber sosundan hoşlanan tek hayvan olarak da tanımlanmıştır. En doğru tespiti şair Brian Christian yapar; İnsanın, kendisini benzersiz kılan şeyi tespit etmeye kafayı takmış tek hayvan olduğunu söyleyerek.
Bir türün kategorileştirilmesindeki temel sıkıntı aslında bütün kategorileştirmelerde olduğu gibi ortak kümelerin, tipik özelliklerin vurgulanmasından kaynaklanır. Bizi biz yapan nedir sorusunda karşılaştığımız türden bir sıkıntıdır bu, bizi ortak özellikler kümesine dâhil edebilmek için bir yığın saçma sapan şeyden söz edilir. Herkesin asla dâhil olamayacağı şeylerdir bunlar çünkü söz konusu insan olduğunda işin içine etik sınırlamalar, ahlaki belirlemeler vb. girmekte, bu da aslında var olanın teyidinden çok bir idealin temennisi kapsamına girmektedir. Bütün genellemelerde olduğu gibi, genelin dışında kalanı anlamlandırmak ya da çoğunluğu o genele sığdırmak için uğraşmak gerekir.
SURİYELİ KIZ ÇOCUĞUNU TECAVÜZ EDİP ÖLDÜREN YARATIĞA NE DİYECEĞİZ?
Aslında bu kitap elime geçtiğinde komşu evde oturan Suriyeli küçük kız çocuğuna tecavüz ettiği ve şiddet uyguladıktan sonra boynuna bir briket bağlayarak su kuyusuna attığı iddia edilen yaratığın, hangi tür altında sınıflandırılabileceğini düşünüyordum.
Dosyaya gizlilik kararı verildiği için daha fazla ayrıntıya ulaşmak mümkün olmadı, iddia edilenler doğruysa Biz denilen şeye bu yaratık ve elbette pek çok benzeri de dâhildi. Bu durumda insanı canlı hiyerarşisinin en tepesine yerleştirenler, özellikle bu varlığa etik bir çerçeve çizenler açısından bir problem vardı. Böyle korkunç durumlarda yapılan “hayvan” benzetmesinin doğru olmadığına defalarca tanık olunduğu için hayvanların kurbanlarıyla aralarındaki ilişki daha saydam ve anlaşılır olduğu için- biz bu yaratığa ne ad vermeliydik? Bir balina, bir aslan, bir köpek ya da kedi için oldukça karmaşık ve anlamsız bir edim olduğu apaçık olan bu durumun failini nereye yerleştirecektik? Seküler âlemde düşmüş ruhlardan söz edilemediğine göre, her kötülük içeren davranışı, bir hastalığa havale edemeyeceğimize göre biz bu yaratığa ne diyecektik?
Evet, ayağa kalkmayı başarmıştı evrim sayesinde, dik bir omurgayla duruyor ve ellerini, ayaklarını kullanabiliyordu. Aklını, plan yapma yeteneğini de kullanıyordu, belki birilerine, onu sevdiğini de söylemişti, arkadaşları da vardı, toplumsallaşabiliyordu da. Biz bu yaratığa ne diyecektik?
Dokuz yaşında ışıltılı bir çift göze bakıp bunları hayal edebilen ve etmekle de yetinmeyip gerçekleştirdiği söylenen bu yaratığı nerede sınıflandıracaktık?
İşin fenası, insan türünün kendini etik bir sınırda anlamlandırmaya çalışan bireylerinde, bu tür bir karşılaşma sonucunda açığa çıkan saf şiddet duygusunu nasıl iyileştirecektik? Kaçmaya çalıştığı şeye yine başka bir insan (denilen yaratık) yüzünden yakalanan insan, bu durumda hep bir başa dönüşün, -çünkü yaratığın kafasına sert bir cisimle vurma isteği duymuştur- ve çoktan uzaklaştığını sandığı vahşi bir toprağın çatlaklarına düşüşün acısını yeniden yeniden hissetmeyecek miydi?
Birinin tekil eylemi, aynı kategori altında sınıflandırılmışsak- bütünü de ilgilendirmez miydi, ya da o kız çocuğundan sıçrayan kandamlası herkese bulaşmaz mıydı?
Belki bütün bu sapmaları anlamamıza yardımcı olacak çalışmalar vardır, anlamak istemiyorum. Tek anladığım insanı, sahte evrensellerle tarif eden bütün açıklamaların saçmalığı. Hatta kendi akıl yürütmemdeki bütün durakları infilak ettirecek kadar anlamamaya ihtiyacım var, anlamaya değil. Okul çıkışındaki bir çocuğa komşuları bir elma, bir sandviçten başka bir şey uzatmayana kadar da anlamamayı sürdürmekten yanayım.
Şimdi bu yaratığa ben, hangi isimle sesleneceğim?
Süreyya Karacabey: Adana'da doğdu. 1992'de Ankara Üniversitesi DTCF Tiyatro Bölümü'nden mezun oldu. Yüksek Lisans ve doktorasını aynı bölümde yaptı. Dramatik Yazarlık, Epik Tiyatro, Geleneksel Türk Tiyatrosu, Ortaçağ Tiyatrosu, Radyo Oyunu Yazarlığı derslerini yürüttü. 2010 yılında doçent ünvanını aldı.2017 yılına kadar çalıştığı bölümden 6 Ocak 2017 KHK'sıyla atıldı. Modern Sonrası Tiyatro ve Heiner Müller, Brecht'ten Sonra ve Gündelik Hayata Direnmek kitapları ve çeşitli dergilerde yayınlanmış yazıları vardır.