İslâm Güneşi Tutulması

Yandaşıyla, sağcısıyla solcusuyla siyaset, yargı, eğitim, diyanet tüm kurumlarıyla toplum olarak farkına varmalıyız ki; her güzellik ve iyiliğin özü ve başı yalanı terk edip doğru olmaktır.

"İslâm gelecek; dertler bitecek!"
Siyasal ve şiddet düşkünü dinciler sayesinde artık hatırlayanı, hatırlatanı kalmayan bir motto!

Evet; ülkede ana muhalefetin de katkısı ile iktidara iyice çöreklenen siyasal dinciler; doyasıya din propagandası yaptılar, diyanetin bütçesini büyüttüler, geniş, süslü camiler açtılar, makam araçları ile Cuma'ya gittiler, odalarının en yüksek yerine Kur'an astılar, sosyal medya hesaplarının duvarına Kur'an ayetleri yazdılar, başörtülü hanımlar lüks takılarla her kandil, mesaj çekmekle oyalana durdular…
Yer yer çökmeler olsa da yol-köprü, geniş hastaneler ve çok abartılı, yersiz havaalanları inşa ettiler…
Bunları yaparken kısa bir zaman diliminde büyük ihalelerle, 4-5 maaşla kendi servetlerine servet koymayı ihmal etmediler... Bu arada;
Ekonomiyi batırdılar!
Dolar 8.45 liraya dayandı.
Döviz rezervinin eksi 47 milyar dolara gerilediği Tr, 435.1 milyar dolar dış borçla 120 ülke içerisinde 6. Sırada yer alıyor.
Halkın büyük çoğunluğu yoksulluk sınırının altında bir gelirle besleniyor.
Türk-İş Araştırmasının 2020 Mayıs ayı sonucuna göre 4 kişilik bir ailenin yoksulluk sınırı: 7,942.17 liraydı.
Elektrik, doğal gaz faturalarını ödeyemeyen milyonlarca abone var. Pandemiye rağmen geçen yılın ilk dokuz ayında 120 bin abonenin elektriği, 57 bin abonenin de doğalgazı kesilmiş...
Oligark müteahhitlerle bankaların dışında kâr eden sınıf ve kurum kalmadı. Dışarıda oldukça güçlü bir işsizler ordusu var. Yerli-millî dedikleri dinci kapitalist iktidarlarında millet, ekmek-soğan kuyruklarına mecbur kaldı.
Siyah önlük giyen muhalefet mi dersiniz, sayısı oldukça yükselen intihar vakaları mı dersiniz anlayacağınız; toplumun sosyo-psikolojisi de hiç iyi değil..!

Devam ediyoruz;
Özgürlük, adalet, hukuk ve barış kelimelerine yabancılaştılar!
Medyayı tekeline aldılar, milletin seçtiği belediye başkanlarını ve milletvekillerini içeri tıktılar...
Kokaini pudradan ayırt etmeyi beceremeyen yargı marifetsizliğiyle milyonlarca oy almış büyük bir partiyi, sırf Kürd halkına, mağdur KHK'lıya, cemaatin mazlumlarına sahip çıktığı ve muhalif olduğu için kapatmak istiyorlar.
İnsan hakları karnesi çok zayıf polisler her gösteriye kaba-saba dalıyor, kimini darp ediyor kimini çıplak aramaya maruz bırakıyor. Halkın vekilini ise yasadışı bir keyfilikle, namaz kılmasına bile izin vermeden meclisten dışarı çıkarıyor…
Kürd Meselesiyle, kadın cinayetleriyle yüzleşecek yüzleri yok...
Kutuplaştırdıkları toplumu nihayet zalimlerle mazlumlar kategorisine sığdırmayı başardılar!

Hukuku ve özgürlükleri bitirirken, hasta ve tutuklu sayısındaki yüzde binlik artışlarla koca ülkeyi, geniş camilerinden ezanların dinletildiği kötü bir hapishaneye başka büyük ve sıkıcı bir hastaneye çevirdiler.
Demek ki; sadece iktidara çömelmekle, çoğunluk olmakla ancak güçlü olunabiliyor, haklı olunamıyormuş. Sorunları çözemiyor; yaşam kaliteniz, demokratlığınız, insanlığınız ve de müslümanlığınız teali etmiyormuş...

Sonuç; tam bir hezimet!
Kanunsuz-hukuksuz keyfiliklerle, denetimsiz, frensiz bir yönetimle, açlık ve korku sarmalında debelenen bir toplumla, iki kritik sonuca sebep oldular:
Birincisi; Dünyanın en saygın uluslararası kuruluşlarına göre Tr, bir hukuk devleti olmaktan çıkıp özgürlüğünü kaybetmiş ve mutlu olmayan ülkeler kategorisinde yerini sağlamlaştırmıştır.
İkincisi: İslâm Güneşi'nin tutulmasına sebep oldular. Çünkü; istipdatın güçlü ve ahlâksızlığın yaygın olduğu bir yerde edebiyat ve bilim ilerlemez, ahlâk ve fazilet yeşermez, insanlık gelişmez.
Nazik ve nazenin İslâm Güneşi de anlı-şanlı saraylarınıza ve de kutsadığınız devletlerinize bakmadan size küser ve kendini bulut perdelerine sarıp gizlenir.

Despotluğun pik yaptığı, milletin aç olduğu ülke(ler)de her çeşit ahlâksızlık ve yüz kızartıcı suçlar tavan yapar, üstüne namaz kılanların sayısı azalıp Din'den soğuyanların sayısı artar!
Çaresiz insanlar da; "yerin altı yerin üstünden hayırlıdır" demeye başlarlar.

Daha fazla gecikmeden itiraf etmek, özür dilemek fazilettir.
Dünya-Ahiret gerçekten daha fazla kaybetmek istemiyorsanız;
Siyasal olarak yapacaklarınız var;
Erken seçime giderek siyasetin önünü açınız!
Buna cesaretiniz yoksa radikal kararlar alarak;
Genel afv ilan ediniz!
KHK'ları iptal ediniz!
Örtülü Ödenekten örtüyü kaldırınız!
Çözüm Sürecine dönüp milletin hasret kaldığı gerçek bir barış baharına hazırlık yapınız!

Buna yanaşmazsanız, ahlâken ve vicdanen yapacaklarınız var;
İktidar olarak kronik hastalığınız olan nepotik tüm ilişkilere, israf, yolsuzluk ve debdebeye son vererek emaneti ehline veriniz!
Çünkü; toplum artık sizi güvenilir bulmuyor! Uzun süren güven sorunu güvenlik sorununu da tetikleyecektir.
Biliyoruz ki;
Hz.Muhammed'in (a.s.m) peygamberliğini kabul etmeyip kendisiyle savaşan düşmanları, O'nun güzel ahlâkını kabul edip itiraf ediyorlardı. Daha peygamber olmadan önce O'na, doğru-güvenilir anlamında el-emin lakabını vermişlerdir.

Bir gün Safâ Tepesinde yüksekçe bir taş üstüne çıkan Allah Resûlü, Mekkelilere gür bir sadâ ile:

"Yâ Sabâhâh! [Ey Kureyş topluluğu, buraya geliniz, toplanınız, size mühim bir haberim var!]" diye seslendi.
Sesi duyan Kureyş, hemen o tarafa gittiler. Hz.Muhammed (a.s.m):
"Ey Kureyş topluluğu! Size bu dağın ardında veya şu vadide düşman atlıları var. Sabah veya akşam, üzerinize hücûm edeceklerini söylersem, bana inanır mısınız?"
"Muhammedü'l-Emîn" dedikleri Resul-i Ekrem'e (a.s.m):
"Evet, biz senin doğruluğunu tasdik ederiz. Çünkü, şimdiye kadar sende doğruluktan başka bir şey görmedik. Sen, yanımızda yalan ile itham edilmiş bir insan değilsin." dediler.
Sonra; Resûl-i Ekrem, Kureyş kabilelerinin her birini kendi isimleriyle çağırdı ve şöyle dedi:
"Öyle ise; Sizi 'Allah bir, Ondan başka İlâh yok' demeye davet ediyorum. Ben de O'nun resûlüyüm. Ahiret haktır…
Eğer, dediklerimi kabul ederseniz, Cennete gireceğinizi söyleyebilirim. Biliniz ki; siz iman etmedikçe, size ne dünyada ne de âhirette bir fayda veremem." (Buharî, Taberi, İbn-i Sa'd)
Yandaşıyla muhalifi ile sağcısıyla solcusuyla siyaset, yargı, eğitim, diyanet tüm kurumlarıyla toplum olarak farkına varmalıyız ki; her güzellik ve iyiliğin özü ve başı yalanı terk edip doğru olmaktır.

Ülke göz göre göre soyuluyor, her çeşit rezalet ve haksızlıklar kanıksanır olmuşsa; bu diyarın topraklarında
hep omurgasız, kaypak, kirli ilişkiler, güvenilmez, maceracı, hasta kişilikler bitiyorsa başta dindarlar olmak üzere tüm kesimler ciddi özeleştiri vermelidir.
Bu tutum, koca İslâm coğrafyası için de geçerlidir. Yaygın sosyal ahlâksızlığa ve bünyesini kanser gibi saran çeşit çeşit istipdatlara savaş açıp cihad etmediği müddetçe emniyetli özgür coğrafyalar inşa edemez. İyi bir yaşam standardını yakalayamaz İslâm Alemi.
Müslüman kamuoyunu da kendimizi de aldatmaktan vazgeçelim!
"Din samimiyettir.
" (Müslim)
Ve
İslâm Güneşi; yalanın-yalancının alkışlandığı yeri ne ısındırır ne de ışıklandırır.

 

Önceki ve Sonraki Yazılar
Arşivi