İslâmın Emri: OHAL’i Derhal Kaldırın!

BM’in TC’ye daha yeni yaptığı ‘OHAL’i derhal kaldırın’ çağrısını mesela neden bir İslam İşbirliği Teşkilatı’ndan duymayız?

Slovakya’da yolsuzlukları haberleştiren genç bir gazetecinin öldürülmesi üzerine önce aralarında iç işleri bakanının da bulunduğu üç bakan istifa etti yetmedi sonra başbakan da istifa etti. Protestolar devam ediyor. Erken seçime gitmeleri de gündemde…

Bizde ise yakın tarihimizdeki onlarca basın mensubunun fail-i meşhurlara kurban gitmesiyle yüzleşmek bir yana dursun sadece bu yılın Şubat ayında 15 gazeteci gözaltına alındı, 3 gazeteciye mahkûmiyet kararı verildi, 6 gazeteciye de ağırlaştırılmış müebbet hapis cezası kesildi.

Daha vahim olanı ise; BM ve STK’ların raporlarına göre gözaltında kayıplar, uzun tutukluluk halleri, sistematik işkence vakaları, çocuk istismarları, yüzde yüz artan ve cezaevlerini hınca hınç dolduran tutuklu sayısı, hapiste emzirilmeyi bekleyen bebekler gibi sayısız trajik vak’a varken ülkede bırakın birkaç bürokratın istifasını tüm bunları seyretmekle yetinen muhafazakâr bir toplum var. Slav milletinin gösterdiği duyarlılığın yüzde birini mealesef gösteremeyen bir toplum!

İslâmın ve insanlığın bize bıraktığı kadîm hukuk mirasında bulunan;

"Beraat-i zimmet asıldır." Yani aksi ispatlanıncaya kadar herkes masumdur.

"Hiçbir kimse başkasının suçuyla suçlanamaz; Yani ferdin suçunu akrabasına, aşiretine, köyüne, cemaatine, partisine yükleyemezsin!"

"Her insan hür doğar."

"İşkence haramdır ve bir insanlık suçudur."

"Taraftarlık sebeb-i ceza olamaz!"

Gibi temel kanunları görmezlikten gelen, AYM ve AİHM kararlarını dikkate almayan, iktidarın güdümünde bir yargı sistemimiz, mağduriyet ve haksızlıkları da kanıksayan bir kamuoyumuz olduğu müddetçe bu ayıp, günah trajik tablolardan kurtulmamız mümkün olmayacaktır.

Evet, Ortadoğu gibi Türkiye’de de ‘bu kadarı da olmaz’ dediğimiz şeyler bir bir oldu oluyor. Olağanüstülüklerin olağanlaştığı bir coğrafyada geniş halk kitlelerinin suskunluğu hayra alamet değil! Bu tepkisizlik, duyarsızlık ve sorumsuzluğun ana olmasa da belirgin bir sebebi, özellikle 4 halifeden sonra İslam toplumunun zihinsel alt yapısında devlet otoritesinin kutsanır derecesinde dokunulmaz, eleştirilemez olarak kabul görmesi ve iktidar muhaliflerinin de hep ‘fitneci, hain!’ ilan edilip şeytanlaştırılması yatıyor. "Devletin, vatanın maslahatı, asayişin selameti, milli çıkarlar, ulusal güvenlik" gibi su-i istimale müsait ‘maslahatlar’ bataklığında yapılan nice hak-hukuk ihlallerine rağmen söz konusu muhafazakâr iktidarlar halktan açıkça veya en azından örtük de olsa hep destek bulmuşlardır.

Deve idrarında şifanın olup olmadığını, ayakta su içilip içilemeyeceğini, belediye otobüslerinde kadınların yaslandıkları koltuklara oturulup oturulamayacağını, kadın sesinin caiz olup olmadığını merak edip araştıran Müslüman kamuoyunun bir yığın mağduriyet ve haksızlığa giydirilen bulunmaz hint kumaşı OHAL’in İslâma göre caiz olup olmadığını şimdiye kadar sorgulamaları gerekmez miydi? Ya da Müslümanlar ve Diyanet İslam’da OHAL var mıdır? Diye neden merak etmez?

Yine BM’in TC’ye daha yeni yaptığı ‘OHAL’i derhal kaldırın’ çağrısını mesela neden bir İslam İşbirliği Teşkilatı’ndan duymayız?

Evet Diyanet’in, ilahiyatçıların ve topyekün Müslümanların vermeleri gereken ev ödevleri fazla ama geç de olsa hiçbir ilmihalde geçmeyen OHAL’in İslamiliğini merak edip araştırmakta fayda vardır. Yani büyük çoğunluğumuzun mensup olduğu dinimiz İslam, OHAL’e izin verir mi?

Öncelikle OHAL’e izin veren ne bir ayet var ne de bir hadis!

İslamın model tarihi olan ilk devir halifelerimizin çok zor süreçlerden geçtikleri halde tüm Dinlerin hedefi olan beş temel unsurun yani ‘can, mal, nesil, akıl ve din’in muhafazasını tehlikeye atacak diğer bir tabirle hukuku rafa kaldıracak bir siyasal düzenlemeye tenezzül etmediklerini de biliyoruz. Mesela büyük mücadelelerle kurulmuş genç İslam devletinin başkanı 2. halife hz. Ömer, siyasi de denilebilecek bir su-i kasta maruz kalarak vefat ediyor. Yerine seçilen 3. halife hz. Osman: ‘Devletimizin, Şeriatımızın beka sorunu var, haydi OHAL’e gidelim!’ demiyor. Sonra O da fail-i meçhul bir su-i kastla yaşamını kaybediyor. 4. halife olarak biat edilen hz. Ali başa geçiyor. O’nun da gerçekten olağanüstü şartlara ve baskılara rağmen OHAL gibi bir seçeneği aklından bile geçirmediğini bilakis hak ve adaletin yere düşmemesi adına devletin birlik ve bekasını adeta küçümseyerek iç savaşları göze aldığını ve asayişin hukuktan geçtiğini bilfiil göstererek sonuçta bu asil duruşun bedelini hayatıyla ödediğini görüyoruz.

Kim bilir belki de böyle bir örneklik sergilemeseydi kıyamete dek İmam Ali olarak sevilip sayılmayacaktı!

Özetle; Bin dörtyüz yıllık İslam tarihinde Müslüman toplum, Osmanlı’nın son dönemlerinde yani 23 arlık 1876’da kabul edilen Kanun-u Esasi’nin 36. maddesinde ifadesini bulan ‘kavanin-i muvakkate’ye kadar ne KHK’ları duymuş ne de OHAL’i. (Tabi Osmanlı, KHK’lara anayasaya aykırı olmamak şartını da koymuştur.) Çünkü gerçekte İslâmın temel referanslarında ne OHAL var ne de Kanun Hükmünde Keyfilikler! Diğer bir tabirle; hiçbir kimse, hiçbir otorite ‘Devletinin veya iktidarının hatırına, doz veya davasının bekası hatırına’ kısacası kendi ‘kutsalı’nın adına Kur’anın ana maksatlarından olan adalet erdeminden taviz verip hukuku askıya alma lüksüne ve haddine sahip değildir.

Şeffaf bir seçim için yapmıyor, BM’i dinlemiyorsak bile kulak vereceğimiz araçsallaşmayan kutsallarımız kalmıştır herhalde! OHAL’in ansiklopedilik mağduriyet ve mazlumiyet hikâyelerini de hatırlatarak dinin adîl ve doğru mesajlarına son derece muhtaç devlet idarecilerine İslâmın kesin emrini duyurayım: "OHAL’i derhal kaldırın!"

 

Önceki ve Sonraki Yazılar
Muhammed Salar Arşivi