Nurcan Kaya
Karantinada bir hafta. Peki ya bundan sonra?
Arayıp soran çok oluyor ama buradaki hayatımızdan bahsetmekten hicap duyuyorum artık.
Çünkü virüs o kadar hızlı bir şekilde yayılırken, sevdiklerimiz ve milyonlarca insan için büyük bir tehlike söz konusuyken, milyonlarca işçi, dar gelirli insan bu şartlarda dahi hayatını tehlikeye atıp işe gitmek ve bizlerin ihtiyaçlarını üretmek zorundayken, mülteciler, depremzedeler, cezaevlerindekiler tamamen korumasızken, zaten ekonomik bir kriz yaşamakta olan ülkede krizin derinleşeceğinden, milyonlarca insanın büyük bir yoksulluğa mahkûm kalabileceğinden korkarken buradan bahsetmek zul geliyor.
Hepimiz şaşkınız. Hatta aslına bakarsanız, şoktayız sanırım. Hepimiz kendimizi birkaç hafta içinde bambaşka hayatlar yaşarken bulduk. Üstelik birkaç gün sonra nasıl bir hayat yaşıyor olacağımız konusunda bir fikrimiz de yok. Ne bu virüsün ne zaman tehlike olmaktan çıkacağını biliyoruz ne de virüs yayıldıkça ne tip zorluklarla karşılaşacağımızı. Belirsizlik, kendini güvende hissetmemek herkes için oldukça kötü bir ruh haline girme sebebi. Ve bu halle herkes farklı bir şekilde baş etmeye çalışıyor.
İnsan odaklı olmayan politikalar ve sağlık sistemi, şehirlere akan nüfus, dışarıdan hizmet alamayınca insanları birkaç günde tamamen aç kalacak, ihtiyaçlarını gideremeyecek hale getiren ve toplumun bir kesimini hayatta tutmak için diğer kesimini illaki çalışmak zorunda bırakan bir düzen… Çok büyük bir terslik, adaletsizlik var.
Bütün bunlar yaşanıp bittikten sonra nasıl bir dünyada yaşayacağımızın merakı içindeyiz. Tarih gösteriyor ki büyük toplumsal, ekonomik, siyasal kırılmalardan sonra asla hayat eskisi gibi olmadı. Bazen felaketler olumlu mekanizmaların ortaya çıkmalarına da sebep oldular. BM, Avrupa Konseyi gibi kurumlar hep İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra, bir daha aynı şeyler yaşanmasın diye kuruldu; bugün dilimizden düşürmediğimiz insan hakları sözleşmeleri o korkunç savaştan sonra bu mekanizmalar tarafından kabul edildi. Kapitalizmin insan öğüten vahşiliği sosyal devlet ilkesini ortaya çıkardı. Bunların bize de yansımaları oldu bir nebze.
Biz bugün yaşamakta olduğumuz felaketi atlattıktan sonra da daha insan odaklı, toplumsal adaletin daha fazla sağlandığı, iş birliğinin daha fazla olduğu bir dünyada yaşar mıyız dersiniz? Ben bazı ülkelerin birtakım değişiklikler yapacaklarına gönülden inanıyorum ama Türkiye gibi ülkeler açısından pek bir şey değişeceğini sanmıyorum doğrusu. Mesela bu felaket, iktidarı daha barışçıl politikalar uygulamak; ülkeyi içinde bulunduğu ekonomik bataktan, savaştan, insanları yoksulluktan, gelecek kaygısından kurtarmak için daha birleştirici adımlar atmak yönünde etkiler mi; yaşamakta olduğumuz kabus, uzun bir süredir yaşamakta olduğumuz çok daha büyük bir kabusun bitmesine vesile olur mu dersiniz? Öyle olması zor görünüyor şu anda. Baksanıza, bu sabah dört HDP belediyesine daha kayyum atandı. Düşünün, insanlık ölüm kalım savaşı verirken devlet hâlâ bu haksız, hukuksuz uygulamayı sürdürmekle meşgul.
Memlekette işler nasıl olur bilmiyorum ama iyilik, dayanışma, paylaşma ve saygı temelinde kurulan her şeyin insana iyi geldiği kesin. Bu makro politikalar düzeyinde de böyle, yanı başınızdaki komşunuzla kurduğunuz ilişkide de.
Bugün karantinada kalışımızın bir haftası doluyor. Buraya geldiğimiz ilk iki gün yaşadığımız zorlukları da sonrasında şartların nasıl iyileştiğini de anlatan yazılar yazdım, arkadaşlarıma röportajlar verdim. Bazı zorluklardan bahsettiğim, sadece sorulan sorulara cevap verdiğim için uğramadığım hakaret kalmadı. Bu da bu ülkedeki yaygın düşünce biçiminin virüsten çok daha ürkütücü olduğunu bir kere daha hatırlattı.
Son yazımın yayımlanmasından beri burada radikal bir değişiklik olmadığı için anlatacak çok fazla şey yok ancak arkadaşlarım ve gazeteciler buradaki durumu merak edip sorular soruyorlar. Bir de yurt dışından dönmeyi düşünen Türkiye vatandaşları var. Karantinada neler yaşandığını merak ediyorlar. Bu nedenle son bir kere son durumları özetle aktarmaya çalışacağım.
Burada yaşanan sıkıntılar büyük oranda sanırım yurt yönetimine geç haber verilmesi nedeniyle yaşanmış. Sonuçta yüzlerce odanın olduğu, binden fazla öğrencinin kaldığı bir yurt burası. Burada kalan öğrenciler burayı hızla boşaltmak zorunda kalmışlar. Bunun için gerçekten çok üzgünüm. Umarım güvenli bir şekilde başka bir yere ya da ailelerinin yanına gitmeleri mümkün olmuştur. Yurdun boşaltılması, temizlenip dezenfekte edilmesi, ihtiyaçların giderilmesi için bir sistem kuracak zamanı olmamış yöneticilerin. Bu nedenle biz geldikten sonra günden güne her şey için bir düzen kuruldu.
Artık buradaki görevliler her gün gelip odalarımızın yerlerini temizliyorlar. Ben şahsen odamıza girdiklerinde tedirgin olabileceklerini düşündüğüm için mecbur değilsem bugün ihtiyacım yok diyorum, temizliğimi mümkün mertebe kendim yapıyorum. (ama tabi süpürge, kova, fırça yok bende. İllaki bu arkadaşlara ihtiyacım oluyor.) Biz olmasaydık belki de izinde olacaklarını düşündüğüm görevlilerin iş yükünü de stresini de kendimce azaltmaya çalışıyorum. Bazı komşularım da aynı şeyi yapıyorlar. Mahcubiyet duyuyoruz gerçekten, elimizde olmayan sebeplerle burada bulunduğumuz ve birileri bizimle ilgilenmek zorunda kaldığı için.
Yurdun tamamında durum nedir bilmiyorum ama benim odanın olduğu yerde küçük bir mahalle gibi olduk. Pencereden, kapıdan karşılıklı konuşan aynı sokakta oturan insanlar gibi biz de kapıdan kapıya iki kelam ediyoruz bazen. Ama korkmayın, kapımızın eşiğini bir adım dahi geçmeden ve maskelerimizi çıkarmadan. Daha önce anlattığım gibi kuralların el verdiği ölçüde yardımlaşarak, dayanışarak yaşıyoruz. Yan iki komşumun bebekleri var. Melisa 6 aylık. Çınar Ata 1 yaşında. Uzaktan onları seviyoruz. Bize de buradaki görevlilere de moral oluyor varlıkları. Birbirimiz hakkında o kadar az şey bilirken birbirimize o kadar iyi geliyoruz ki! Kimin nereli olduğu, ne iş yaptığı, kime oy verdiği filan değil, çay için sıcak suyunun, bebeğin mamasının olup olmadığı, koronanın ne kadar yayıldığı gibi çok ‘küçük’ insani meselelerle meşgulüz.
Yine bütün yurtta öyle mi bilmiyorum ama bize sıcak, güler yüzlü davranan görevlilerimiz var. Sağlıkları için belki de büyük risk almış olarak çalıştıkları halde bize hiçbir olumsuzluk yansıtmadan ihtiyaçlarımızı gidermeye ve hatta moral vermeye çalışıyorlar. Bazı görevlilerin onlara virüs bulaştırmamızdan korktukları için işten ayrıldıklarını duyduk. Bunun için çok üzgünüm. Umarım başka bir yerde görevlendirmeleri yapılmıştır ve işsiz kalmamışlardır. Burada kalan görevlileri biz de korumaya çalışıyoruz. Maskemizi takmadan kapıyı açmıyoruz. Onlardan uzak duruyoruz. Konuşurken bize biraz yaklaşacak gibi olsalar onları biz uyarıyoruz.
Birilerine zarar vermekten korkmak oldukça ağır bir duyguymuş. Hepimiz yeni korkular, yani kaygılar, yeni vicdan meseleleriyle baş etme sınavından geçiyoruz burada.
Artık atıştırmalıkları satın alabileceğimiz bir bakkal abimiz var. (Mobil kantini gezdiren arkadaşımıza öyle diyoruz.) Elinde olmayan bir şey istediğimizde de eğer mümkünse dışarıdan tedarik edip getiriyor. Ama biz mümkün mertebe dışarıdan bir şey istemiyoruz çünkü kimsenin bizim için dışarıda dolanıp virüs riskine maruz kalmasını istemiyoruz.
Görevliler bebekli aileleri düzenli olarak ziyaret edip dışarıdan alınacak bir şey var mı diye soruyorlar. Bebekli ailelere süt ve oyuncak artık ücretsiz olarak veriliyor. Yemekler düzenli olarak geliyor. Birkaç gün önce günde 2-3 defa çay ve kahve de dağıtmaya başladılar. Dağıtan kardeşimiz çay-kahve diye bir bağırıyor ki sesini duymayan kalmasın diye J Rahatsızlığı nedeniyle belirli bir diyeti olan kişilere de yarından itibaren diyetlerine uygun yiyecek de gelecek.
Soranlar çok oluyor. Hiçbirimiz muayene edilmedik henüz. Doktorlar günde bir kere gelip ateşimizi ölçüyorlar sadece. Şimdiye kadar aramızda şüpheli bir vaka tespit edilmediğini söylediler. Yani belki hiçbirimiz virüs taşıyıcısı değiliz, henüz bilmiyoruz. Düzenli olarak kullandığımız ilaçlarımız da geldi. Bugün doktorun telefon numarasını da verdiler bir gelişme olursa arayalım diye. Çarşaflarımız değişti.
Diğer odalardaki insanlarla tek temasımız akşam 9’da yapılan sağlık emekçilerine verilen destek eylemi. İlk gün biraz hazırlıksız yakalandı yurt ama artık burada bayağı bir kıyamet kopuyor akşam 9’da.
Ah tabi dışarıdaki canlar var bir de. İhtiyaç duyduğum duymadığım bir sürü şeyi alıp getiren arkadaşlarım. Bir şeye ihtiyacım var mı diye soran onlarca dost. Hiç tanımadığım halde benimle sosyal medya üzerinden temas kurup bir şeye ihtiyacım olup olmadığını soran insanlar. Hepsi sağ olsunlar, var olsunlar.
Keşke hayat herkes için, her zaman, hep böyle olsa. Aslında çok basit, çok derin. Birbirine sarıla sarıla, yaslana yaslana ayakta kalmak, dünyaya dayanmak. Hepsi bu.
Küçük zorluklar da var tabi. Küçük bir odada uzun süre kalınca hareket etme ihtiyacı duyuyor insan. O yüzden odamızda egzersiz yapmaya başladık. Dışarıdakilere moral vermek için videoya çekip paylaşıyoruz hatta. Yiyeceklerimiz ve içeceklerimiz dışarıdan geliyor. Onları ya da başka şeyleri dezenfekte etmek için bir jel ya da spreyimiz yok. Dışarıda birilerinin dokunduğu ürünler günde en az üç kere odamıza girdiği için biz de virüs kapma riskiyle karşı karşıyayız aslında. Ben yalnız kalıyorum ama odasını paylaşanlar var. Çamaşır yıkamak zor. Ama dert değil hiçbiri.
Benim için tek dert dışarıda yaşananlar. Koruyucu bir önlem alınmadığı halde çalışmak zorunda bırakılan insanlarda aklım. Kapanan işyerleri olacağı için işsiz kalacak olan binlerce insanda aklım. Korunma şansı olmayan mültecilerde, cezaevlerindeki insanlarda, depremzedelerde aklım. Bu virüsün ne kadar tehlikeli olduğunu hâlâ idrak etmeyip ortalarda dolanan, kendini de sevdiklerimizi de tehlikeye atan düşüncesiz insanlarda aklım. İhtiyaçları karşılanmayan sağlık çalışanlarında, yaşanabilecek ölümlerde, annemde, yeğenlerimde, sevdiklerimde aklım.