Süreyya Karacabey

Süreyya Karacabey

Kimsesiz Ölmek

“Hatay kimsesizlikten öldü” diye yazmıştı biri. ‘Allah kimseyi sahipsiz bırakmasın’ derdi eski kadınlar; bu sınavdan hiç iyi geçmeyen bir toplumda yaşadığımız âşikar. Çürük inşaatlara benziyor kurdukları toplumlar, onlara rağmen dayanışma kurtuluş duamız.

Kimsesizlik, yetimlik, öksüzlük, başkalarında olan bir şeyin eksikliğine, bir yoksunluğa işaret ettiği için içimizi acıtır. Birine kimsesiz denildiğinde, kimseleri olanların kıyısına üzücü bir yalnızlık bırakılmış gibi hissederiz. Kelimelerine üzüldüğümüz şeylerin kendilerine kayıtsızlık belki de insancıl dünyanın tarihinin asal parçasıdır. Yetim sözünü kullanırken içlenen toplumun yetimlere sahip çıktığı pek görülmemiştir, bu tür kelimeler, gösterdiği şeyin karşısında bir şey yapmadan duranların “yazıklanma” duygusu tarafından işgal edilmiştir. Anlamın ilgası için duygunun işgali gerekir. Yazıklanma lanetinin iç rahatlığına transferi için de kurulu toplumun ilgası gerekir. O zaman sadece yalın bir oluşlar repertuvarı için doğal üzüntümüze kavuşabiliriz. Şimdi sapmalar ve dolayımlar çağındayız.

“Hatay kimsesizlikten öldü” diye yazmıştı tanımadığım biri. “Hatay deprem yüzünden yıkıldı” cümlesinden daha fazla keder barındırır bu cümle, tıpkı “çocuğun annesi babası öldü” denildiğinde hissedilen şeyin, “çocuk, hem öksüz hem yetim kaldı” denildiğinde büyümesi gibi. Hastanede bebeklerin öldüğüne ilişkin bir haber yeterince üzücüdür ama “hastanede bebekler kimsesizlikten öldü” haberinin yarattığı duyguya yaklaşamaz bile oradaki üzüntü. Gözümüzün önüne yalnız bırakılmış bebekler gelir, bebeklerin bir hastalıktan ölmesinden daha ağırdır bu, çünkü onlar sadece hasta oldukları için değil aynı zamanda terk edildikleri için ölmüşlerdir.

Bütün bunlara baka baka delirdiğimiz ülkede, biri ne zaman karşılık beklemeden elini uzatsa, biri, başkasının yararını kendininkinin önüne koysa gözlerimiz yaşarıyor.

'"Allah kimseyi sahipsiz bırakmasın derdi" eski kadınlar, başkalarının insafına kalmak belli ki olumlu bir tecrübe olarak hiç kaydedilmemiş. Kimsesiz bebekler, yaşlılar, hastalar “yabancıların nezaketi” ne muhtaçlar, bu sınavdan hiç iyi geçmeyen bir toplumda yaşadığımız âşikar. Ama sadece buraya özgü değil, toplulukların inşasında harca hep benzer şeyler kattıkları için, yaptıkları çürük inşaatlara benziyor kurdukları toplumlar, onlara rağmen beliren dayanışma ise kurtuluş duamız. Uğraşıp kendilerine benzetemedikleri herkes tesellimiz.

Hatay kimsesizlikten öldü cümlesini okuduğumda boğazıma oturan yumru, hani şu çocuklarını enkazdan kurtarmaya çalışan mülteci adam vardı ya, potansiyel yağmacı olarak gördükleri için ağzını yüzünü dağıttıkları-onun yüzüne bakınca bütün gövdeme gelip oturdu. Kimsesizlik, kimselerin istemediğiyle birleşmişti. Kendi ülkesinde değildi, misafirliği şüpheli, varlığı kriminaldı. Bundan daha ağır bir kimsesizlik yok diye düşündüm. Yerinden edinmişlerin yüzyılı. Yollarda, sularda ölmeyenlerin duygusal ölümleri. Ucuz işgücü, çalıştıkları inşaatlara kimliksiz gömülüşleri. Sadece kirli politikaların bir aparatı gibiymiş, yaşadıkları kendi tercihiymiş gibi horlananların kimsesizliği. Yoksulların ne olursa olsun değişmez kaderi.

Buradaki acı, öfkeye dönüştü. Son söyleyeceğimi baştan söyleyeyim, dünyanın özellikle de Ortadoğu'nun bu hale gelmesinde asıl sorumlu olanlara sessiz kalıp hatta onların gündelik politikalarına eklemlenip bu politikaların yıkıcı sonuçlarından payını alanlara yönelttiğiniz öfke, hakkaniyetli değil, tabi bir hakkaniyet peşindeyseniz. İki şeyi fena halde karıştırdığınızı düşünüyorum, göçmen politikalarındaki sakatlık, ülkelerin bu konu hakkındaki ikiyüzlü politikaları, burnumuzun dibine getirilmiş İŞİD gibi yapılardan duyulan rahatsızlık ile bunların en az bizim kadar kurbanı olan insanları, bütün bu düşüncelerle tek bir çuvalın içine koyup “nefreeet” diye bağırmanız.

MÜLTECİ KELİMESİ YETİM’DEN DAHA FAZLA KİMSESİZLİK İÇERİYOR

İnsan topluluklarının kendilerine ait belirlenmiş kısımlarda yaşaması hakkındaki üst kararın belgeleri olan haritalar ve sınırlar çok önceden çeşitli biçimlerde bozularak hep yeniden çizildi ve kimin nerede oturacağına ait mühürlü kararları işsizlik, yoksulluk, savaş vb büyük toplumsal olaylar kırılgan hale getirdi. Şimdi mülteci kelimesi benim için ‘yetim'den daha fazla kimsesizlik içeriyor. Mülteciler kapı dışarı değil, İŞİD kapı dışarı, siyasal İslamın bölgede oyuncağı haline gelmiş yapılar dışarı ve bütün bunlara yakıt sağlayanların sahteliği.

Hümanist değilim çünkü bol miktarda araçsallık ve türcülük içeriyor hümanizm, ama insanların birbirlerini, sanki bir grup ötekilerden daha matahmış gibi sınıflamasına karşıyım. Ülkelerin birbirlerini diye genişletebilirim bu tahakküm edici listeyi. Karagöz dersi verirken diyordum ki, Karagöz'ün en sevdiğim tarafı kimseye torpil yapmayıp, bütün halkları, bütün insanları eşit derecede aşağılamasıdır. Yücelttiğinizde birileri aşağı iner, ama toplu eleştirdiğinizde gerçek bir eşitlik sağlanmış olur. Ben eşitlikten yanayım. Bütün genellemelerde, onun içinde masum bir şekilde başını bıçağa uzatmış, dokunduğunuzda kıyameti koparacağınız haksızlıklar durur. Hakikaten bir gramer hatası gibi dünya, bütün eşleştirmeler, bütün genellemeler, bütün tanımlar, sahipsizlikler için acılı, yalnız bir ölüm getirmedeler. Dokunmayın, beni o Suriyeli çocuk kurtardı diyor yıkıntılardan yükselen bir ses. Çünkü bir çukurun dibinde deneyimledi, ona düşman diye öğretileninkine benzeyen kimsesizliğini.

İşlerin yolunda gitmemesi artık yolun bir parçası oldu, özcü olsam, yolun doğasında var diyeceğim ama demem. Özcü değilim ama büyülere inanırım, insanın kendini ve başkalarını büyülemesine, hayatı büyülemesine. Sayısız kuşak cadı soyundanım. Daha doğrusu cadıların soyağacına kendimi bir elma gibi astım, orada kalayım dedim, kaldım. Cemreler düşmeye başlayınca Yaren Leylek dönerse işler biraz yoluna girebilir diye dilek dilemiştim, döndü. Bir leyleğin dönüşüne o kadar sevindik ki ancak bir insan gidip dönmese bu kadar sevinirdik. Bu iyiye işaretti, gelmesi gelen gelmişti. Demek ki gitmesi gereken de gidecekti. Büyü işini çok abartmanıza gerek yok. Saf bir kalp, doğru istek ve biraz da gürültü gerekiyor. Kimsesizlerin ortak çığlığı. Bir süre gökyüzünde asılı kalıp sonra onların başlarına kıyamet taşları gibi yağacak. Bebekler hastanede kimsesizlikten öldü.


Süreyya Karacabey: Adana'da doğdu. 1992'de Ankara Üniversitesi DTCF Tiyatro Bölümü'nden mezun oldu. Yüksek Lisans ve doktorasını aynı bölümde yaptı. Dramatik Yazarlık, Epik Tiyatro, Geleneksel Türk Tiyatrosu, Ortaçağ Tiyatrosu, Radyo Oyunu Yazarlığı derslerini yürüttü. 2010 yılında doçent ünvanını aldı.2017 yılına kadar çalıştığı bölümden 6 Ocak 2017 KHK'sıyla atıldı. Modern Sonrası Tiyatro ve Heiner Müller, Brecht'ten Sonra ve Gündelik Hayata Direnmek kitapları ve çeşitli dergilerde yayınlanmış yazıları vardır.

Önceki ve Sonraki Yazılar
Süreyya Karacabey Arşivi