Alp Altınörs
Korona virüs salgını ne anlatıyor?
Çin’in Vuhan kentinden kaynaklanarak dünyaya yayılan korona virüs pandemisinin yarattığı ekonomik, sosyal ve ticari etkiler her hafta katlanarak büyüyor.
Geçen hafta dünya borsalarında ‘Kara Pazartesi’ni ele almıştık. Onun üzerinden daha beter bir ‘Kara Perşembe’ geçti. Nihayet dün, bu ikisinden de daha büyük düşüşlerin yaşandığı bir ‘Kara Pazartesi’ daha vurdu. Amerikan Merkez Bankası, faiz oranını önce 0,50 düşürdü, nihayet faizi sıfırladı. Piyasalara 1,5 trilyon dolar hacminde devasa bir para pompalayacağını açıkladı. Yine de çöküşü önleyemedi. İngiltere Bankası da faizi 0,25’e indirdi.
HER ŞEY KORONA VİRÜS YÜZÜNDEN (Mİ?)
Acaba bütün bu çöküşün suçlusu korona virüs mü? Yoksa, korona virüs sadece kapitalizmin yapısal krizlerini açığa mı vurdu?
Korona virüs ortaya çıktığında, dünya ekonomisi zaten durgunluğa doğru sürükleniyordu. Yatırımlar uzun süredir durmuştu. Merkez bankalarının faiz indirimleri ya da hükümetlerin şirketlere sağladığı vergi indirimleri de ancak hisse senedi alımlarıyla borsaların şişirilmesine yarıyordu. Bu balonun şu ya da bu vesileyle patlamasına kesin gözüyle bakılıyordu.
Dünya sanayi üretiminin ana taşıyıcısı (Çin) bir anda durunca, borsalar bir haftada ortalama %30 değer kaybetti. Reel üretimden koparak borsalara yığılan en az 15 trilyon dolarlık menkul kıymet bir haftada yok olup gitti. Mali varlıkların, gerçek dünyayla ilişkisizmişçesine, düşük borçlanma maliyetleri sayesinde sürekli değer kazanabileceği yanılsaması son buldu. Bu kez tüm ülkelerde nakit paraya, özellikle de Amerikan dolarına hücum başladı. Ancak, küresel ölçekte kapitalist üretimin sadece nakit paraya dayanılarak icra edilmesi imkansız olduğu için, bu nakit arayışı da başkaca mali krizlere sebep olacaktır. Bugünkü küresel ekonominin en önemli özelliklerinden birisi, paranın da (türev araçlar, hisseler vb. biçimlerde) sanallaşmasıdır. (Küresel likiditenin yaklaşık %78’ini türev araçlar, sadece %1’ini nakit para oluşturmaktadır.)
KORONA SALGINI EKOLOJİK KRİZDEN KAYNAKLANIYOR
Vahşi hayat kaynaklı korona virüsün kent merkezlerine, oradan da küresel ağlar üzerinden tüm dünyaya nasıl yayıldığı incelendiğinde, aslında bunun aynı zamanda ekolojik bir kriz olduğu çok net biçimde görülür. Tıpkı, daha önceki Ebola, SARS, MERS örneklerinde olduğu gibi, korona virüs de vahşi doğa kaynaklıdır. Vahşi doğanın kalbine doğru açılan yollar ve vahşi hayvanların kütlesel ölçekte öldürülerek satılması, korona krizinin temelinde yatmaktadır. Öyleyse, ortada beklenmedik bir şok değil, kapitalist şirketlerin doğayla kurduğu sömürücü ilişkinin ortaya çıkarttığı kaçınılmaz bir fatura var. Örneğin, dünyanın korona virüsü tartıştığı günlerde, Filipinler Sağlık Bakanlığı, bir bıldırcın çiftliğinde ortaya çıkan H5N6 kodlu yeni bir kuş gribi türünü tescil ettirdi. Kapitalist tarım, insanlık için bu tür salgın hastalıkları dönemsel olarak sürekli üretecek gibi görünüyor.
DURGUN GÖKTE ÇAKAN ŞİMŞEK DEĞİL
Bir önceki küresel salgın olan SARS da (2003) borsalarda panik yaratmıştı, ancak hem kayıp çok daha azdı (40 milyar dolar) hem de bu borsa düşüşünün genel ekonomik etkisi oldukça sınırlı olmuştu. O dönemde sermayenin küresel genişleme dalgası henüz sürüyordu. SARS’ın ekonomiye etkisi de (öldürücülük oranı koronaya göre çok daha yüksek olmasına karşın) sınırlı olmuştu.
Oysa bugün zaten son derece düşük kâr oranları, sürünen bir büyüme, yatırıma isteksiz bir kapitalistler sınıfı, servetlerin borsalarda aşırı yığılması, ileri kapitalist ülkelerde sıfıra yakın faizlerle para hareketlerinin canlı tutulmaya çalışıldığı bir küresel tabloyla karşı karşıyayız.
Dünyanın 4. büyük ekonomisi olan Japonya, 2019’un son çeyreğinde %6,3 küçülmüştü zaten; sanayi üretimi Aralık ayında Almanya’da %3,5, Fransa’da %2,6 küçülmüştü. ABD’de büyüme 2019 son çeyreğinde beklenenin altında (%2,1) gelmiş, Çin büyümesi yıllık %6’nın altına düşme sinyalleri vermeye başlamıştı. Kısacası korona virüs, durgun gökte çakan bir şimşek değildi. Zaten durma noktasına doğru gitmekte olan bir dünya ekonomisinde, krizin tetiğini çekti.
KAPİTALİZM SAĞLIĞA ZARARLI
Her büyük salgın hastalık gibi COVID-19 da dünya sağlık sistemini test etti... Ve görüldü ki böyle bir sistem yoktur! Salgın küresel olduğu halde her ülke bununla kendi ulusal sağlık sistemleri çerçevesinde başa çıkmaya çalışıyor. Çin’de sosyalizm döneminden arta kalan kimi merkezi planlama unsurları ve keza kamusal sağlık sistemi kullanılarak hastalıkla başarılı bir mücadele verilebildi. Vuhan şehrine kısa süre içinde 16 ek hastane yapmayı başardı Çin. (10 Mart itibariyle bu geçici hastanelerin son ikisi de kapatıldı.) Küba ise alkışı hak eden biyoteknoloji sektörüyle korona virüse karşı bir antiviral ilaç geliştirmeyi başardı. Oysa dünyanın en büyük ekonomisi olan ABD’de, Trump yönetiminin Salgın Hastalıklarla Mücadele Merkezi’nin (CDC) küresel salgın hastalık biriminin bütçesini %80 oranında azalttığı, Çin de dahil çeşitli ülkeleri bu programdan çıkarttığı ortaya çıktı.
Halen de ABD ve Britanya salgına karşı etkin tedbirler almayarak kapitalist üretim ve ticaretin sürmesini, yurttaşlarının yaşamına tercih ediyorlar. Britanya’da açıkça ilan edilen "sürü bağışıklığı" yöntemi ile nüfusun %60’ının (40 milyon kişinin) korona virüs kapması öngörülüyor. Bu yöntemle en az 377 bin kişinin ölmesi de bekleniyor! Yaşlıların ve hastaların ekonomik faaliyetin sürmesi uğruna feda edileceği bu modele İngiltere’den de dünyadan da tepkiler yükseliyor.
İtalya’da ise kamusal sağlık sisteminden yapılan kesintiler yüzünden, hastaneler hasta yükünü kaldıramadı, sağlık sistemi çökme noktasına geldi. İtalya’nın nispeten sosyal sağlık sistemi dahi korona virüs karşısında çöktüyse, ABD’nin tamamen kâr odaklı ve ücretli sağlık sistemi nasıl bir sınav verecek, onu önümüzdeki günlerde göreceğiz.
Korona virüs kapatması altındaki bir kapitalist ekonomide en büyük çelişkilerden birisi de bir yandan ‘herkes evinde kalsın’ denirken, diğer yandan üretimin kesintisizce sürdürülmesi çabası oluyor – herkes evde kalsın - işçiler hariç! Virüs işyerinin kapısında kalmıyor elbet. Ama sermayenin çıkarları işçilerin hayatlarından çok daha değerli. En büyük sağlık riskine de açık işyerlerindeki işçiler maruz kalıyor. Dün İspanya’da Vitoria Mercedes fabrikasında işçilerin üretimi durdurması bu şartlara karşı bir isyandı. Türkiye’de de hükümet bir yandan cafeleri vb. kapatırken, diğer yandan üretim alanlarında ücretli izinleri gündemine almamakta ısrarcı.
ATMOSFER TONLARCA SERA GAZINDAN KURTULDU
Çin ekonomisindeki küçülme 58,5 milyon nüfuslu Hubei eyaletinin kapatılmasıyla beklenmedik boyutlara ulaştı. Şubat ayı Çin imalat beklenti anketi (PMI) 35,7, hizmet PMI ise 29 gibi tarihte görülmedik bir düşüklükte geldi. (Bu anketin 50’nin altında olması takip eden ayda daralmaya işaret eder.) Çin kömür tüketiminin ise geçen yılın %38’ine kadar gerilediği görüldü.
Gerçi bu diğer yandan, ekolojik krizin, iklim değişikliği basıncının da geçici olarak hafifletilmesi anlamına geldi. Mavi gezegen, birkaç aylığına da olsa, halen enerji ihtiyacının %60’ını kömürden sağlayan Çin’in atmosfere saldığı tonlarca sera gazından kurtulmuş oldu. Keza kuzey İtalya’da da hava kirliliği belirgin ölçüde azaldı. Havalanan uçak sayısında, yapılan kara yolculuklarında yaşanan azalma ve harcanan petrol ve türevi yakıtlardaki düşüşle birlikte ele alındığında, belki de korona virüs, aldığı canlardan çok daha fazlasını da kurtarmış oldu.
Ne var ki, insan uygarlığının ulaştığı düzeyde üretim ve ekolojik denge arasında bir tercih yapmak zorunda değiliz. Doğayla uyum içinde ve gezegeni imha etmeden üretebilecek teknolojilerin de kullanılması son derece mümkün. Ama, tabii ki, kapitalizmin kâr amaçlı üretimi altında değil, planlı ve toplumsal bir üretim ilişkisi altında.