Koronavirüs karşısında AKP

Pandeminin otoriter rejimleri güçlendireceği önkabulü gelişmeler tarafından pek de doğrulanmıyor.

Şaibeli bir referandumla anayasaya geçirilen "Başkanlık Sisteminin" üçüncü yılını idrak etmemize, şunun şurasında kaç gün kaldı? Bu sistemin büyük etkinlik getireceği iddia edilmişti, oysa bütün karar yetkisinin Saraya daraltılması devlette bütün işlerin tek adama bağımlı hale gelmesine yol açarak tam tersine, etkinsizlik, boğulma ve hantallaşma yarattı. 

İşte Başkancı tek adam rejimi, şimdi halk sağlığını ilgilendiren gerçek bir sınavda tel tel dökülüyor. Önce, vatandaşlarımızın, salgının kol gezdiği S. Arabistan’a umre ziyareti yapması engellenmedi, özellikle riskli yaş grubunda olan vatandaşların canı tehlikeye atıldı. Sonra, yurda dönüşlerinde de umrecilere karantina tedbirleri uygulanmadı. Böylece Başkancı rejim, Anadolu’nun dört bir yanına virüsün yayılmasına yol vermiş oldu. 

Gerek İtalya, gerekse New York gibi pandeminin en yoğun yaşandığı merkezlerden gelen vatandaşlarımıza da çok uzun süre karantina uygulanmadığı gibi, Sağlık Bakanı, İtalya ile ilgili bu yönde soru soran Şirin Payzın’a, "Şirin Hanım, termal kamera taramasından geçişinizi gösteren görüntüleri izin verirseniz burada paylaşabilirim. Sizi iyi görünce zahmet vermedik :)" şeklinde bir cevap verdi. Koronavirüsü bulaştıran kişilerin büyük kısmının hiçbir hastalık semptomu göstermediği, o tarihte dahi bilinen bir gerçekti oysa. Binlerce insanın da bu şekilde karantinasız ülkeye girişine yol verildi. 

İŞÇİLER ÖLÜME VEYA AÇLIĞA TERK EDİLDİ

İlk vakanın ilan edildiği 13 Mart’tan itibaren hastalık diğer ülkelerde görülmedik bir hızla yayılmaya başladı. Bu aşamada yapılan "üretimin durdurulması", "ücretli izin", "genel karantina" çağrılarına iktidar kulak tıkadı. Sağlık Bakanı "herkesi kendi OHAL’ini ilan etmeye" çağırdı. 

Milyonlarca işçi salgın şartlarında zorunlu olmayan işlerde çalışmaya devam etti. İnşaatlarda, tekstil atölyelerinde, fabrikalarda, işe giderken kullanılan toplu taşıma araçlarında salgın hızlıca yayılmaya devam etti. İçişleri Bakanlığının kararnamesi ile bir çırpıda kapatılan hizmet sektörü işyerlerinde işsiz kalan 5 milyonu aşkın işçi ile ise kimse ilgilenmedi bile. Meclise getirilen "ücretsiz izin" yasasıyla işçiler asgari ücretin yarısıyla yaşamaya mahkum ediliyor şimdi de.

Ama iktidar bazı konularda da çok hızlı çalışmaya devam etti. Örneğin her büyük gündemde olduğu gibi, koronavirüs için de tivit atanlar gözaltına alındı. Hatay’da tır şoförü bir işçinin "Biz nasıl evde kalalım?" sorusunu sorduğu video, milyonlarca insan tarafından izlenince tır şoförü gözaltına alındı ve işinden edildi. 

Nihayet pandemi bir türlü tepe noktasına ulaşmazken, bu kez Sağlık Bakanından "Biz bu virüsün bu kadar hızlı yayıldığını bilmiyorduk" itirafı geldi. Oysa Türkiye bu salgını ilk yaşayan ülke değildi. Virüs Türkiye’ye geldiğinde, pandemiyi daha önce yoğun biçimde yaşayan Çin, Kore, Japonya, İtalya deneyimleri elde mevcuttu. Buna rağmen el yordamıyla ilerlendi.

TÜRK İŞİ SÜRÜ BAĞIŞIKLIĞI YA DA SINIF KARANTİNASI

Başkancı rejimin kaçınılmaz sonucu olarak, kurulan Bilim Kurulu ancak tavsiye niteliğinde karar alabiliyordu. Örneğin, Sağlık Bakanı tarafından açıkça belirtilmesine rağmen, Bilim Kurulu’nun sokağa çıkma yasağı Cumhurbaşkanı tarafından uygun görülmeyerek reddedildi. 

Kanımca, salgınla başa çıkmada Çin modeli de (Topluca kapatma) G. Kore modeli de (semptom gösteren-göstermeyen herkese kitlesel test, sonucu pozitif çıkan herkese karantina) uygulanabilir. Her ikisi de belli ölçülerde, halk sağlığını önceleyen sonuçlar üretebilir. Ancak ekonomik anlamda maliyetleri olmaktadır. Ne var ki bu ekonomik maliyetleri üstlenmeden, sağlık krizi çözülememekte, bu da ekonominin işleyişini sürekli kesmektedir. 

Ancak İngiliz modeli olarak da ifade edilen, salgını yayılmaya bırakan "sürü bağışıklığı" modeli ise tam bir sağlık faciasına yol açmaktadır. Bu yüzden İngiltere’de dahi terk edilmiştir. Türkiye’de uygulanan model ise adı konulmamış bir sürü bağışıklığı modelidir. Ne bir kapatma uygulandı, ne de yaygın kitlesel test yapıldı. Önce 65 yaş üstüne, sonra ise 20 yaş altına sokağa çıkma yasağı getirildi. Ancak 20 yaş altındaki işçiler için sokağa çıkma yasağı ek bir genelge ile kaldırıldı. İnsanlar açlık ve korona arasında tercihe zorlandı. Evde kalabilenler ile kalamayanlar arasındaki ayrım belirginleşti. Ekonominin çarklarının dönmesi adına işçiler gözden çıkartıldı. Bir tür sınıf karantinası uygulanıyor.

SOYLU’NUN İSTİFASI 

Cuma akşamı yaşanan "2 günlük sokağa çıkma yasağı" faciası bütün bunların üstüne geldi. Sarayda alınan, uygulaması ise İçişleri Bakanlığına bırakılan bu karar, 9 Nisan’da alınmasına rağmen, bir gün sonra, saat 22.00’de açıklandı. Milyonlarca vatandaşın acil ihtiyaçlarını almak için market, fırın ve bakkallara koşmasına sebep olan bu karar, sosyal mesafeyi ortadan kaldırarak virüsün onbinlerce insana bulaşmasına ortam oluşturdu. Kaldı ki, İçişleri Bakanlığının sokağa çıkma yasağı alması yasal/anayasal olarak da mümkün değildi.

Cuma akşamı yaşanan virüs bulaşı ortamı, binlerce vatandaşın hayatını kaybetmesine neden olabileceği için büyük bir çalkantı ve tartışmaya yol açtı. İçişleri Bakanı Süleyman Soylu tartışmaların odağına oturdu. Saray/havuz medyasının bir kesimi Soylu’yu eleştirirken, diğer kesimi ise açlık endişesi ile sokağa çıkan halka hakaret etti. Eleştiri ve tartışmalar yoğunlaştı. Nihayet Pazar gecesi, Süleyman Soylu Twitter’dan istifasını yayınlayarak herkesi şaşırttı. Cuma gecesi yaptığı "hata"dan dolayı istifa ettiğini belirtiyordu. Böylece toplumda kabaran tepkiyi, paratoner gibi üzerine çekti. Tek adam hata yapmış olamazdı. 

Ancak Başkancı rejimde nihayet bütün kararlar tek adamın ağzından çıkardı. Gece yarısına kadar süren istifa çalkantısı, Saraydan gelen açıklamayla son buldu. İstifa kabul edilmemişti. Paratoner elektriği toprağa vermişti. Üstelik Soylu gibi bir kadronun vazgeçilmezliği, "pusuda bekleyen düşmanlara" yedirilmemesi gerektiği mesajı üzerinden otoriter dalga pekiştirildi. Böylece Cuma gecesi yaşanan facianın sorumlularından sadece birisinin istifa etmesinin mümkün olmadığı, ancak ikisinin birden istifa edebileceği net biçimde görüldü.

KORONAVİRÜS OTORİTER REJİMLERİN ALTINI OYUYOR

Ne var ki, toplam tabloya baktığımızda Soylu vakasının iktidarın elini güçlendirdiğini söylemek çok kolay değildir. Daha ziyade iktidarın parçalı tablosunu sergiledi. Pandemi karşısındaki yönetememe hali, AKP’yi ve çok güçlü olduğu iddia edilen Başkancı rejimi derinden sarsıyor. Merkeziyetçi ve otoriter rejimlerin yegane sosyal meşruiyet gerekçesi olan "topluma etkin hizmet edebilme" iddiasının altını boşaltıyor. İnsan hayatının tehlike altında olduğu bir dönemde AKP kârları önceliyor. İşçilerin hayatlarını hiçe sayarken, orta ve üst sınıfları karantinaya alıyor. Şirketleri kurtarırken, işçilere, esnafa, köylüye destek sunmuyor. İnfaz Yasasıyla yandaş mahkûmları bırakırken, muhalifleri hapiste tutarak ölüme terk ediyor. Ekonomi hızla daralırken, kalan kaynaklar halen binbir kanaldan yandaş şirketlere aktarılıyor. 

Koronavirüs salgını, kapitalizmin bunalımının üstüne binerek, pek çok ülkede olduğu gibi, Türkiye’de de nice politik krizlere yol verecek gibi görünüyor. Pandeminin otoriter rejimleri güçlendireceği önkabulü gelişmeler tarafından pek de doğrulanmıyor. Kitlelerin bilincinde öyle sarsıntılar ve değişimler yaşanıyor ki!... 
 

Önceki ve Sonraki Yazılar
Alp Altınörs Arşivi