Aydın Selcen
Kullanışlı kokteyl terörün geri dönüşü
Önce: Ne desek zamansız ve yersiz. Dokuz yaşındaki kızçocuğu babasının yanı sıra, gencecik bir çift elele can vermiş.Kendi kentim kaçıncı kere yüreğinden vurulmuş. Soğukkanlı ve sağduyulu olalım, aklımızı kullanalım diyoruz. Bunu ölenlerin, daha doğrusu alçakça öldürülenlerin yakınlarına anlat. Olanak yok ama işimiz bu. Ahkâm kesmek, akıl yürütmek, anlamlandırmaya çalışmak. Dövünmek, yerinmek, öfke püskürtmek değil.
Söylenene göre PKK’nin Suriye uzantısı PYD’ye çalışan bir kadın Haseke’den yola çıkmış. Kobane’den (öne çıkarılan hedefin Kobane olduğu belli ama iletişim cingözlüğü nedense işlemeyip, asla Kürtçesi değil mutlaka Arapçasıyla Ayn el Arap denecek) talimatını ve saldırıda kullanacağı patlayıcıları alıp, (son olarak denetiminin büyük ölçüde TSK’den HTŞ’ye devredildiği belirtilen) Afrin’den Türkiye’ye geçmiş. Tıpkı Mezitli saldırısının failleri gibi.
Öyleyse sınırdaki duvar, türlü fiziksel engeller ve elektronik gözetleme düzenekleri çalışmamış. Kobane’den İstanbul’a dek herhangi bir denetime de denk gelinmemiş. Saldırgan kadın başını örtmüş ama kamuflaj pantolon da giymiş. Oturmuş 45 dakika boyunca İstanbul’un en işlek ve en turistik caddelerinden İstiklâl’de bir bankta beklemiş. Neyi? Neden? Bilmiyoruz. Kadın intihar saldırganı değil. Patlayıcıyı bir çöp kutusuna bırakmış ve hemen ardından patlama gerçekleşmiş.
Paylaşılan fotoğraflara bakılırsa kadının Kürde benzer bir yanı da yok ama bu ırkçı ve basmakalıp bir yaklaşım olur. Ancak şurası belli ki, ya kaçmayı düşünmemiş, kaçış planı yokmuş. İçişleri Bakanı Soylu’ya bakılırsa Yunanistan’a geçirilecekmiş. Üstelik eylemin ardında ABD varmış. O denli ki ABD’nin taziyesini de kabul etmeyecekmişiz.
Terör saldırısı gerçekleştiği sırada Cumhurbaşkanı Erdoğan da Bali’de (Endonezya) G-20 zirvesine gitmek için yola çıkmak üzereymiş. Putin’in katılmayacağı, Biden’in katılacağı, sonuç bildirgesi yayımlanması bile güç, herhalde verili durumda pek de öncelik arz ettiği düşünülemeyecek bu diplomasi şovunda onca yolu gidip boy göstermemeyi düşünmemiş Erdoğan.
Saldırının ardından kanlı görüntülerin paylaşılması üzerine devlet yetkilileri önce Twitter’ı boğmayı, sonra interneti yavaşlatmayı düşünmüş. Alternatif mecralara erişimi engellemek, saldırgan ve yanındaki patlayıcı düzeneğin İstiklâl Caddesi’ne dek erişmesini engellemekten daha öncelikli ödev olarak değerlendirilmiş demek ki. Güle oynaya geçirilen Sansür Yasası’nın bugün değilse ne zaman hangi işe yarayacağı da düşünülmemiş. Hatta Twitter’in gırtlağına çöken BTK’nın başkanı bile saldırıya tepkisini tivit atarak paylaşmış.
Kılıçdaroğlu “Kasım’ı bekleyin” demiş. İmamoğlu’nu siyaseten yasaklamak ve HDP’yi kapatmak amaçlı davalar sürüyormuş. 14 Kasım günü Ankara’da Rusya ve ABD istihbarat şeflerini (SVR-Narişkin ile CIA-Burns), bir araya getiriyormuş Türkiye. Yandaş mecralarda “CHP=HDP=PKK=PYD” cümbüşü tüm coşkusuyla başlamış bile.
Taziyesi kabul edilmeyen, terör saldırısından sorumlu tutulan (ve olur a, bakarsınız Bali’de ikili görüşme olanağı yaratılması aranacak) ABD’nin başkanı Biden hakkında da Erdoğan Semerkant dönüşü uçakta “Ve bu adamı (Fethullah Gülen’i) Amerika saklıyor. Kim saklıyor? Biden saklıyor. Kendilerine Pensilvanya’da devasa bir kâşâne verdiler, orada bu adam yaşıyor. Bana terörün merkezi neresi diye sorarsanız; işte ben size şu anda bunu söylerim.” demiş.
Erdoğan orada durmamış, "Temsilciler Meclisi’nde Cumhuriyetçiler açık ara işi önde kapattılar ama şimdi tabii Senato var. Senatoda 2-3 yer çok büyük önem arz ediyor. Yani bu 2-3 yerde eğer Cumhuriyetçiler başarılı çıkarsa belki iş bizim için çok daha kolay olacaktır." ifadesiyle herhalde danışmanlarınca yanıltıldığını ortaya koymuş. Üzerine “Başta Amerika olmak üzere Batı, Rusya’ya adeta sınırsız saldırıyor. Bütün bunların karşısında da tabii şu anda Rusya bir direnç ortaya koyuyor." diyerek bu yıl 29 Haziran’da kendi katıldığı NATO Madrid Zirvesi’nde imzaladığı Onyıllık Strateji Kavramı Belgesi’yle de, dünyadan takdir alarak izleyegeldiği “denge” siyasetiyle de çelişmiş.
Erdoğan Bali’ye uçmadan havaalanında saldırıya ilişkin açıklama yaparken “valim” demiş ama İçişleri Bakanı Soylu’ya değinmemiş. Soylu ertesi gün vakayı süratle çözmüş emniyet teşkilatının başı ve ABD’nin adeta yeminli hasmı sıfatlarıyla sahne almış. Saldırının üzerinden altı saat henüz geçmişken, “olay yeri inceleme” layıkıyla tamamlanmış, temizlik başlamış ve ilk iş o uğursuz banklar kaldırılmış.
Saldırı siyasi tutsak Demirtaş’ın rehin tutulduğu Edirne’den Diyarbakır’a sağlık durumları bozuk anne ve babasını görmek üzere özel uçakla ve ailesiyle, avukatlarından da saklanarak gizlice götürülüp, getirilmesinin hemen ardından gerçekleşmiş. Demirtaş, boğulmuş Twitter’a ketılından girerek yaptığı kınama paylaşımında “Kim hangi amaçla ya da gerekçeyle yapmış olursa olsun, sivilleri hedef alan her saldırı hukuken, siyaseten, ahlâken ve vicdanen terördür. Asla kabul etmiyoruz.” demiş.
Saldırının hemen ardından süratle temizlenen İstiklâl Caddesi’nde yurttaşın gayet düzenli biçimde kırmızı karanfiller bırakacağı, son derece protokoler bir taziye standı kurulmuş. Çok daha yerli ve milli olacağı hatıra gelecek mevlit okunması, sala verilmesi, tekbir getirilmesi gibi yöntemler herhalde İletişim Başkanlığı’nca tercih edilmemiş.
Resmi ve bağlamı böylece kalın fırça darbeleriyle, -mış’la -muş’la kabaca betimledikten sonra akla gelen ihtimallere bakalım. Saldırının aynı zamanda 15 Kasım 2003 Neve Şalom ve Beth Israel sinagogları ve 20 Kasım 2003 HSBC bankası genel merkezi ve Britanya Başkonsolosluğu’na yönelik IŞİD eylemlerinin yıldönümlerinden hemen önceye denk geldiğini de ekleyelim.
PKK’nın Ceylanpınar (22 Temmuz 2015-Şanlıurfa) ve Mezitli (26 Eylül 2022-Mersin) sicili ortada. Hele ikinci saldırının ardından Kandil’deki yönetici kadronun Edirne’deki Demirtaş’a nasıl düzeysiz içerik ve üslupla saldırdığı da öyle. Salt bu pencereden bakılırsa: Niyet herhangi bir müzakerenin başlamasını engellemek mi, yoksa olası müzakerenin muhatabını belirlemek mi? Yoksa bu karanlık işler tümüyle danışıklı dövüş bambaşka bir kördüğümü mü anlatıyor?
Türkçe'yi en yetkin biçimde kullanabilen bir siyasetçi Demirtaş. Kınamasında terörizmi sivillere yönelik eylemler olarak tanımlıyor. Terörle mücadele ile isyan bastırmanın farklı kavramlar olduğunu pek çok kez yazdım. Ülkemizi yönetenlerin tarihsel olarak Kürt Sorunu’nu siyasal hak mücadelesi değil münhasıran güvenlik meselesi çerçevesinde tutmak istediğini de biliyoruz. Denklemin karşı tarafındaki Kandil’in de aynı dolayımla “zinhar Türkiye demokratikleşir de, biz tümüyle devre dışı kalırsak” yaklaşımını benimsediğini de varsayabiliriz hatta varsaymalıyız.
“Ortak taban” denilenin taleplerinin siyasal sözcüsü olmakla, o taleplerin ancak “silâhlı mücadele” denilenle karşılanabileceğini dayatan örgütün yöneticisi olmak işte bu düzlemde yan yana değil karşı karşıya geliyor. Cumhuriyet tarihinde bir dönüm noktası olacak seçime aylar kala İstanbul’un göbeğinde gerçekleşen terör eylemi de kaçınılmaz olarak 7 Haziran-1 Kasım 2015 filminin devamının fragmanı olup olmadığını düşündürtüyor. Öyle olmamasında en büyük rol de Altılı Masa’ya düşecek.
O kanlı filmin devamı esasında vardı. IŞİD 2016 yılında 19 Mart’ta yine İstiklâl Caddesi’nde, 28 Haziran’da Atatürk Havalimanı’nda, nihayet yılbaşı gecesinde Reina gece kulübünde katliamlar yapmıştı. Reina saldırısının ardından gerçekten “bıçakla kesilircesine” IŞİD eylemlerinin sonu gelmişti. Ama unutmayalım, aynı 2016’nın 15 Temmuz’unda da FETÖ’nün darbe girişimi yaşanmıştı. Fırat Kalkanı harekâtı da hemen peşine 24 Ağustos’ta başlamıştı.
Bu satırlar yazıldığında henüz üstlenmemiş olsa da Soylu’ya göre saldırıyı yapan PKK. TSK varlığı ve denetimi olan Afrin’de ve Idlip’te HTŞ’nin diğer cihatçı ve haraççı örgütlere herhalde Ankara göz yummadan mümkün olamayacak biçimde üstünlük kurduğunu da biliyoruz. Öyleyse, buralarda HTŞ’den dayak yiyen cihatçıların, Reina’nın ardından gömdükleri savaş baltalarını yeniden topraktan çıkarttıklarını da varsayabiliriz. Nitekim Soylu ondan bekleneni yapadursun, “Reuters’a konuşan Türk yetkili” IŞİD bağlantısı olasılığının gözardı edilmediğini açıklamış.
Meşhur “büyük resme” de bakacak olursak özetle şunu söylerim: Böyle bir eyleme küresel güçlerin ihtiyacı, bölgesel güçlerinse mecali yok. İran iç ayaklanmadan kafasını kaldıracak durumda, Suriye de herhalde “aman sakın benimle temas etme” diyecek durumda değil. Kim, kendince ne gerekçeyle, hangi maşaları kullanarak bu kanlı saldırıyı düzenlemiş olursa olsun, AKP-MHP koalisyonunun üzerinde tepine tepine, köpürte köpürte bu eylemi kendi seçim kampanyası için kullanacağını öngörmek için de kâhin olmaya gerek yok.
Akla gelen başka soru: Erdoğan seçime giderken Kobane’ye harekât mı istiyor, yoksa Ankara’da birileri Erdoğan-Bahçeli koalisyonu seçimde gidecek kaygısıyla mı Kobane’ye harekât için bastırıyor? Hazır Ankara’da Rusya ve ABD ile üçlü istihbarat zirvesi toplanmış ve hazır Erdoğan G-20 zirvesinde ABD’li mevkidaşı Biden’la aynı çatı altında bulunacakken Suriye’ye yeni ve nihai bir harekât için ışık kırmızıdan hiç yoktan sarıya döndürülemez mi? İsveç’te anayasa değişikliğiyle birlikte, Sincar’da sezon finali yapmak üzere, “cepheden cepheye, zaferden zafere?”
Kuşkusuz çok daha düzayak çıkarım seçim arefesinde iktidarın “yaparsak ancak biz yaparız, bunlar iki kazı güdemez” diyerek can güvenliğinin hayat pahalılığından daha önemli olduğunu öne çıkarmak isteyeceği. ABD anayasasında yazdığı gibi bu sırayla: Önce can, sonra özgürlük, en sonra dilediğince mutluluğun peşinde gitmek. Sorsak mı canlarımızı emanet ettiklerimize: Sorumlu Kandil ise, hedef neden Kobane? Yahut sınırboylarımızdan terör yapılanmasını söküp attıysak, neden aynı sınırboyları böyle yolgeçen hanına dönmüş görünümde?
Bana sorarsanız en kötüsü nedir biliyor musunuz? En kötüsü işte bu veya benzeri yazıları yazmak zorunda kalmak. Bizi yönetenlere güvenebiliyor muyuz? Herkes, hepimiz istisnasız güvenebiliyor mu? Belki en acısı güvensizliğin sıradanlaşması, kanıksanması. Tüm okurlara başsağlığı dilerim.