Doğan Özgüden
Kürt Ulusu’nun Belçika Meydan Savaşı
Belçika’ya 1971 sürgünü olarak geldiğim ilk yılları anımsıyorum… Anvers Garı’nda satın aldığım Milliyet Avrupa baskısında Metin Toker’in darbeyi meşru kılmaya çalışan bir yazı dizisi: "Solda ve sağda vuruşanlar"… Ant’ın "Faşist yönetimin her çeşidi çökmeğe mahkumdur" sloganlı kapağının da yeraldığı bölümde Doğan Özgüden "bilhassa kürtçü" olarak niteleniyor.
Neden? Çünkü Ant Dergisi’nde tabulara meydan okuyarak Kürt sorununa geniş yer vermişiz, "Türkiye halkları" demişiz, yiğit Kürt genci Necmettin Büyükkaya’nın girişimiyle kurulan Devrimci Doğu Kültür Ocakları (DDKO)’nun duyurularına geniş yer vermişiz ve de sevgili dostumuz Mehmet Emin Bozarslan’ın Türkçeleştirdiği Kürt Tarihi üzerine ilk büyük eser olan Şerefname’yi yayınlamışız.
1970 Nisan’ında Diyarbakır, Mardin ve Siirt illerinde jandarma ve komando birliklerinin Kürt halkına karşı girişmiş olduğu korkunç terör operasyonunun ayrıntılarını Ant’ta "Bir Utanç Raporu" olarak kamuoyuna duyurmuşuz.
Daha sonra Berlin’deki sürgün günlerimizde cızırtılı olarak dinleyebildiğimiz Türkiye’nin Sesi Radyosu’nda yayınlanan bir bildiride benim Diyarbakır Sıkıyönetim Komutanlığı tarafından arandığım duyuruluyor.
Sayısız basın davalarının yanısıra uydurma TKP dâvasından da arandığım yetmiyormuş gibi, Ant’ta yayınlanmış olan "Doğu Anadolu’da Geri Bırakılmışlığın Oluşumu" başlıklı yazısından dolayı Dr. İsmail Beşikçi ve sorumlu müdür olarak benim hakkımda İstanbul’da 142. maddeden açılan dâvanın dosyası da Diyarbakır Sıkıyönetim Komutanlığı’na gönderilmiş…
O yıllarda Avrupa’da henüz bir Kürt örgütlenmesi yok. Irak’ın kuzeyinde Kürtler Saddam yönetimiyle bir yıl önce yapılmış olan bir anlaşma uyarınca özerk bir yönetim gerçekleştirme çabasında.
Berlin Özgür Üniversitesi’nde kaldığımız öğrenci yurdunda Kürdistan’la ilgili haberleri incelerken, cuntaya muhalefetine rağmen Kürt sorununa Atatürkçü bir görüşle bakan öğrenci liderlerinden biri odamıza uğramış, haberleri görünce biraz bozularak soruyor:
- Yahu bu Mustafa Barzani de neyin nesi?
- Ne olacak, diye yanıtlıyorum. O da Kürtlerin atası, yani Atakürt!
Ertesi yıl Paris’te Demokratik Direniş Hareketi’nin örgütlenmesini ve cuntaya karşı kampanyasını yürütürken hoş bir sürprizle karşılaşıyoruz. Bir ara TİP Genel Başkanlığı yapmış olan Kürt dostumuz Avukat Mehmet Ali Arslan... O da darbeden sonra Türkiye’den ayrılmış, Paris’te siyasal sığınma almış.
Kendisiyle zaman zaman buluşuyor, sabahlara kadar sohbet ediyoruz. Kürt halkının sorunları ve istemleri, kültürel zenginliği konusunda kendisinden çok şey öğreniyoruz. Bir de Ermenistan Radyosu’nun Kürtçe yayınlarından kaydedilmiş birçok Kürtçe müzik bandı getirmiş, sohbet sırasında da bol bol onları dinliyoruz.
Demokratik Direniş Hareketi olarak Avrupa Konseyi ve Avrupa Parlamentosu’nda Cunta’ya karşı yürüttüğümüz mücadelede Türkiye’den gizlice gelen belgeleri çeşitli dillere çevirerek Kürt halkına karşı uygulanan baskıları da duyurmaya çalışıyoruz.
Daha sonraki yıllarda Avrupa’daki Kürt girişimlerinin hemen hepsiyle yakın ilişkideyiz. Kemal Burkay’ın ilk sürgün döneminde yayınladığı Ronahi Dergisi’yle haberleşiyoruz. Ardından Almanya’da kurulan KOMKAR ve KKDK göçmen örgütleriyle de hep dayanışma içindeyiz.
Ancak Türk diplomatik misyonlarının ve faşizan örgütlerinin göçmen kitlesi üzerinde kolaylıkla baskı uygulayabildiği Belçika’da Kürt kökenli işçiler için bırakın örgütlenmeyi, Kürt olduğunu açıkça söylemek dahi gerçekten son derece riskli. Maden bölgelerindeki Türkiyelilerle görüştüğümüzde aksanından Türk kökenli olmadığını farkettiğim işçilere Kürt olup olmadığını sorduğumda, hep benzer yanıt alıyordum: "Kürt de ne demek? Biz elhamdülillah Türküz."
13 Eylül 1978’de gelen bir haber İnci’yle benim için Türkiye’in yakın bir gelecekte yeniden bir askeri darbeyle karşılaşacağının ilk işareti oluyor. Jandarma birliklerinin, muhtemel bir Kürt ayaklanmasını bastırma hazırlığı olarak Yüksekova’da Kanatlı J-78 Tatbikatı yaptığını çeşitli dillerde Avrupa kamuoyuna duyuruyoruz.
Avrupa’da Kürt varlığını kitlesel olarak ortaya koyan ilk etkinlik ABD’nin Pershing ve Cruise füzelerine, SSCB’nin de SS-20 füzelerine karşı 9 Aralık 1979’da Brüksel’de düzenlenen büyük protesto gösterisi... O sırada Avrupa’da henüz PKK örgütlenmesi yok. Buna karşılık, Türkiye Kürdistanı Sosyalist Partisi (TKSP)‘nin disiplinindeki Kürt göçmen federasyonu KOM-KAR bu yürüyüşe gerçekten kitlesel bir ağırlıkla ve ulusal giysileriyle katılıyor. Dövdükleri davulların gümbürtüsü yürüyüş güzergahını inletiyor.
Bu ortamdadır ki Belçika’da ilk kez bir Kürt örgütü doğuyor : Derwich Ferho ve arkadaşlarının önderliğinde kurulan Tekoşer… 12 Eylül darbesinden sonra Tekoşer diğer demokratik Türk örgütleri ve Belçika sendikalarıyla birlikte cuntaya karşı ortak mücadelede yerini alıyor. Başlangıçta TKP yanlısı bir dernek Kürtleri de kendilerinin temsil ettiğini ileri sürerek Tekoşer’in Flaman bölgesindeki demokratik örgütler platformunda yer almasına şiddetle karşı çıkıyorsa da, diğer demokratik örgütlerin desteğiyle Kürt halkının kendi örgütüyle temsil edilmesi Belçikalılara kabul ettiriliyor.
Başkanı bulunduğum Demokrasi İçin Birlik örgütünün Brüksel’de cuntaya karşı örgütlediği kitlesel 14 Şubat 1981 gecesinde de Tekoşer mesajıyla ve folklor ekibiyle Kürt halkının sesini Avrupa kamuoyuna duyuruyor.
Henüz kendi teknik olanaklarına sahip olmadığı için Tekoşer dergisinin bir ara İnfo-Türk‘te dizildiğini anımsıyorum. Yazılı Kürtçenin pek kullanılmadığı o dönemde derginin Kürtçe yazılarını Derwich Ferho yazıyor, Kürtçe ve Türkçe arasındaki çevirileri o yapıyor.
11 Nisan 1981’de Tekoşer Brüksel’de ilk Newroz gecesini düzenliyor, o gecede Demokrasi İçin Birlik adına konuşarak Kürt halkıyla dayanışmamızı dile getiriyorum.
Tekoşer‘in ertesi yıl 27 Mart 1982’de düzenlediği Newroz Gecesi büyük Kürt ozanı Cigerxwın’ın da katılımıyla taçlanıyor.
Evren Cuntası’nın baskıları ve onu izleyen iç savaş ortamı Türkiye’den diğer Avrupa ülkelerine olduğu gibi Belçika’ya da Kürt, Asuri ve Ermeni göçünün yoğunlaşmasına neden oluyor, 1915 Soykırımı’ndan beri büyüyen Ermeni diyasporasına ek olarak Belçika’da hızla Kürt ve Asuri diyasporaları da oluşuyor.
Avrupa’da PKK çizgisindeki Kürt örgütlenmeleri de o dönemde başlıyor. 1984’te ülkede silahlı direnişin başlamasından sonra Kürt örgütlenmeleri tüm ülkelerde ve de Belçika’da hız kazanıyor. 12 Eylül mezalimini belgelerle ortaya koyan Türkiye’de Militarist "Demokrasi" üzerine Kara Kitap’ı yayınladığımız günlerde Kürt arkadaşlar da Brüksel’deki Uluslararası Basın Merkezi’nde ardarda basın toplantıları organize ediyor.
Organize olmaya başlayan Kürtlere karşı Türk diplomatik misyonlarının, Türk gazetelerinin Türk göçmenleri kışkırtmaları gecikmiyor.
1993’ün son günü Almanya’dan özgürlük yürüyüşüne çıkan bir Kürt grubu Brüksel’e vardığında, sürekli beyni yıkanan Türk gençleri Bozkurt işareti yaparak ve "Saint-Josse Türk mahallesidir!", "Burada Kürtlere yer yok!", "Kahrolsun PKK!" diyerek özgürlük yürüyüşçülerine, Kürt lokallerine ve Kürt işadamlarının bürolarına saldırıyorlar.
Bu tepkilere ve baskılara karşın 1994 yılında Belçika’daki Kürt siyasal varlığını asla ortadan kaldıramayacak şekilde pekiştiren iki büyük olay: Brüksel’de hem Sürgündeki Kürt Parlamentosu’nun hem de ilk Kürt televizyonu Med TV’nin kurulması...
Türkiye’de bazı Kürt milletvekillerinin tutuklanmasından ve DEP’in kapatılmasından sonra DEP Genel Başkanı Yaşar Kaya ile DEP milletvekilleri Remzi Kartal, Zübeyir Aydar, Nizamettin Toğuç, Ali Yiğit ve Mahmut Kılınç Avrupa’da sürgüne çıkarak DEP’le uluslararası dayanışma kampanyası açıyorlar.
Yaşar Kaya bizim kuşaktan olduğu için Türkiye’den tanıyordum. Ayrıca defalarca kapatılan ve çalışanları birbiri ardına öldürülen Özgür Gündem Gazetesi’nin sahibi ve yazarı olarak da meslektaşımdı. Tansu Çiller’in hazırlattığı "öldürülecek Kürt işadamları" listesinde ikinci sıradaydı.
Diğer milletvekili arkadaşların Türkiye’de verdikleri mücadeleleri izlemiştim. Türkiye’ye giden Avrupa delegasyonlarının Türkiye’de görüşlerine başvurduğu seçkin insan hakları savunucularıydı. Örneğin Aydar’ın 80’li yıllarda Siirt’te IHD yöneticisi sıfatıyla bir Avrupa televizyonuna verdiği mülakatın kaydı İnfo-Türk’ün arşivlerinde.
Remzi Kartal’ın Kürt halkına karşı yeni tehditler savuran zamanın genel kurmay başkanı Doğan Güreş’e verdiği bir yanıtı ise Avrupa kamuoyuna özel olarak duyurmuştuk.
Ankara rejimine karşı mücadele beraberliğimizin yanısıra tüm bu arkadaşlarla yıllarca sürecek sıcak dostluk ilişkilerimiz oluştu.
Sürgündeki Kürt Parlamentosu’nun Amsterdam’daki bir kongreyle Kürt Ulusal Kongresi (KNK)’ye dönüştüğü 1994 baharında Kürt diyasporasında "mucize" olarak niteleyebileceğim bir gelişme oluyordu. Brüksel’in göbeğinde sadece Kürt dünyasına değil aynızamanda Türk kamuoyuna da seslenerek Kürt halkının sorunlarını ve haklı kavgasını duyuracak bir televizyon kanalının hazırlıkları yapılıyordu. Kürtçe televizyonculuğun öncüsü Med TV kuruluyordu.
Hazırlık safhasında zaman zaman sürgündeki Kürt parlamenterleriyle birlikte stüdyoya giderek gelişmeleri yakından izliyordum. Ülkeden kopup gelmiş, herhangi bir medya deneyi olmayan Kürt gençleri, dilini dahi bilmedikleri Flamanlardan televizyon yayıncılığının tüm tekniğini en kısa zamanda öğrenmek için gece gündüz çalışıyorlardı.
Med TV’nin birçok programına katıldım, Öcalan’ın ve Türkiye’deki Kürt siyasetçi ve aydınlarının da telefonla katıldığı tartışma programlarında yeraldım. Öcalan’la soru-yanıt şeklinde diyaloglarımız oldu. Son diyalogumuz 28 Ağustos 1998 tarihindeydi. Faşizmin ulusal baskılarına karşı Kürt halkının silahlı direnişini başlatan ve gerillayı kuran Öcalan’ın uluslarararası komploya kurban düşmeden önce büyük bir dinleyici kitlesine son seslenişiydi.
15 Eylül 1998’de de Kara Kuvvetleri Komutanı Orgeneral Attila Ateş’in Suriye sınırında yaptığı tehdit konuşmasını Cumhurbaşkanı Demirel’in Meclis açış konuşmasındaki tehditleri izleyecek, 9 Ekim’de de Esat Hükümeti’nin zorlamasıyla Öcalan yıllardır kavgasını yürüttüğü Suriye’den ayrılmak zorunda kalacaktı.
Öcalan’ın 15 Şubat 1999’da Kenya’da Amerikan ve İsrail gizli servislerinin yardımıyla tutuklanıp Türkiye’ye getirilmesine kadar geçen dört aya yakın sürede sığındığı tüm ülkelerden bir takım sudan bahaneler uydurularak sınırdışı edilmesi bu ülkelerin yöneticileri açısından utanç vericiydi.
Öcalan’ın İtalya’da konakladığı günlerde Türk yöneticilerinin saldırgan demeçleri, Türk gazetelerinin ve televizyonlarının kışkırtıcı yayınları yüzünden sadece Türkiye’de değil, Türk göçmenlerinin yoğun bulunduğu Avrupa metropollerinde de vahşi gösterilerin ardı arkası kesilmiyordu.
17 Kasım 1998 gecesi Avrupa’nın başkenti Brüksel’in Saint-Josse mahallesindeki Brüksel Kürt Enstitüsü ve Avrupa Kürt Dernekleri Federasyonu üyesi Kürdistan Kültür Derneği lokalleri ateşe verildi.
Kürt lokallerine ve işyerlerine bu vahşi saldırıların daha sonraki yıllarda da ardı arkası kesilmedi. En son Kürt Enstitüsü 17 Kasım 2016’da da Türk bayraklarıyla donatılmış onlarca arabayla faşist sloganlar atarak gelen Erdoğan taraftarlarının yangın bombalı saldırısına uğradı.
Kürt medyası da tüm yayın yaşamında Türk Devleti’nin kışkırtmalarıyla Avrupa yöneticilerinin ve Televizyon kurumlarının sürekli baskısı altındaydı. Belçika jandarmasının yaptığı bir baskından sonra Med TV stüdyolarını ziyarete gittiğimde gördüğüm manzara gerçekten utanç vericiydi… Binbir zorlukla edinilmiş yayın cihazları, çalışma masaları paramparçaydı.
Kürt televizyonu bu baskılar altında kaç kez isim değiştirmek, Avrupa mahkemelerinde hesap vermek zorunda bırakıldı.
İşte bu baskı ortamındadır ki, Belçika Savcılığı yedi yıl önce Kongra Gel eşbaşkanları Remzi Kartal ve Zübeyir Aydar başta olmak üzere 36 Kürt şahsiyetini terör örgütü üyesi oldukları iddiasıyla mahkemeye verdi.
Duruşmalar sürerken Kartal da, Aydar da seyahat ettikleri diğer Avrupa ülkelerinde kırmızı bültenle arandıkları gerekçesiyle tutuklandılar, haftalarca hapiste tutuldular,
Ve nihayet, kendilerini yargılayan Belçika mahkemesi Savcılığın iddiasını yersiz bularak PKK'nin silahlı faaliyetlerinin "Türkiye'nin iç anlaşmazlığı" olduğu ve bu nedenle de 36 kişinin "terörle mücadele kanunu çerçevesinde» yargılanamayacağına karar verdi. Savcılığın itirazda bulunduğu Belçika İstinaf Mahkemesi de 14 Eylül’de alt mahkemenin kararını onaylayarak 36 kişiyi beraat ettirdi.
Bu, Kürt Ulusu’nun Belçika’daki meydan savaşının en son aşaması. Karar bittabi Kürt ulusal direniş yoketmek için her çareye başvuran TC rejimine büyük bir darbe. Geçen hafta Köln’de bir araya gelen, daha önce de defalarca gelmiş olan onbinlerin kararlılığı PKK’nın terör örgütü olmadığını dosta düşmana yeterince kanıtlıyor.
Ama biliyorum ki bu uzun soluklu bir meydan savaşıdır… Önümüzdeki günler ne getirir bilinmez. Belçika Mahkemesi’nin kararına ve Kürt Ulusu’nun kitlesel kararlığa rağmen PKK adı ABD’nin ve Avrupa Birliği’nin terör örgütleri listesinde kaldığı, Türk polisinin kırmızı bültenleri Interpol aracılığıyla Avrupa ülkelerinde itibar gördüğü sürece herşey mümkündür.
Mücadele bu listeler tarihin çöplüğüne atılıncaya kadar sürecektir.