Baskın Oran
Libya’ya niçin ve derhal asker göndermeliyiz?
Kanal Erdoğan işini anlamakta şahsen sıkıntım yok: Muhtemelen bi kısmı da avans alınmış muazzam bir rant, buna ilaveten Trump’ın Montrö’yü delme baskısı. Ayrıca, Tek Adam’ın inatçı yapısı.
Ama Libya konusunda kafam o kadar net değil. Daha doğrusu, Suriye’nin yanı sıra yine bi dış maraza çıkarılacağını (Ermenistan’la?) bekliyordum ama, Allah’ın Afrika’sındaki Libya’da değil ve bu kadarını değil. Binlerle paralı askerin akınıyla harlanan bir iç savaşın kavurduğu böylesi bir karadeliğe atlamayı değil. Üstelik 7 Ocak’ta toplanacak TBMM’yi 2 Ocak için tatilden telaşla çağırarak hiç değil.
Anlamadığımız durumlarda en sağlam yöntem, karar vericilerin beynine girip düşünmektir. Bu yazının geri kalan kısmında "niçin"den başlayarak bunu yapmaya çalışayım:
***
Tabii, Gazi M. Kemal’in de gittiği Libya’da bizi sürüyle avantaj bekliyor:
Dünyadaki 7 askerî üssümüze bir Müslüman ülke daha ekleyerek büyük devletliğimizi iyice tescil ettirmek. Mısır’da Müslüman Kardeşler’imizi düşüren Sisi’yi sindirmek. Akdeniz’i aramızda taksim ederek Libya’nın petrol ve doğalgaz zenginliğine vaziyet etmek. 1911’de İtalyanların bağrımızdan söküp aldığı bu Libya’da (mesela, Fizan’da!) bayrağımızı tekrar dalgalandırmak suretiyle yurdumuzda milliyetçi/ulusalcı desteğini sağlamak, milli birlik ve beraberliğe taze kan vermek. Hatta müteahhitlerimizin içeride kalmış toplam 25 milyar dolarını tahsil etmek.
Bunların hepsi var. Fakat şu anda çok daha önemlisi:
Suriye’de de aldatılmış bulunuyoruz. İstediğimiz güvenlik kuşağını, Kürt diye andıkları teröristleri korumak için güve yemişe döndürdüler. Zaman zaman, sünnet çocuğu dolaştırır gibi zırhlı araçlarımızı Rusların refakatinde devriyeye çıkartıyor, sonra getirip park ettiriyorlar.
Aralık başındaki zirvede, NATO’nun Baltık’ı Rusya’ya karşı savunma planını veto edeceğimizi, ama YPG’yi terörist ilan ederlerse onay vereceğimizi açıklamıştık.
Sonunda onay vermek zorunda kaldık. Yalnız, Cumhurbaşkanımız zirveden ayrılırken ihtar etmişti: "Biz bu işe evet dedik ama terörle mücadelede siz de bizi yalnız bırakmayacaksınız". Ama burada da aldatıldık. Milli Savunma Bakanımız H. Akar hayal kırıklığımızı açıkça dile getirdi: "Terörle mücadelede yalnız bırakıldık".
Bu vaziyete boyun eğersek sonunda bizi Suriye’den de çekilmeye zorlarlar ki, buna tahammül edemeyiz. Durursak düşeriz. Etkimizi azaltmamak için yayılma alanımızı artırmalıyız. Libya’nın meşru hükümeti Sarrac hazır sıkışmış ve askerimizi davet etmişken bunu iyi değerlendirmeliyiz.
***
Burada gelelim "derhal"in anlamına. Yani, niye elimizi çok çabuk tutmalıyız’a:
1) Tarafımızca ve Müslüman Kardeşler’ce desteklenen Sarrac ("Ulusal Mutabakat") Hükümeti başkent Trablus’a hakim. Fakat Rusya’nın desteklediği ve ülkenin gerisine hükmeden Hafter’in ("Libya Ulusal Kurtuluş Ordusu") başkente giden yolları ele geçirdiği ve 10 km yaklaştığı haberleri gelmeye başladı. Zaten Sarrac da bunun için sıkıştı.
Bu durumda Hafter kazanmadan varmalıyız. Sarrac kazanırsa biz onun petrolü çıkarmasına da yardımcı oluruz. Nasıl ki Cumhurbaşkanımız Cenevre’de yapılan Suriye toplantısında, "Petrolü gelin beraber çıkaralım, mültecileri de yaptığımız evlere yerleştirelim" demişti. Öyle yani.
2) Suriye'de teröristlere karşı savaşan Türkmen grupların, Fırat Kalkanı Harekatı'mıza katılan Sultan Murat Tugayı başta olmak üzere, Trablus'ta Sarrac’a destek vermek üzere Libya'ya gönderileceği Bloomberg tarafından duyuruldu . Hafter’in sözcüsü de, bizim MİT’in, Suriye’deki DEAŞ ve El Nusra (HTŞ) militanlarını Tunus’un Cerbe havalimanı üzerinden Libya'ya taşıdığını ilan etti. Bu durumda, Cumhurbaşkanımızın Tunus’u program dışı olarak niye ziyaret ettiği de ortaya çıkabilir.
3) Asker göndermemize açıkça karşı çıkmalar başladı. Mesela, İtalya Başbakanı G. Conte "Böyle bir müdahale sahadaki güçler arasında denge kurmaya yardımcı olmayacak, aksine inanılmaz bir askerî gerilim artışına yol açacaktır ki, biz bunu kabul edemeyiz" dedi. Sömürgeci ağzı!
Örtülü karşı çıkanlar da var. Reuters’e göre, "ABD Dışişleri’nden bir yetkili" bizim Trablus’la işbirliğimizi "yararsız ve kışkırtıcı" olarak tanımladı. Kremlin Sözcüsü D. Peskov, "Üçüncü ülkelerin müdahalesi krizin çözümüne katkı sunmaz" dedi. Sanki kendi ülkesi "üçüncü ülke" değil orada!
Rus Dışişleri Bakanlığı Sözcüsü Maria Zaharova da, Moskova'nın Ankara'yı, İdlib'de gerilimi azaltma bölgesi kurulmasını ve ılımlı muhaliflerin militanlardan ayrılmasını öngören Soçi Mutabakatı'nı uygulamaya çağırdığını söyledi. Demek istiyor ki, sen ancak Esad’a karşı çıkmadığın sürece Suriye’de kalabilirsin. O kadar da S-400 aldıydık bunlardan dünyanın parasını verip!
Biz de Akar Paşa’nın ağzından tepki verdik: "İdlib’deki 12 gözlem noktasını hiçbir şekilde boşaltmayacağız. Oradaki varlığımızı sürdürmeye devam edeceğiz". Akar Paşa çok büyük şans. Düşünün ki 1990’da Genelkurmay Başkanı N. Torumtay, TSK’nin saldırıya değil milli savunmaya göre örgütlendiğini söyleyerek istifa etmişti, Irak’a saldırıda ABD’yle birlikte hareket etmek isteyen T. Özal’ı protesto için. Akar Paşa ise, "TSK her türlü görevi yapmaya hazır!" diyor.
***
Daha da acayibi, kendileriyle "Güvenlik ve Askeri İş Birliği Mutabakat Muhtırası" imzalamışız, silah yardımı yapacağımızı ve "misafir personel, danışman veya birlik" göndereceğimizi yazmışız, TBMM’yi tatilden çağırıyoruz, bi de bakıyoruz Sarrac’ın Dışişleri Bakanlığı sözcüsü Die Welt’te açıklama yapmış: "Libya topraklarında yabancı asker bulunmasına karşı çıkıyoruz".
Niye? Bunun yerine, iç savaşı bitirmek için "çatışmanın tarafı olmayan ve oldukça önyargısız" Almanya’nın arabuluculuğunu ve Hafter’i desteklemeyecek ortak bir AB politikası oluşturulmasını istiyorlarmış!
Bunlara güvenende kabahat. Ama Suriye’nin hatırına mecbur kaldık. Ayrıca, Cumhurbaşkanımızın Kanal İstanbul konusunda dediği gibi, "İsteseler de istemeseler de" gerekeni yapacağız. Üstelik biz meşru hükümeti destekliyoruz.
Şimdi, bu noktada içimizdeki teröristler kalkıp diyecekler ki, Şam’daki meşru hükümet değil mi. Onun için, kamu diplomasisine yani propagandaya çok önem vermeliyiz. Meşru hükümeti desteklemekten amacımızın, çarpışan iki taraf arasında denge sağlamak ve sonra da siyasi çözüme gidilmesini kolaylaştırmak olduğunu yaymalıyız. Nitekim Sabah’ın köşe yazarı Burhanettin Duran başladı bile.
***
Bizim derdimiz dışarıdakiler değil, içerideki gayri yerli ve gayri milli unsurlar. Cumhurbaşkanımızın askerî başdanışmanı Adnan Tanrıverdi varken (hani, SADAT’ın kurucusu) birdenbire askerlik uzmanı kesilenler, orada hava desteğimizin olmayacağını yayıyorlar. Gönderdiğimiz İHA’lar ne güne duruyor; hani, bir tanesini park halindeyken Hafterciler vurmuştu. Bunlar için KKTC’de kurduğumuz üs ne güne duruyor?
Bunlar tutturmuşlar, ‘Mehmetçik elin Fizan’ında yok yoluna şehit düşecek’, diye. Mehmetçik, devletimizi askerî ve siyasi yalnızlıktan kurtarmak uğruna, Cennet-i Âlâ’da peygamberimizden sonraki en yüksek mertebeye nail olmaya uçarak gider. Libya olmazsa, 400 dönümlük üssümüzün bulunduğu Somali’ye gider ve geçen gün bombalı kamyon patlatıp aralarında 2 de Türk olan 90 kişiyi öldüren teröristleri hâk ile yeksan eyler…
Bu konuda tezvirat yapan vatan hainlerine, 1950’de Kore’ye asker gönderilmesine Behice Boran önderliğinde bildiri yayınlayarak karşı çıkan Türk Barışseverler Cemiyeti üyelerine rahmetli Menderes ne yaptıysa onu yapmak lazım.