Mecburi istikamet: Kürtlerle birlikte demokrasiyi inşa etmek - 9

Devletin yeniden tanımlanması ve hukuk içinde hareket etmesinin sağlanması için CHP ile DEM Parti’nin bir araya gelmesi, müzakere-uzlaşma yolunu açarak toplumsal-siyasi uzlaşıyı aramaları zorunlu.

Kürtlerin siyasi, kültürel, tarihi taleplerini savunabilecek siyasi temsile sahip partilerin sürekli kapatılması sorunların çözümü için PKK’nın muhatap kılınması sonucunu doğurmuştu. PKK’nın ateşkese ikna edilmesi ve iktidarın orduya hakim olarak süreci ilerletmesi gerekiyordu. Nitekim bunun için özellikle Turgut Özal döneminde gösterilen gayretler vesayetçi militarist yapılanma cephesinde rahatsızlık yaratmaktaydı.

Mesela 25 Mayıs 1993 Bingöl Katliamı ya da 33 erin öldürülmesi olayı ateşkesin, kalıcı barış sürecine evrilmesini engellemiş oldu. Malatya'dan usta birliklerine gitmek için sivil otobüslerle yola çıktıktan sonra Elazığ-Bingöl Karayolu'nda PKK tarafından silahsız Türk askerlerine düzenlenen saldırıda 33 silahsız asker öldürüldü.

Saldırı ülke çapında büyük tepki topladı. Turgut Özal’ın ateşkesin devamı konusundaki gayreti boşa çıkarıldı. PKK’ya operasyon yapma ısrarındaki ordu, JİTEM, barış sürecine girilmesini engellemek isteyen güçler ile yol kesip asker rehin almaya kalkan PKK barışa gidebilecek yolu 33 askerin ölümü pahasına bozmuş oldular.

Yine 2013 Newroz’unda başlayan Çözüm Süreci'yle birlikte silahlar susmuş, ölümler durmuştu. 1 Eylül 2014 tarihinde TBMM’de okunan 62. Hükümet’in programında, ilk kez çözüm sürecine yer verildi ve kararlılık vurgulandı.

Ancak güvenlik bürokrasisi sürekli bir biçimde Çözüm Süreci'ni provoke edici müdahalelerde bulunuyordu. Meseleye cumhuriyetin tekçi siyasal, kurumsal ve ideolojik kodlamalarıyla bakanların tenkil, tehcir ve imha dışında bir vizyonları yoktu.

Çözüm Süreci, Türkiye’nin çoğulcu, özgürlükçü, katılımcı, hukuka bağlı bir rejime kavuşmasının yolunu açabilecekti. Ancak demokratikleşmeyi ve barışı Kürtlerle birlikte inşa etmek isteyenler ile buna karşı çıkan, şiddet ve çatışma üzerinden beslenen vesayet güçleri arasında çıkan gerilim barışı isteyenlerin geri plana itilmesiyle sonuçlandı. 17-25 Aralık Erdoğan’ın barışı isteyenlerle yolunu ayırmasına ve Cumhur İttifakı ismi altında 103 yıldır meseleye aynı gözlükle bakan otokrasi yanlılarıyla birleşmesine yol açtı.

Böylece sorun demokratikleşme, özgürleşme ve hukuk devleti olma üzerinden kalıcı bir çözüm yoluna sokulamadı. II. Meşrutiyet’ten bu yana yalancı baharlar yaşayan Türkiye tekrar geriye doğru sıçramıştı.

AKP iktidarı 7 Haziran 2015 seçiminden sonra Kürt sorununun çözümünde devletin klasik güvenlik politikalarına dönerek şiddet ve baskı yöntemiyle ağır insan hakları ihlallerine neden oldu.

Kürtlerin seçtikleri parti başkanları, milletvekilleri, belediye başkanları; kurdukları partilerin il başkanları, ilçe başkanları, beş bine yakın kadrosu seçmenlerinin iradesine aykırı olarak siyasetin dışına çıkarılıp tutuklandı. Özellikle eşbaşkanlar Selahattin Demirtaş ve Figen Yüksekdağ’ın tutuklanmış olmaları durumu daha da vahim hale getirdi. Gelinen noktanın barış yoluna geri dönmeyi zorlaştırdığı, toplumu ayrıştırdığı, bir arada yaşama ve biz olma duygusunu yok ettiği ortada.

Çoğulcu, katılımcı demokrasi, hak ve özgürlükler, hukukun üstünlüğü, hukuk devleti, ekonomi ve dış politika konularında gerileyerek ülkeyi çöküşe götüren ve bu çöküşü örtmek için giderek otoriterleşen Cumhur İttifakı’na karşı yeniden inşayı ortaya koyan ciddi bir iktidar seçeneğinin bulunmayışı otokrasiye dayalı rejimin demokrasiyi tepelemesine neden olmakta.

Merkezde CHP’nin devletçi-tekçi ideolojiyi koruma işlevini AKP-MHP-BBP ittifakına kaptırması Kemal Kılıçdaroğlu liderliğindeki CHP’yi ikilem içine sokarak bocalatmıştı. CHP’nin tekçi rejimin kırmızı çizgileri içinde kalarak HDP ile açık bir iletişim kurmaması çözümsüzlüğü gösteriyordu.

Kendini sosyal-demokrat bir parti olarak niteleyen CHP’nin solun geniş bir yelpazede yer aldığı ve ana gövdesini HDP’nin oluşturduğu Emek ve Özgürlük İttifakı yerine, rejim içinde kendini tekçi-milliyetçi bir yerde konumlandırmış, MHP’nin yerini alma eğiliminde olan İYİ Parti ile Millet İttifakı içinde durması yeni bir inşa sürecinin başlatılması önünde en büyük engeldi.

6’lı Masa’da yer alan partilerin rejimi onarıp tahkim ederek ilerlemek istedikleri, devletin yeniden tanımlanması, tekçi ideolojiden vazgeçilip çoğulculuğa geçilmesi, kolonyal idari vesayet rejimini terk edip merkezdeki yetkilerin yerelle paylaşılması gibi konularda istekli ve cesur olmadıkları anlaşılmıştı. Bu ittifakın Emek ve Özgürlük İttifakı ile müzakere-uzlaşı-işbirliği için iletişime girmeleri de mümkün gözükmemekteydi.

Hukuksuz bir zeminde, antidemokratik koşullarda devletin şiddetine uğrayan, seçimlere bu koşullarda giren ve yerelde kazandığı belediyelere hukuksuz bir şekilde kayyım atanan HDP’nin muhatap kılınma imkanının canlı tutması önemliydi. Oysa cumhurbaşkanlığı seçiminin ikinci turundan önce devletçi-güvenlikçi görüşlere sahip Ümit Özdağ’a tavizler verme aşamasına gelinmesi CHP’nin yetersizliğini ve açmazını ortaya koyuyordu.

İktidar, Gezi ve Kobanê direnişlerini krimanilize edip şiddetle bastırılması gereken olaylar kategorisine sokunca geriye doğru savruluşun freni patladı. Medyadaki duyarlı Selahattin Demirtaş görüntüsü birden terörist lincine döndü.

HDP, Kürt varlık ve kimliğini siyasetin merkezine taşırken, parlamentoda bir üçüncü güç olarak yer aldı. Ancak tekçi rejimin parti kapatma pratiği tekrar işledi ve HDP başının üstünde Demokles’in kılıcı tutularak seçimde sonuç almaması istendi. HDP, Yeşil Sol Parti şemsiyesi altında seçime girerek parlamentoda yerini aldı.

Şimdi DEM Parti olarak muhalefette yerini almış durumda. Kuşkusuz DEM’in parlamento içinde ama daha önemlisi parlamento dışı siyaset zemininde nasıl bir rol üstleneceği mühim. DEM, halkın hayat alanlarında ve örgütsel yapılarda kuracağı iletişim ve güç birleştirmeleriyle sorunları parlamentoya taşıyıcısı olma işlevine sahip olduğunu göstermeli. Parlamento- dışı muhalefetin güçlendirilmesi başlı başına amaç olmalı. Çünkü parlamento, iradesi gasp edilmiş ve işlevini kaybetmiş bir durumda.

Devletin yeniden tanımlanması ve hukuk içinde hareket etmesinin sağlanması için CHP ile DEM Parti’nin bir araya gelmesi, müzakere-uzlaşma yolunu açarak toplumsal-siyasi uzlaşıyı aramaları zorunlu. Rejimin demokratikleşmesi, barışın sağlanması CHP’nin seçeceği yola bağlı.

Devam edeceğim...


Ümit Kardaş kimdir?

1971'de İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi’ni bitirdi. 1975 yılında askeri hakim, 1985 yılında hukuk doktoru oldu. Çeşitli yerlerde savcılık, hakimlik ve adli müşavirlik yaptı. 1995 yılında emekli olup, serbest avukatlığa başladı. Çeşitli dergi, gazete ve kitaplarda yazıları yayınlandı. Halen internet gazeteleri Artı Gerçek ve Son Medya’da yazmaya devam ediyor. Bülent Tanör eser yarışmasında birincilik ödülü alan "Türkiye'nin Demokratikleşmesinde Öncelikler" isimli çalışması 2004 yılında yayınlandı. "Hukuk Devlete Sızabilir mi?", "Ötekiler İçin Sivil İtaatsizlik Rehberi", "Demokrasi ve Hukuk Krizi, "Zulüm Özür Uzlaşı", Kardaş’ın yayınlanmış kitaplarından bazıları.

Önceki ve Sonraki Yazılar
Ümit Kardaş Arşivi